Hareket ve Davette Tekâmül

İslami hareket ve çalışmaların Nebevi Yöntem`i uygulayıp hedefe ulaşabilmesi, yapılan işlerin bütüncül ve kuşatıcı olup sonuca vardırılması mümkün olabilir. Tekâmülden kastedilen şey de tam olarak budur. Cahili sistem ve hayat tarzına karşı bir karşı duruş anlamına gelen İslami çalışmalar parçacı ve lokal olmamalıdır. İslami ameliyelerde parçacılık, İslami çalışma alanlarının sadece bir yöne hasredilmesi veya çalışmaların sadece tek bir yolunun olduğunu varsaymaktır.

Ekleme: 22.04.2015 09:53:00 / Güncelleme: 22.04.2015 09:53:00 / Söz ve Kalem
Destek için 

Mesela İslami hizmetlerin sadece konferans ve sohbetlerle olacağını söylemek, minberlerden yapılan vaaz ve nasihatlerin yeterli olduğunu vehmetmek, evlerde bir araya gelerek belli bir kitap üzerinden dersler yapmak, yalnızca kitaplar okuyarak sayfaların ve kelimelerin içine hapsolmak...

Elbette ki bunların hepsi bir iştir ama sadece bunların olması veya bu çalışmalardan başka bir yöntemin yanlış olduğunun düşünülmesi sıkıntının başladığı yerdir. Özellikle şu mesele önemlidir ki; bizler İslam ümmetinin müntesipleri olarak İslam adına eserler veren-tabii ki İslam`ın özüne muhalif olmayan, tahrifte bulunmayan- her âlim ve yazardan istifade edebilmeliyiz. Sadece bir kitabı, bir âlimi veya hatibi merkeze koyup onun dışındakilere hiç yer vermemek kemal noktasında bir eksiklik olduğu kadar dar bir çembere hapsolup onun dışındakilerinin delalette olduğu veya kayda değer bir iş yapmadıkları düşüncesini zihne getirir.

İslami çalışmanın sadece ruhi ve ahlaki eğitime, zikir ve okumaya, mevki-makam kazanıp bir şeyler yapabilmeye, parti ve siyasi sahaya yoğunlaşmaya, okul ve hastane açıp bununla yetinmeye, sendikal çalışma ve dernek etkinliklerinde bulunmaya, cihada ve askeri hazırlığa hasredilmesi parçacılığa ve dağınıklığa sebebiyet veren hususlardandır. Oysaki davetçilerin komutanı olan Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)`in pak ve parlak yaşantısı yani siyer kitapları incelendiğinde görülen tablo şu olmaktadır. İslami hareket ve davet; ilim ve eğitim, ruhi terbiye ve zikir, sosyal ve mali işler, siyasal girişimler ve askeri hazırlık, mücadele ve kardeşlik... Bu sayılanlardan daha fazlası siyerden çıkarılabilecek şeylerdir. Dolayısı ile gerçek manada küfre ve küfrün dayattığı tüm değerlere karşı koymak, İslami bir nizam getirmeye muvaffak olabilmek için, hareketlerin ve davetçilerin yapması gereken şey önderlerine tabi olup bu yolda ilerlemektir.

İslam dininin kendisinde tekâmül ve bütüncüllük olduğu için İslam`a nispet edilen her iş ve çalışmanın da aslına tabi olması icap eder. Nasıl ki İslam`da iktisadi(Zekât-Faiz), siyasi(Devletlerarası ilişki), askeri (Savaş ve cihad), ibadi(Namaz, Hacc), ahlaki(bağışlama, hoş görme, samimiyet), Cezai(Had cezaları- zina, içki) vs. nizamlar var ise İslami çalışmaların esasında da bu tarz bütüncül ve mütekâmil başlıkların olması gerekir. İslam`ın gücü, büyüklüğü ve etkisi ancak İslam`a bir bütün olarak çağrıda bulunulduğu ve bağlanıp uygulandığı zaman ortaya çıkar. İslam, parça parça alınıp bir kısmına önem verilip diğer kısmı ihmal edildiğinde İslam; gücünü, azametini ve etkisini bütün boyutlarıyla hissettiremez. İslami çalışmanın bir boyutuna yapışıp diğer alanlarının ihmal edilmesinin bıraktığı en büyük etki İslami şahsiyeti zedelemesidir. Bundan ötürü Müslüman birey, eksik bir metotla yetişmekte, şahsiyeti ve meselelere bakış açısı dar bir çerçevede takılıp kalmaktadır.

İslam`a hizmet adına çıkılan yolda kimisi; cihad ve mücadeleye mesafeli durmakta, kimisi mücadele ve direniş adına irfani ve ibadi eksiklikler içinde boğuşmakta, kimisi zikir ve ibadet adına emri bil ma`rufu ötelemekte, kimisi ilim ve kültür adına bedel ödeme ve amelden kaçınabilmektedir.

Parçacı yaklaşımların İslami potansiyele vurduğu darbelerden biri de, İslami güçlerin büyük bir kısmını zayi edip zayıflatmasıdır. Oysa bu İslami potansiyel ve güç sağlam ve mütekâmil bir yolda harcansa İslami oluşumların hayli ilerlemesi kaçınılmaz olur.

Bütüncül olmayan yaklaşımın en büyük zararı ise küçük küçük grupların oluşması ve bu grupların birbiriyle uğraşma hastalığına yakalanmasıdır. Davetin merkezinde bulunan İslami hareketlerde tekâmül arandığı kadar merkeze tabi olan davet ehlinde de bu hususların olması beklenir. Davetçi çıktığı yolda karşılaşacağı durumlara karşı her yönü ile hazırlıklı olmaya çalışmalıdır. İman ve akide olarak çok sağlam bir alt yapıya sahip olmalı ki herhangi olumsuz ve beklenmeyen bir durum onu yolundan ve davasından alıkoymasın. İbadet ve nafilelerle iç içe olmalı ki akidevi ve bağlılık anlamında bünyesi kuvvetlensin. İlim ve okuma yönünden orta düzeyde bile olsa bir birikimi olmalı ki karşılaştığı her düşünce, yaş ve konumdaki insanlarla diyalog kurup derdini anlatabilsin.

Mücadele ve mücahedeyi yaşamının merkezine almalı ki tağutlara ve tağutun her türlü oyun, hile ve desiselerine karşı, bir duruş sergileyebilsin. Teşkilati ve cemaatsel bir bağı olmalı ki davet vecibesi için, yapılsa da yapılmasa da olur gibi bir düşünceye saplanmasın. Teşkilatın-Hareketin ilke ve prensiplerini içselleştirmeli ki gerçek bir inkılaba giden yolun fedaisi olsun. Dava ve daveti hayatın bir parçası değil de, hayatın kendisi olduğunu zihnine ve kalbine kabul ettirip davanın beklentilerini şahsi planlarının önüne almalı ki izzetli bir yaşama adım atıp topluma yön verebilsin. Girdiği her ortam ve karşılaştığı insanlarla her daim İslami bir paylaşımda bulunmalı ki davet noktasında Peygamberin(sav) izinden gittiğinin delili olsun.

Davet yolunun yolcuları, ilgilendikleri insanlarla alakalı çalışmayı veya ilgilenmeyi nerden başlayıp, hangi aşamalardan geçirip, nereye kadar vardırması gerektiğini bilmeli ki uygulamada nakıs ve yarım yamalak bireyler yetişmesin. Özet olarak davet merhaleleri şu şekilde sıralanabilir.

Tanışma ve diyalog, kalplerde ki imanı harekete geçirecek amellere ön ayak olma, ibadetin gerçek manası olan, her alanda Allah`a(cc) kulluk bilincinin, zihinlere ve kalplere yerleştirilmesi, İslam`ın toplumsal bir din olduğu o yüzden İslam devletini kurmak için mücadele etme zorunluluğu ve bu işin yalnız yapılamayacağı düşüncesini oluşturma, İslami daveti yapmanın herkese lazım olduğu ve bu işin tek başına değil de cemaatsel olarak olması gerektiği düşüncesi ve son olarak kişiyi hareket ve yapıya aktif olarak kazandırma şeklinde olabilir.

Çoğu zaman gözden kaçırılan en önemli husus, merhalelerin ya uygulanmaması ya da yarım bırakılıp kişinin gelişiminin durması ve ilgilenip vakit harcanan kişinin en son pasif bir halde bir köşeye terk edilmesidir. Oysaki her davetçi ilgilendiği insanlarla ilgili sonuç elde etmelidir. Misal olarak üniversite okurken tanıştığımız, kitap ve sohbetler vesilesi ile bir aşamaya kadar getirdiğimiz nihayetinde davaya kazandırabileceğimiz kardeşin peşini bırakmamalı son olarak “Organize Yapıya” kazandırmalıyız.

Bazen olur ki okul biter ve araya uzak mesafeler girerde bundan dolayı ilgilenmeyi sonuçlandıramadığımız olur. Burada da aslında iyi bir planlama yapılmalı. Yani o kardeşimizi gideceği yerde birileriyle tanıştırabilsek veya ismini ilgilenecek kişilere iletebilirsek bizim bıraktığımız yerden başka dava arkadaşlarımız bu işi sonuçlandırabilecektir. Kişi bilinç anlamında ne kadar iyi olursa olsun aktif bir şekilde çalışmalarda, hareketin hareketliliği içinde olmazsa, dünyanın cazibesinin de etkisi ile pasifleşip mücadele azmini yitirmemesi içten bile değildir.

Bu yüzden her zaman alternatiflerimizin olması gerekir. Eğer aklımıza bir şeyler gelmiyorsa yetkin kişilere danışıp bu meseleyi halletmeliyiz. Sakın ola ki işi yarım bırakmayalım yoksa vebalini taşıyamayız. İşte davetçinin işlerinde ki tekâmülün anlamı, çalışmasının her yönüyle bütüncül ve sonuca müteveccih olmasıdır.

Abdusselam Durgun'un söz&kalem dergisi