ABDULKADİR TURAN / ANALİZ
O güne kadar nice sultan ölmüştü. Artlarından ağlayan biri çıkmamıştı. O güne kadar nice sultan ölmüştü. Artlarında hazineler dolusu altın bırakmışlardı.
Hicri 27 Sefer 589, Miladi 4 Mart 1193… Yeniden, bir sultanın ölüm haberi yayılıyordu Şam`a. Nice sultanın ölümünü gören, kadim Şam şehrine. Müezzinler, “Sultan öldü” diyorlardı. Ölen Sultan mıydı? Madem sultandı. Öyleyse bu nasıl hâldi? Sultanların âlimleri onda “sultanlık makam” görmediklerinden ona “Şam ve Mısır`ın sahibi” diyorlardı. Kendilerince onu küçümsüyorlardı. Halkın âlimleri ise halkı öylesine salih bir insanın da sultan olabileceğine inandırmak için ona “sultan” diyorlardı. O ne sultandı ne de sultan değildi. Kendisinden önce yol için nur olan, ışık olup ufuk aydınlatan Nureddin gibi çağının garibiydi, o çağın karanlık kuyusunda Yusuf iken diğerlerine benzemezliğiyle kurtuluş önderliğine yükselmiş Selahaddin olmuştu.
Çağının âlimleri “Memleketler, ya askerle ya da parayla alınır” diyorlardı. Onun ne parası vardı ne de büyük bir ordusu. Ama fetih üzerine fetih gerçekleştirmişti. Şam ve Mısır`ın hazinelerini ele geçirmiş, o hazinelerle ilim dergâhları inşa etmişti. Kendisinden öncekilerin saraylarının, zindanlarının yerine medreseler, hankahlar inşa etmişti.
Ve şimdi kısa süren, ağır bir hastalığın pençesinde ruhunu teslim ediyordu. “Sultanınız öldü” deniyordu. Oysa ölen Şam ve Mısır`ın fakirlerinden bir fakir. Yıllarca cepheden cepheye geçip nice savaşta bulunmuş, elinde ganimet namına defin parası bulunmayan Ebu Zer`di. Ebu Zer`den farklı bir Ebu Zer. Ebu Zer (ra), çöllerde yaşayan bir fakirdi. Bedevî Ebu Zer`likten mü`min Ebu Zerliğe geçmişti. O, beyin oğluydu, general yeğeniydi; şatafatlı sarayların veziriydi. “Sultan” olunca Ebu Zerliğe geçmişti. Sultanlığı sultan olmakta değil, Ebu Zerlikte görmüştü.
Yıl Hicri 589, Sefer ayının 27`si Çarşamba gecesiydi. Hastalığının on ikinci günüydü. Selahaddin, ölümün eşiğindeydi.
Ölüm ona hiç de yabancı değildi. Daha önce öyle ölümler yaşamıştı ki o ölümler ona ölümü dostlardan ayrılıkla tattırmışlardı.
Hicri 578…Ona en acılı ölümlerden birinin haberi gelmişti. Mektuplar, Ferruh Şah öldü, diyordu. Selahaddin`in gözbebeği, eli, ayağı, kardeşi Ferruh Şah… Haçlıların korkusu Ferruh Şah… Haçlıların Şam köylerine karşı saldırılarını engellemekle uğraşırken hastalanmış ve ruhunu Rabbine teslim etmişti.
Tel Kadı`da Haçlıları kayalıklara sıkıştıran, Celile Denizi kıyılarında mağaraları delip Haçlıları inlerinde yakalayan, Kerek`lerde Haçlıları çöllerde arayan Ferruh Şah… Dımaşk naibiyken Ferruhşahiye Medreseleri açan, geceleri abid, gündüzleri mücahid Ferruh Şah… Kadı Fadıl`ın mektup arkadaşı… Onun sayesinde tanımıştı Şeyh Ta-ceddin Ebü`l-Yumn el-Kindî`yi ve onun en sadık sofisi olmuştu.
İsrafı olmadığı için parayı az harcar, kendisi kadar zahid olan Selahaddin parayı infak edip tükettikçe ona yetiştirirdi. Büyük bir asker olduğu için Selahaddin nerede güç durumda kalsa onu yanı başında bulurdu.
Dımaşk, kıtlık günlerin onun tedbirleriyle aşmıştı. Hızlı hareket kabiliyetiyle Kerek, Taberiye, Banyas… Nerede bir Haçlı hareketlenmesi görülse oraya koşardı. Hızına ancak Takıyuddin Ömer ulaşırdı.
Ferruh Şah`ın ölümü, o zahid ve mücahidin dünyadan ayrılışı Selahaddin`e “Ölüm yakın” demişti.
Hicri 585...Daha dört yıl önce... Ölüm, Selahaddin`in cephesinden bir kale almıştı. Emir Fakih İsa el Hakkarî, ölümle cepheden ayrılmıştı. Selahaddin`i amcası Şirkûh`tan sonra vezaret kürsüsüne Fakih İsa oturtmuştu, onun Mısır`daki ilk kadısıydı, daima sırdaşıydı. Bütün önemli işler ona bakardı. Kürt emirler üzerinde ağırlığı olduğu kadar Bağdat Halifesi nezdinde de saygın bir kişiydi. Fakih İsa olmadan işler daha da zorlaşacaktı. Selahaddin yalnızlaşıyor; onun ölümü ile ölümü kendisine daha da yakın hissediyordu.
Hicri 587… Daha iki yıl önce Selahaddin, Akka kuşatması günlerinde Remle civarındaydı. Kendisiyle düşman arasında bir at koşumu mesafe vardı. İyi komutanlara ihtiyacı vardı. Ferruh Şahlara, Takıyuddin Ömerlere... Elçiler elçiler geliyordu. Mektuplar geliyor. Mektuplar getiriliyordu.
Cezire illerinin elçisi de geldi.
Selahaddin`e bir haber duyurdu. Selahaddin, hemen emretti, çadırın etrafında hiçbir yabancı kalmasın, herkesi bir ok atımı uzaklaştırın ve Melik el Adil`le yakın heyeti çağırın, dedi. Melik el Adil ve heyet içeri girdiğinde Selahaddin, kitap okuyor ve ağlıyordu. Kitap, onun en büyük tesellisiydi.
Ne zaman bir şeye canı çok sıkılsa oturur bir hadis kitabı okurdu. Resulullah`la (S. A. V.) söyleşerek teselli bulurdu.
İçeri girenler, bunu bildiklerinden ona bir şey sormadılar. O kitabını okumaya ve ağlamaya devam etti. Gözyaşları öyle boşalıyor, hıçkırıkları öyle yükseliyordu ki içerdekiler sebebini bilmedikleri hâlde ağlamaya başladılar. Onlara döndü ve ‘Takıyyuddin öldü` dedi.
Demek kahramanlar kahramanı, zor günlerin adamı, kâfirin korkusu Takıyuddin artık aralarında değildi. Öldüğü gün takvimler Hicri 19 Ramazan 587`yi, Miladi 10 Ekim 1193`ü gösteriyordu.
Ya zor günde kim ordusunu toplayacak gelecekti? 282 kilometrelik bir yolu kim beş günde aşabilirdi? Haçlılar kimi görünce savaşma heveslerini kaybedeceklerdi? Selahaddin Akka önlerindeydi ve Takıyuddin ölmüştü.
Selahaddin ağlıyordu. Bu nasıl bir sultandı? Kaç sultan ağlamıştı ki böyle heyet karşısında hem de bir yeğeni ve komutanı üzerine? Sultanlar için yeğen ve komutanların önemi neydi ki? Sultanlar, yeğenlerini öldürmek için ne tuzaklar kurmuşlardı...
Oysa o, yeğeni öldü diye ağlıyordu.
Teselli, istişare heyetinin en tecrübeli adamı, nice sultanın ölümünü duymuş, nice komutanla konuşmuş İbn-i Şeddad`a düşmüştü.
“Bu halden dolayı Allah`a istiğfar ederiz. Siz nerede ve ne iş üzerinde olduğunuza bakın. Başka işlerden yüz çevirin” dedi tecrübeli müsteşar.
Selahaddin “Evet, Allah`a istiğfar ediyorum” dedi. Sonra yüzünü yıkadı ve düşman Yafa`ya dönünceye kadar kimsenin Takıyuddin`in ölümünden haberi olmadı.
Ama tam o sırada bir haber daha gelmişti, kız kardeşinin oğlu mücahitlerin öncü komutanlarından Emir Hüsameddin bin Laçin de Takıyuddin`le aynı gün vefat etmişti.
Ölüm her an ve her an kapıdaydı. Şimdi İbn-i Şeddad, Selahaddin`in onlar için ağlamasına değil, bizzat ölümüne tanıklık ediyordu.
“Ben, Kadı Fadıl ve İbn-i Zeki ve kalenin salih imamlarından Şeyh Ebu Cafer yanındaydık. Şeyh Ebu Cafer Kur`an okuyor, Kelime-i Şehadet getiriyordu. Biz, (şehrin maslahatı için) kaleden ayrıldık. Şeyh Ebu Cafer yanında kaldı. Şeyh Ebu Cafer, “Huvellahüllezi... alimül ğaybi ve şehade (O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka ilah olmayan Allah`tır.) el-Haşr, 22” ayetine geldiğinde o ana kadar konuşamayan Selahaddin, “Sahih” demişti. Sabah namazından sonra Kadı Fadıl yanına geldi. Sultan son nefesini vermek üzereydi. Şeyh Ebu Cafer
“Lailahe illa hu, aleyhi tevekkeltü. (O`ndan başka ilah yoktur. Yalnız O`na güveniyorum.)” (Tevbe, 129) ayetini okudu, Sultan Selahaddin gülümsedi, yüzünün rengi açıldı ve ruhunu teslim etti. O öyle bir gündü ki Şam`da herkes ağlıyordu ve onun yerine ölmeyi diliyordu. Ben, böyle bir gün daha görmedim.”
İbn-i Esir onun için tarihe şu notu geçiyordu:
“Cömertti. Vefat ettiğinde hazinesinde sadece 1 dinar ve 40 dirhem para vardı. Oysa sadece Akka civarında Haçlılardan develer hariç, doksan bin hayvan almıştı. Aldığı diğer ganimetlerin ise haddi hesabı yoktu. Ondan önce de Mısır`ın altın, inci ve yakutlarla dolu hazinesi eline geçmişti.
Hepsini dağıtmıştı.
Mütevaziydi. Arkadaşlarına karşı büyüklenmeyi sevmezdi. Sultanları böyle yaptıkları için ayıplardı. Huzurunda sofiler ve fakirler bulunurdu. Onlardan biri sema için kalktığında o da ayağa kalkar, sema bitmeden oturmazdı.
Şeriatın kerih bulduğu bir şey giymezdi. İlim, marifet ve hadis ehliydi. Küfürle savaşta benzerine az rastlanır bir mücahitti.”
İbn-i Kesir ise şunları anlatıyor:
“Yüce Allah ona rahmet etsin. Makamını yüceltsin. Cennetü`l-Firdevs`i de ona mekân olarak versin. O, İslâm`ın müdafii idi. Alçak kâfirlerin tuzaklarına karşı bir İslâm barınağı ve sığınağı idi. Vefatı nedeniyle Dımaşklılar benzeri görülmemiş bir üzüntüye maruz kaldılar. “Keşke oğullarımız, dostlarımız, arkadaşlarımız ölseydi de, o ölmeseydi” dediler. Cenazesini Dımaşk hatibi Fakih ed-Doleî yıkadı. Kefenini ve diğer teçhizatını Kadı Fadıl, kendi öz ve helal malından temin etmişti. Küçük büyük bütün çocukları orada ağlaşıp feryat ediyorlardı. Halk da feryad-ü figan edip ağıt yakmaya, onun için tazarru ve niyazda bulunmaya başladı. Öğle namazından sonra mübarek naaşı tabuta konulup getirildi. Kadı İbn Zekî cenaze namazını kıldırdı. Sonra sultan, Mansure Kalesi`ndeki evine defnedildi. Daha sonra Melik Efdal, Külase`nin kuzeyinde bir ev satın aldı. Kadı Fadıl da oraya ilaveler yaptırarak bir türbe haline getirdi. Rahmet yağmurları Sultan Selahaddin`in üzerine olsun. İlahi şefkat ve merhamet lütufları ona ulaşsın. Türbesine hicretin 592. senesinin Aşure Günü`nde nakledildi.
Vefatından sonra Emevî Camii`nde üç gün süreyle onun için taziyet meclisi kuruldu. O meclise havastan, avamdan, reayadan, yöneticilerden herkes katıldı. Şairler onun için çok güzel mersiyeler yazdılar. En güzeli Kâtip İmad`ın el-Berkuşşamî adlı kitabının sonunda yer alan ve 202 beyitten ibaret olan, sonra da er-Ravzateyn adlı eserde Şeyh Şihabüddin Ebu Şame tarafından nakledilen şu mersiyedir:
“Hidayet yolunu ve ülkeyi dağınık hale düşmüşken derleyip toparladı.
Zaman bozulmuştu. İyilikler yok edilmişti. O bütün bunları düzeltti.
Nerede o hükümdar ki her zaman kendisinin heybetinden korkulurdu.
Varlığından da her zaman ümit beklenirdi. Nerede o hükümdar ki kendisine bütün varlığımızla itaat etmiştik. Kendisi de Rabbinin itaatindeydi her zaman. Allah aşkına söyleyin, nerede o Melikü`n-Nasır ki Allah`a karşı bütün niyetleri halisane ve sofiyane idi.
Nerede o sultanımız ki her zaman bağışı ümit edilir ve satvetinden de korkulurdu.
Nerede o hükümdar ki zaman, onun faziletiyle şereflendi.
Onun şereflendirmesi her zaman faziletli kimselerin üzerindeydi.
Nerede o hükümdar ki, Haçlılar onun kuvveti karşısında zelil olup alçaldılar.
Onun intikamları düşmanların boynundaki zincirlere ulaştı, kılıcıyla parçalandı.
Bütün varlıklara atlarının yularlarıyla nimet ulaştırdı.”
Şu mersiye de Kâtip İmad`a aittir:
“Yüksekliklere, zirvelere, hidayetlere koruyucu kim vardır?
Savaşlara nimet bahşetmeğe kim vardır artık?
Sultan Selahaddin kendi hükümdarlığı için ahirette ebediyet istedi,
Çünkü o dünyada hükümdarlığın ebediyetine inanmadı
O öyle bir denizdi ki iyilik ve ihsanıyla bütün karaları denize döndürdü.
Kılıcıyla da sahil beldeleri fethedildi.
Onun zamanında hak ehli kimseler,
Onun izzet ve şerefiyle batıl ehlini püskürttüler.
Fetihleri var ya onun, ki Kudüs onun ilk fetihlerindendir.
O fetih onun için sicillerde, tarih sayfalarında bir fazilet ve üstünlüğü ebedi olarak kaydetmiştir.”
Kâtip Îmad ve diğerleri dediler ki: “Sultan Selahaddin, hazinesinde bir surî dinardan ve otuz altı dirhemden başka para bırakmadı.”
Başkaları ise onun hakkında şöyle demişlerdir: “Hazinesinde sadece kırk yedi dirhem para vardı. Geride ne ev, ne akar, ne çiftlik, ne de bahçe bıraktı. Hiçbir mülkü yoktu.”
Kaynaklar:
1. Bahaaddin İbn-i Şeddad, Siret-u Selahaddin İbn-i Eyyub
2. İbn-i Esir, El Kamil fi`t Tarih
3. İbn-i Kesir, El Bidaye ve Nihaye