Beden Esaretinden Ruh Hürriyetine…

Esaret ve hürriyet birbirine mütezad iki mefhum olmakla birlikte, birinin anlaşılması için diğeri de lazımdır. Beşerin idraki zıtların mukayesesine bağlıdır. Sıcağın anlaşılması için soğuk, sağlığın farkına varılması için de hastalık lazımdır. Zindan ve esaret olmasaydı hürriyet mefhumu anlaşılmazdı.

Ekleme: 31.01.2015 23:31:00 / Güncelleme: 01.02.2015 07:31:00 / İlim & İrfan
Destek için 
Yusuf Akyüz / İnzar Dergisi
 
BİSMİHİ TEÂLA

“Yeryüzündeki herkes (ve her şey) fanidir. Ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin veçhi (zatı ve rızası için olan şeyler) baki kalır.” (Rahman 26-27)

Esaret ve hürriyet birbirine mütezad iki mefhum olmakla birlikte, birinin anlaşılması için diğeri de lazımdır. Beşerin idraki zıtların mukayesesine bağlıdır. Sıcağın anlaşılması için soğuk, sağlığın farkına varılması için de hastalık lazımdır. Zindan ve esaret olmasaydı hürriyet mefhumu anlaşılmazdı. Elbette insan nisyanla malul olduğu için, bir şeyin zıddını yaşayıp tatmadıkça, onun farkında ve şuurunda olmaz. Zindandaki insan, ilk önce hürriyetin farkına varır. Ellerine kelepçe vurulduğu andan itibaren kaybettiği özgürlüğü aramaya, özgürlük hasretiyle yanıp tutuşmaya başlar. İnsan zindana girince, bir zamanlar özgür olduğunun farkına, varır… Özgürlük kaybı, ağrı kesicilerin dindiremeyeceği, adeta ölüm acısına benzeyen, tahammülü zor bir sancıdır. Daha önce özgürce dolaştığının hatırladıkça sancı artar; her gezen zaman özgürlük hasreti çoğalır ve giderek ağırlaşır. Hüzün, hasret ve hicran, zindanın ayrılmaz parçası veya alamet-i farikası sayılır. Zindan, çile ve ıstırap mekânıdır.

Zindan, geç de olsa uyanma, gerçeği hatırlayıp işi anlama ve kaybın farkına varma mekânıdır. Zindan, hayatla memat arasında kalan bir fazıldır veyahut da hayatın memata bir adım kaldığı zamandır. Ancak zindana girince kaybın farkına varılır ve insan bir anda uykudan uyanır. Zindan ölmeden önce ölmenin sırr-ı manasına açılan demir kapıdır. Henüz ölmeden, can kuşu ten kafesini terk edip gitmeden önce ölümü anlama, bir nebze de olsa uyanma ve gerçeğin idrakine varıp şuurlanma mekânıdır.

Elbette insan sonra ne kadar acı da olsa, giderek tedrici surette az çok zindana alışır. Esaret ortamına bir şekilde intibak sağlayıp yaşamaya çalışır. Ama ne kadar alışırsa alışsın, içindeki özgürlük hasretini bastıramaz ve duvarların ardında yaşadığı hayatı unutamaz. Bilakis zindanda hatıralar daha da canlanır ve hasret duygusuyla cüşa gelerek sürekli dalgalanır. Zindandaki insan, sükût hengâmında ve gözünü yumduğu anda mazinin sayfaları açılır ve hayalin uzandığı diyarlara doğru yelken açılır. Geçmiş yıllarda kalan hatıraların cadde ve sokaklarında her gece hayali yolculuklarda dolaşmaya çıkılır.

Zindanda yaşamak elbette zordur; zindanı yaşamak, tarifi imkânsız anlatılamaz bir duygudur. Tabiri caizse, belki ölümün yarısı ve iliklere kadar işleyen bir hasret sancısıdır. Zindanın muradını hikmet ve gaye planını anlamak ise bambaşka bir olgudur. Adına zindan denilen bu garip ve müstesna mekâna dair müspet ve menfi mülahazalar pek çoktur. Ama dünyalık telaşlardan azade olmak gibi müstesna bir nimet de bu mekânlara mahsustur. Esaslı bir intibah şokuyla gaflet uykusundan uyanmaya muvaffak olanlar Hakk`ın inayetiyle huzura giden yolu bulur ve zindanların darlığından kurtulur.

Eşya ve hadiseye bakışta mihenk, şuur farkıdır; yani bir şeyin, bir nimetin farkında ve şuurunda olmaktır. Mesele tamamen şuur ve idrakle alakalı, o şeyin farkında olmaya, bilmeye ve tanımaya, dost, aşina ve yakın olmaya bağlıdır. İnsan, farkındalığı olmayan şeye de onun yanı başında bile olsa uzaktır. Hayatta bu mülahaza etrafında binlerce misal vardır. Sırf şuurumuzda kaybettiğimizden hayatımızda fark edemediğimiz binlerce nimet vardır. İnsanın fark edemediği bir nimet artık onun yanında hiçbir yok hükmündedir. Zira alışmak, sıradanlaşmayı ve körleşmeyi getirir. İnsan bir şeye ve bir yere alışınca körleşir ve onu göremez hale gelir. İnsanın zaafı alışmak, körleşmek, unutup gafil olmak…

Ara sıra alıştığımız hayatın bir müddet zaman için dışına çıkarak, halen içinde bulunduğumuz sayısız nimetlerin farkına varıp onları yeniden görmeye çalışalım.

Şu an dış dünyanın cadde ve sokaklarında özgürce dolaşan yüzbinlerce insandan acaba kaçı özgürlük nimetinin farkındadır. Kaybetmeyen, kadrini bilmez ki! Dışardaki insan hür ama farkında değil; zindandaki insan eli-kolu bağlı esir ama hürriyet nimetinin tamamen farkında ve özgürlük hayalleriyle yaşamaktadır. Derler ki; “kim esir, kim hür?” tartışmalıdır. Aslolan, bir şeyin farkında ve şuurunda olmaksa, hürriyetin en ziyade farkında olan zindandaki insandır. Fiilen hürriyetini kaybetmiş olsa da duvarlar ardında hayallerinin özgür dünyasında, hayalen de olsa diyar diyar gezip dolaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, sureta dışarda özgürce dolaşan ama özgür olduğundan haberi olmayan insanlardan ruhen çok daha fazla özgür olduğu anlaşılır. Mahbusun sadece elleri bağlıdır ama hürriyetin farkına varmış, görmüş ve anlamıştır. Dışardaki insan ise nimetlerin içinde uykuya dalmış veya gündelik hayatın girdabına kapılıp elindeki nimetlerin şuurundan uzaklaşmıştır. Ekseriyetle dışardaki insanlar günlük lüzumsuz telaşların, bir takım tutku ve ihtirasların tutsağı olmuşlardır. Gönülleri daralmış ve hayalleri yaşadıkları dar bir çevreye kısılarak sınırlanmıştır.

Elbette zindanda duvarların ardındaki hürriyet deruni ve ruhani bir hürriyettir. Dünya müzahrefatından uzak, tutku ve ihtirasların pençesinden bir derece azadeliktir. Zindan bu açıdan beden esaretinden ruh ve şuur hürriyetine intikal yeridir. Hayatı, mematı ve kâinatı yeniden ve daha derinden okuma ve düşünüp anlama mektebidir. İtikâf dergâhı ve tefekkür dershanesidir. Mahpusların özgür hayalleri vardır ve zindanı nice hayaller doldurur. Dış dünyada yaşayanlar cismaniyete gark olmuş; hayal kurmayı bile unutmuştur. Ellerindeki binlerce nimeti artık göremez olmuştur. Gözler kör olmuş, şuur kaybolmuştur. “Dikkat edin! Sadece gözler kör olmaz; asıl kör olan sinelerdeki kalplerdir.(gönül körlüğüdür.)” (Hacc 46)

İnsanın farkında olmadığı bir nimetin yanında ve dışında olması aynı kapıya çıkar. Define sandığının üzerinde uyuyan adamla, definesi olmayan da aynıdır. Zira insanın farkında olmadan yaşadığı bir kendisine ait sayılmaz. Özgür olduğunu bile fark edemeyecek kadar şuurunu kaybetmiş insanlar için zaten özgürlük diye bir mefhum da olmaz!.. Maalesef insanoğlu ekseriyetle kaybetmedikçe elindeki nimetleri bilemiyor, göremiyor ve yeterince şükredemiyor. Gaflete düşüyor. Bakar kör haline gelebiliyor. Sıhhat, afiyet, hürriyet ve hayat nimetinin kaç kişi farkında acaba. Belki insan içinde yaşadığı şu nefesleri sayılı hayatın kıymetini de ancak ölürken anlayacak!

Bir gün...
 
MAKALENİN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!