Yanlış Müdahalelerle Kıvamı Bozulan Şahsiyeti Onarmak

Şahsiyeti onarmanın tek yolu İslami çalışmalara sarılmaktır. Ancak bu şekilde yamukluklar düzelir, sivrilikler törpülenir. Şahsiyetteki cevherler cilalanıp ortaya çıkar, dallanıp budaklanır, kirli sayfalar formatlanır.

Ekleme: 22.01.2015 15:17:00 / Güncelleme: 22.01.2015 15:20:00 / İlim & İrfan
Destek için 
Aynur Sülün / Nisanur Dergisi
 
İnsanların hızla özünden kopup tek tip hale geldiği şu küreselleşen dünyada, kendi kimliğini kaybedenlerden miyiz? Aklına verilen potansiyellerin henüz farkına varamamış, genel gibi düşünen, kendi fikirlerine güvenemediğinden başka fikirlerin gölgesini sığınak edinen, düşünce dünyasına yabancılaşan şahsiyetlerden miyiz?

Kişiliği; fıtratına nakış gibi işlenen, kendisini diğer insanlardan farklı ve özel kılacak olan ahlakıyla henüz buluşamamış, kendi kendisine bir başkası gibi davranmayı dayattığından ahlakındaki desenlerin ve ince motiflerin üzeri kapanmış, bir türlü kendisi olamamış, kendisine benzeyememiş kimselerden miyiz?

Yüceler âleminden verilen ve ortaya çıkıp işlenme sancısı çeken yeteneklerini yüreğindeki güvensizlikten keşfedememiş, başka işlere yoğunlaşmış; yoğunlaştığı iş fıtratına verilen yeteneklerle uyuşmadığından işinde verimsizleşmiş kimselerden miyiz?

Eğer halimiz böyleyse bu durum kendi özümüze yabancılaştığımızı gösterir.

İnsanın kendi özüne verilen potansiyellere yabancılaşması, uzak düşmesi hüsrandır. Her insanın hilkati, tıyneti, fıtratı, cibilliyeti bambaşka inceliklere sahiptir. Hilkat, tüm mahlûkatın ortak kıvamda yaratılmasıyken; fıtrat özel ve özgün yaratılıştır. Tıpkı her bir notanın farklı seslerde olması gibi her insanın kabiliyeti, duygu ve düşünce dünyası farklı kıvamlardadır. Dolayısıyla farklı potansiyelleri içinde barındırır.

Özel yaradılış kıvamı bozulan insanlarda genelleşme, sıradanlaşma başlar. Fıtrata verilen cevherlerin önü tıkandığından açığa çıkmaz. Böylece kişi bir başkasının gölgesi olmayı tercih eder. Kendi ruh ve fikir dünyasından uzaklaştığı için ödünç kafayla düşünüp; ödünç kafayla duyar. Fıtratındaki cevherleri işlemediği için ruhuyla bedeni arasındaki denge bozulur. Kimlik sorunu yaşar ve nerde nasıl davranacağını kestiremez.

Peki, insan bu duruma kendi kendine mi gelir?

Şahsiyetteki birçok problem çocukluk döneminde maruz kalınan yanlış müdahale ve yönlendirmelerden kaynaklanır. Aşırı müdahalecilik ve çocukları belli kalıplara uymaya zorlamak şahsiyetlerini derinden yaralar. Hâlbuki fidan daha tohum halindeyken nasıl bir ağaca dönüşeceği ve hangi meyveleri vereceği ona kodlanmıştır. Fidanın üzerine bir teneke atıp onu kalıba girmeye zorlamak, kendisine has özelliği kaybettirir, yamultur. Fidan, gelişimini olması gerektiği gibi tamamlayamaz; meyveli bir ağaca dönüşmez.

Tıpkı fidan gibi gün geçtikçe dallanıp budaklanan çocukları başka karakterlere sahip olmaya zorlamak, bir başkasıyla kıyaslamak; kişilik gelişimini tamamlamalarına engel olur. Çocukluğunda adeta “Kendin olma, falan gibi ol, falan gibi düşün, onun gibi duy” baskısına fazlaca maruz kalan kişi maskeli bir kimliğe sahip olur. Birçok aile, çocuklarını disiplinli ve kurallı yetiştirme düşüncesiyle bu tür yanlış müdahaleler yapabiliyor. Onun için disiplin ile şahsiyete baskı yapmayı birbirinden ayırmak gerekir. Biri eğitirken; diğeri ruh sağlığını bozar.

Rabbimiz her insanın ahlakını, aklını ve kabiliyetlerini farklı kıvamlarda yaratmıştır. Aslında tüm bu ahlaki, akıl ve kabiliyet farklılıklarını tek tek ele alıp açmak gerekir. Ancak bu yazımızda ahlaki farklılıkları açmaya ve örneklendirmeye çalışalım inşallah. Rabbimiz insanı en güzel ahlakla yaratırken; onun bir ahlakını diğer insanlardan farklı kılacak ve onunla belirginleşecek şekilde daha yoğun yaratmıştır. Kişi, İslami değerleri olan bir aile ortamında yetişip doğru yönlendirildiğinde yoğun yaratılan ahlakının kıvamı bozulmayacak ve kişi o ahlakı ile tanınacaktır. Fakat sorunlu bir aile ortamında, yanlış müdahalelerle ahlakı yamulacak, olması gerektiği gibi değil, hastalıklı ve aşırı uçlarda cereyan edecektir.

Bu durumu İslam`ın ilk dört halifesinin ahlaki farklılıklarıyla izah etmeye çalışalım inşallah. Hz. Hz. Ebu Bekir sadakatiyle, Ömer adaletiyle, Hz. Osman hayâsıyla, Hz. Ali ise ilmi derinliğiyle tanınan, öne çıkan şahsiyetlerdir. Hz. Ömer`de yoğun yaratılan öfke adalete, Hz. Ebu Bekir`deki yoğun cömertlik sadakate, Hz. Osman`daki hayâ takvaya, Hz. Ali`deki incelik ve hikmet ilme kaynaklık yapan birer cevhere dönüşmüştür.

Hz. Ömer`in fıtratına verilen yoğun öfke, İslam öncesi yanlış müdahalelerle tamamen kıvamından uzaklaşmış ve onu bir zalime dönüştürmüştür. Hâlbuki öfke Allah`tan inen ve güzel işlere kaynaklık edecek olan bir ayettir. Hz. Ömer, İslam öncesi kız çocuğunu diri diri toprağa gömen, insanlara ve hanımlarına zulmeden, katı kalpli bir insan iken; İslam onun geçmişine bir format çekmiş, şahsiyetindeki arızaları onarmış, öfkesini fıtratındaki kıvamına kavuşmuştur. Müslüman olmasıyla öfke; onda adalete, şecaate (başladığı bir işi sonuna kadar götürme kararlılığına, yürekliliğe, özgüvene), korkusuzluğa, önderliğe, teslimiyete, itaate kaynaklık eden bir cevhere dönüşmüştür. Öfkesi, onu...
 
MAKALENİN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!