Zikir Mü`minin Alamet-i Farikasıdır

İnsanların nazarında zıt görünenlerin, buluşması İlahî yaradılışa, İlahî oluşa alamettir. Birbirine zıt zannedilenler, bir araya gelince birbirini tamamlar; aydınlığa, üretime, büyümeye, gelişmeye vesile olur. Dünya ve ahiret, maddiyat ve ruhaniyet... Dünyevilik ve uhrevilik... İnsanların nazarında zıttır, oysa onlar birbirini tamamlar ve onların buluşması ile insan saadete erer.

Ekleme: 11.12.2014 09:44:00 / Güncelleme: 11.12.2014 09:44:00 / İnzar Dergisi
Destek için 

Abdulkadir Turan / İnzar Dergisi

Rabbimiz buyuruyor:

“Bunlar iman edip kalpleri Allah`ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah`ın zikriyle huzur bulur.” (Ra`d / 28)

Rabbimizin elçisine (S. A. V.) soruldu:

“Ya Resulallah! Kıyamet günü Allah katında en üstün dereceye sahip olacak olan kullar kimlerdir?”
Yüce elçi (S. A. V.), cevap verdi:

Allah`ı çok zikredenlerdir.” (Tirmizi)

Bazı İslam düşmanları, Hz. Resulullah`ı (S. A. V.) anlatırken “Onun bir yanı Musa, bir yana İsa`dır” derler.

Onların nazarında Hz. Musa (as) ile Hz. İsa (as) zıt şahsiyetlerdir. Biri öfkelidir ve dünya odaklıdır. Diğeri, merhametli ve uhrevîdir.

Onlar, şüphesiz ki Allah`a ve O`nun elçilerine düşmandırlar; onların sözleri hiçbir yönüyle itibar edilmeye değer değildir.

Ama Peygamberlerin belirgin yanlarının tamamının Hz. Resulullah (S. A. V.)`ta buluşmuş olmasıyla nübüvvetin onda kemale ermiş olması bir hakikattir.

İnsanların nazarında zıt görünenlerin, buluşması İlahî yaradılışa, İlahî oluşa alamettir. Birbirine zıt zannedilenler, bir araya gelince birbirini tamamlar; aydınlığa, üretime, büyümeye, gelişmeye vesile olur.

Dünya ve ahiret, maddiyat ve ruhaniyet... Dünyevilik ve uhrevilik... İnsanların nazarında zıttır, oysa onlar birbirini tamamlar ve onların buluşması ile insan saadete erer.

İslam, İlahî dengenin hayata tezahürüdür. Ancak denge bulunduğunda İslam bulunmuş olur. Salt bir ideolojinin mücessem hâli bugünkü Batı`nın manevi felaketidir. Salt bir ruhaniliğin neticesi eski Ortodoks Hıristiyanlığın temsilcisi keşiş ve papazların göz yumduğu Bizans zulmüdür.

İslam ne dünyevidir ne ruhani... İslam ikisinin buluşmasıdır. İkisi bir araya gelmeden İslamî denge bulunmaz.

İslam`ı sadece bir devlet nizamı gibi, bir hukuk sistemi gibi düşünmek... Bazı hükümdarlar böyle düşünmüş ve halklarının saadetine engel olmuşlardır.

“Nefis terbiyesi” adı altında topluma yüz çevirmek, İslam`ın idari bir nizam oluşunu yok saymak... Böyle davrananlar da evlatlarını bugün küfür ideolojilerine kaptırmaktan kurtulamadılar.

Zikirsiz bir İslam ya da Hıristiyanvarî bir yaklaşımla sadece birtakım bireysel ibadetlerden müteşekkil bir İslam... Haşa ikisi de Resulullah (S.A.V)`a vahyolunan İslam değildir. İkisinde de kimi şahısların etkilenmelerle veya kendi düşünsel veya nefsanî inşaları vardır. O beşeri bir inşa olduğu için Hak`tan kopmuş, İlahî olma vasfını yitirmiş. Birinde kalpler huzursuz olmuş, diğerinde toplum batmıştır.

İnşirah Suresi`ne bakalım. Orada bunu göreceğiz. Bu mübarek sûre, İslam`ın dengesini açıkça beyan ediyor. Diyor ki, İslam ne sadece velev ki Allah yolunda bile olsun siyasi-cihadî faaliyetlerdir ne de birilerinin mistik hâlleridir.

Buyurun Kur`an-ı Kerim`in yüce sofrasına:

"O hâlde (bir işi bitirip) boş kalınca başka bir işe başla (başka bir işte yorul).

Ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirah Sûresi 7-8)

Ayet-i kerimelerde ifade edilen “biten (kendisinden boş kalınan) iş” nedir ve “başlanacak olan (kendisiyle yorulacak olan) iş” hangisidir?

8. Ayet-i Kerime, 7. ayette buyrulan “yorulmaya konu olacak” işi “Ve yalnız Rabbine yönel” emriyle tefsir ediyor.

Ama Ayet-i Kerimenin muhatabı Resulullah(S.A.V)`tır. O daima Allah`a yönelme halindedir. Bu durumda öğrenilmesi gereken yönelmenin ne üzerinde gerçekleşeceğidir.

İmam Kurtubî, El-Kasımî, Muhammed Ali Sabunî ve Vehbi Zuheylî`nin gerek yaptıkları alıntılardan, gerek kendi açıklamalarından varılan netice şudur:

Yüce Rabbimiz, Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa`ya (S.A.V) emrediyor:

Ey Resul`üm, Ey Muhammed, benim emirlerimi halka tebliğ etme işin bittiğinde, insanlara karşı vazifeni yerine getirdiğinde bana ibadete yönel, beni zikretmekle yorul!

Kimi müfessirlere göre “Farz namazların bittiğinde gece namazı gibi ibadetlere yönel.”

Hatta bir görüşe göre sûre Mekkî olarak bilinse de Mekke`nin fethi sırasında nazil olmuş. Dolayısıyla Medenî sûreler sınıfındandır ve kast edilen “Sen cihaddan boş kaldığın zaman zikre yönel” emridir.

Müfessirler, “biten iş” konusunda ittifak halinde değillerse de “başlanacak iş” konusunda ittifaka yakın bir noktadalar:

Emredilen, farz ibadetlerden sonra ve topluma yönelik işlerin ardından gece namazı, dua, zikir gibi ibadetlerdir. Yüce Allah, tebliğ ehli için (O`nun yolunda iş gören için) boşluk kabul etmiyor; farz ibadetlerin ardından, tebliğ ve diğer zorunlu vazifelerin ardından ondan sünnet namazları kılmasını ve çokça zikir etmesini istiyor. Tebliğ ehli için, takva sahibi mü`min için günlük hayatın çemberi ancak bu şekilde tamamlanır, tekerleğe dönüşür ve yol alır, aksi halde eksik kalır, bir tarafı eksik tekerlek gibi çakılır kalır, diğer gün ancak bir itişle bir miktar yol alır. Bu zoraki sürüş, hiçbir zaman kişiyi hedefine ulaştıramaz.

Bütün ideolojiler, birer dünya görüşüdürler; birey ve toplumlara dünya iktidarının bir yolunu önerirler.

Bütün dinler, birey ve toplumların ruhî huzurunu amaçlar; insana ruhen huzura ermenin bir yolunu önerirler. İslam`ı, şeklen, Hıristiyanlık, Budizm gibi dinlerden ayıran ise onun insanlara aynı zamanda dünya iktidarının yolunu önermesi; dünya hayatı için siyasi, sosyal, askeri, hukuki bir nizam olmasıdır.

İnsan parçalıyken huzura eremez; ayrılık, acı verir. İdeolojiler de diğer dinler de insanı parçalıyor, onun beyniyle kalbini ayırıyor. Bu yüzden onlardaki insan, daima ya birey olarak ruhen bir huzur arayışı içindedir ya da toplum olarak siyasi, sosyal, askeri, hukuki bir nizam arayışındadır. (Hıristiyan Batı, yüzyıllarca kendisi için böyle bir nizam aradı; ruhsuz kapitalizme, liberalizme, sosyalizme, komünizme tosladı, bugün ise kendi ruhunu arıyor.)

Müslümanlar, son iki asırda dünyanın çalkantıları karşısında ya sadece zühde yöneldiler; bireysel ruhî huzuru neredeyse tek amaç edindiler. Bu yüzden onların toplumları siyasi, sosyal, askeri, hukuki kurtuluşu dış güçlerin de çabasıyla, başka nizamlarda aradılar; sosyalizmin, kapitalizmin pençesine düştüler. (Örneğin, bizim coğrafyamızda nice tasavvuf ehlinin çocukları, sosyalizmin askeri haline geldi.)

Ya da, biraz da bir önceki nesle tepki olarak, İslam`ın sadece siyasi, sosyal, askeri, hukuki yönüne yöneldiler; zikri, zühdü ihmal ettiler. Mükemmel bir nizamın savunucusu oldukları halde bu yüzden birey ve aile olarak, özellikle kendi başlarına kalmak durumunda kaldıklarında, huzursuz oldular. Davaları için harcadıkları zamandan arta kalan zamanlarda boşluk hissettiler, bir bunalım yaşadılar. Özellikle Miladî 20. yüzyılın başında İstanbul`da büyük âlimlerden etkilenen ve “Selefi” olarak bilinen bazı aydınlar, bu felakete duçar oldular; onlardan pek çok isim İslam`la ilgili önemli düşünceler ifade ederken bile günahlar içinde yüzüyordu. İslam, bir bütündür; ancak bütün yönleri bir araya geldiğinde, iman, akide, farz ameller, zühd buluştuğunda, bu zıt gibi algılanan kutuplar birleştiğinde İslam`ın nuru ortaya çıkar; bireyler de toplumlar da o nurla aydınlanır. Bir kutbu alıp diğerini terk eden, saadetten yoksun kalmaya, nursuzluğa, başarısızlığa mahkûmdur.

Modern hayatın insanın önüne nice yollar koyduğu, saadete götürüyor diye ona felakete giden yolları gösterdiği bu dönemde, her dönem olduğu gibi Kur`an`ın rehberliğine ihtiyaç vardır. Rabbimizin Secde Sûresi`nde buyurduğu gibi zikir, Kur`an`dır. Kur`an okumak zikirdir. “Bizim ayetlerimize o kimseler iman ederler ki bunlarla kendilerine öğüt (zikir) verildiği zaman secdelere kapanırlar; Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük de taslamazlar.” (Secde 15)

İnsanların öğüde (nasihta) ihtiyacı vardır; zikir öğüttür; Kur`an`dan öğütlerin okunmasıdır, söylenmesidir: “Sen yine de zikirde bulun (öğüt ver); zikir (Kur`an`dan öğüt) mü`inlere menfaat verir.” (Zariyat 55)

İnsanların nefis tezkiyesine ihtiyacı vardır; zikir, nefis tezkiyesidir: “Nefsini tezkiye eden, Rabbini zikredip namaz kılan, mutlaka kurtuluşa erecektir.” (A`la 15)

Gecelerin günah için mekân olduğu bu zamanda mü`min gecesini ne uyku gafletinde, ne yumuşak yatak duyarsızlığında ne de eğlencede geçirir. Gecelerin boşluğu ancak ibadetle dolar. Zikir, gece ibadetidir, gece namazıdır. Rabbimiz, Secde Sûresi`nde mü`minlerin sıfatlarını anlatırken şöyle buyuruyor: “Yanları (vücutları) yataklardan uzak kalır; korku ve ümit ile Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” (Secde 16)

“Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.” (Zariyat 17-18)

“Geceleyin O`na secde et, namaz kıl, O`nu geceleri uzun uzun tesbih et.” (İnsan 26)

Allah yolunda hizmet ağır bir yüktür. İnsanlar, Hakk`a çağrı karşısında duyarsızdır; tebliğ ehlinin çağrısına kulak vermek istemez, onu usandırır. Dünya hayatı ve işleri ise çekicidir, tebliğ ehlini kendisine çağırır. Tebliğ ehli, çağrısının karşılıksız kalma ve dünyaya çağrının güç kazanması noktasında, bu çifte durum karşısında içsel sorunlar yaşar, amacını, etkisini sorgular, kalben boşluğa düşer, huzursuz olur. O an ya Allah`a yönelişte karar kılacak ya da dünya onu yenecek, onu kendisine alacak, sahte bir huzurla aldatmaya çalışacak. İşte bu yol ayrımı baskısını yaşamamak için çare zikirdir; Çare, Allah`ın dinine hizmette sabredenlerin yoludur. “... Allah`ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar var ya işte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.” (Ahzap 35) “Bunlar iman edip kalpleri Allah`ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah`ın zikriyle huzur bulur.” (Ra`d 28)

Abdulkadir Turan / İnzar Dergisi – Aralık 2014 (123. Sayı

devamını tıklayınız