Hüseyin Kaya / Doğruhaber / Haber Yorum
"Paralel yapı" iddiasıyla polise yönelik gerçekleştirilen operasyonlar kamuoyunda çok ses getirdi.
Operasyonun Ramazan ayına denk gelmesi ve bazı yayın organlarının “iftar ve sahur” üzerinden konuyu gündemleştirmesi, duygusal bir söyleme başvurulması tartışmayı çok farklı noktalara kadar götürdü.
“Haram yemedik” sloganı ve ona uygun bir de resimle mesele iyice dramatize edildi.
Gülen grubuna yakın yayın organlarına göre her şey hukuki ve yasaldı. Polis, yasadışı bir casusluk şebekesine karşı çalışırken “içteki hainler” tarafından engelleniyordu.
Operasyonda tutuklanan ve görevden el çektirilen görevlilerin tümü masumdu.
Yayınlar bu minvalde idi.
Bu arada “şecaat arz ederken sirkatin söyleyen merd-i kıpti” misali olaylar da yaşanmadı değil.
Zaman Gazetesinden bir söyleşi…
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını yürütürken görevden alınan ve ardından meslekten ihraç edilen İstanbul Emniyeti eski Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı ile yapılan söyleşi…
“Resmî devlet görevlilerinin telefonları kriptolu. Siz onları mı kırmaya çalıştınız?
Kriptolu sesi açmak için sizin yapmanız gereken ciddi bir yatırım var. Birkaç milyon dolar. Süper computer denen 12 milyon dolar. Emniyet’te yok böyle bir şey. Çünkü devlet güvenliği için çalıştığımız varsayılmıyor. Biz normalde adi suçlar için çalıştığımızdan, yapılan yatırıma değmesi lazım. Emniyet Teşkilatı kriptolu bir telefonu sese çeviremedi bu zamana kadar.
Bu teknoloji Türkiye’nin başka bir kurumunda var mı?
Bilmiyorum. Mesela ben Hizbullah terör örgütü ile ilgili bir faaliyet yürütsem ve çok kritik bir telefon görüşmesi olsa ve desem ki eyvah bunu mutlaka çözmemiz lazım. Bunun peşine düşerim. Ulak yollarım. FBI’a ekip gönderirim. Derim ki bunu çözeceğim, bu benim milli meselem. Ama bir sahte para organizasyonunda adam dinlerim. İki gün sonra başka bir şey söyleyecek. Ben yani suçun yapısını biliyorum.”
Şimdi bunun adı bal gibi itiraf değil mi?
Yakup Saygılı, “Elimizde yeterli imkan yok, o yüzden de FBI ile çalışıyoruz” demek istiyor. Ama her konuda değil tabii.
Mafya, PKK ve diğer sol gruplar değil, Hizbullah!
Adamın “milli meselesi” imiş, öyle basit görmeyin.
O kadar “milli mesele” ki basit görüşmelerden “örgüt bağlantısı” çıkarabilecek şekilde derinleşiyorlardı hatırlarsanız.
İslami STK operasyonlarına bir de bu gözle bakın.
Derneklere CD ve doküman bırakıp “eliyle koymuş gibi” bulmanın, gözaltına alınan kişilerin göz altına alındıktan sonra mail attıklarını iddia etmenin ne amaçla yapıldığını da anladık böylece.
Mesele milli olunca işin rengi de çabanın oranı da değişiyor.
Hükümet üyelerini ve bürokratları da Tevhid-Selam ismiyle benzer bir kategoriye sokmuş ve onlar için de muhtemelen “bir yerlerden” yardım istemişler.
Milli mesele dedik ya!