M.Müfit Yaray / Doğruhaber / Haber - Yorum
Son günlerde Türkiye kamuoyu, ilk önce Balyoz sanıklarının bir bir tahliyesine şahit oldu. Hemen ardından da Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım’ın neredeyse kesinleşmiş, hata sıradan insanlar için yargı yolu tamamıyla kapanmış olan ve Yıldırım’ın kısa sürede cezaevine gitmesini gerektiren, "futbolda şike" davasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında Aziz Yıldırım`ın da bulunduğu sanıkların "yeniden yargılanma" ve "infazın durdurulması" talebini kabul ederek sanıkları cezaevinden kurtardı. Bu kararın manası Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının yeniden uzun yıllar sürecek bir yargılanmaya tabi tutulmaları ve dolayısıyla da cezaevinden kurtulmalarıdır.
Hukukun üstünlüğü, bir ülkede en alt seviyedeki bir vatandaş ile en üst seviyedeki yöneticilerin kanun ve mahkeme önünde eşit olmasıdır. Bir devletin Hukuk devleti olup olmaması da, o ülkede hukuk üstünlüğünün tam olarak sağlanıp sağlanmadığı ile ölçülür. Eğer bir ülkede hukuk kurallarının uygulanma tarzı kişiden kişiye değişiyorsa, aynı suçu işleyen farklı kişilere farklı cezalar veriliyorsa veya üstün olanlar yaptıklarından dolayı farklı bir muamele görüyor veya hiçbir ceza almıyorlarsa o ülkede hukukun üstünlüğünden bahsetmek mümkün değildir.
Hatırlanacağı üzere birkaç ay önce de kamuoyu Ergenekon davasında yine birçok ünlü insanın, defalarca ağırlaştırılmış müebbet cezası almalarına rağmen tahliye edilmelerine şahit olmuştu.
Toplumun her kesimi, Ergenekon, Balyoz ve Şike davası sanıklarının tahliyelerini endişeyle karşılarken, cezaevlerinde bulunan 150 bin civarında kişi ve onların milyonları bulan aile ve yakınlarında Türkiye’de hukukun üstünlüğünün değil de üstünlerin hukukunun hâkim olduğu kanaatlerini adeta kesinleştirdi.
O dönemde Başbakan yardımcısı Beşir Atalay Ergenekon sanıklarının tahliyesini bakın nasıl açıklıyor. “İlker Başbuğ’un (tutuklanması) başından beri gönlümüzün razı olmadığı bir durum, baştan itibaren bu itirazlarımızı dile getirmiştik… Adliyede bununla ilgilenen yapı (her şeyi) karma karışık etti, genişletti, masum ile suçlusu birbirine karıştı.”
Yani Atalay demek istiyor ki Ergenekon davasında masum ile suçlular birbirine karıştığı için, biz gereken düzenlemeyi yaptık ve onları tahliye ettirdik.
Peki, mademki bu kadar masum insanları kurtarmaya meraklısın, öyleyse Türkiye’deki sıradan, sahipsiz mazlumların sesini neden işitmiyorsun. Ya da sen, 15-20 senedir cezaevinde yatan ve masum olduklarını iddia eden kişiler için acaba bunlar suçsuz olabilirler mi, yıllardan beri biz bu insanları boşuna mağdur etmiş olabilir miyiz, diye hiç vicdanına sordun mu? Türkiye’deki on binlerce sessiz, sahipsiz insanın, bir bilgisayardan çıktığı iddia edilen ve asılları ile oynanmış fotokopi kâğıtlarıyla, kasetlerle, kumpaslarla cezaevine atılmış Allah dostlarının, gerçek durumunu, kısacası Türkiye’deki ve dünya’daki en büyük hukuk skandalını hiç merak edip düşündün mü?
Türkiye’de yıllardan beri cezaevlerinde çürümeye bırakılmış birçok kişi (özelikle 2004 ve öncesi tarihlerde) polisin kendileri hakkında olmayan deliller ürettiğini, hatta evlerine baskın esnasında silah dâhil çeşitli suç unsuru olabilecek şeyler koyduğunu iddia ediyor. Yine birçok kişi gözaltında 20-30 gün işkence edilerek zorla bazı suçların kendilerine kabul ettirildiğini, sonra da kendilerinin bunlarla suçlandığını avazları çıktığı kadar bağırarak haykırmakta, ama seslerini bir türlü Sayın Atalay dâhil kimse işitmiyor.
İddialara göre ” Polis önce rahatsız olduğu kişilerin evlerine ve işyerine baskın yaparak bilgisayarlarına veya hard disklerine el koyup götürüyor ve aylarca yanlarında tutarak sanıkların veya avukatlarının bulunmadığı bir ortamda inceleme adı altında istediği her türlü müdahaleyi, ekleme ve çıkarmayı rahatlıkla yapabiliyor. Sonra da mahkeme heyetine sanıkların bilgisayarından şu belge çıktı diyerek sanıkların hayatlarını karartacak, yıllarca cezaevinde süründürecek bir belge sunuyor. Sanıklar her ne kadar böyle bir belgeden haberdar olmadıklarını söyleseler de, mahkeme heyeti asla “suçluların söylediklerine” itibar etmiyor ve Şerefli Türk Polisinin! Ve onların iddialarıyla yola çıkan savcıların iddialarını doğru kabul ederek suçlulara! hemen gereken! cezayı veriyor.
İddialara göre delil üreterek on binlerce insanın yıllarca cezaevlerinde çürütüldüğü Hizbullah davası hem delillerin üretilme şekli, hem de bunlardan etkilenerek cezalandırılan insanların fazlalığı açısından tam bir hukuk skandaldır. Çünkü hiçbir resmi özelliği olmayan, altında imza veya mühür bulunmayan, sanıkların dahi haberdar olmadığı ve tamamıyla üçüncü şahısların sanıklardan habersiz yazdığı kâğıtların hatta onların fotokopilerinin mahkeme heyeti tarafından sanıkların aleyhine delil olarak kabul edilmesi ve bunlara dayanarak on binlerce kişinin cezalandırılması dünya hukuk tarihine en büyük skandal veya kara leke olarak geçecek cinstendir. Hatta kesinlikle diyebiliriz ki bu durum dünya hukuk tarihinde eşi- benzeri olmayan en büyük skandaldır. Ancak ne var ki bu davanın sanıkları dindar insanlar oldukları için Türkiye medyası aleyhlerinde tam bir linç harekâtı yürütmüş, Avrupa insan hakları mahkemesi ise bu insan kıyımına seyirci kalmayı kendi dünya görüşleri açısından tercih etmiştir. Hâlbuki bu davadan yargılananlar şayet sol kesimden birileri olsaydı basın ve medya çoktan kıyameti koparmış, AHİM çoktan Türkiye devletini ekonomik açıdan batıracak kadar tazminata mahkûm etmişti bile.
İşte Türkiye Üstünler Hukuku;Ergenekon ve Balyoz davalarının önlü sanıkları + Aziz Yıldırım=Suçu ne olursa olsun sonuç TAHLİYE. Diğer Taraftan Mazlum ve Mustazatlar + sahibi-Dayısı ve parası olmayanlar = (Allah sizi ellerine düşürmesin,) Sonuç Ağırlaştırılmış Müebbet.
Ne dersiniz sizce Türkiye’de Adalet ve hukukun üstünlüğü diye bir şey var mı? Yoksa Adalet ve yargı, sadece hakim güçlerin ellerinde sahipsiz ve kimsesizlerin başında bekleyen keskin bir kılıç mı? Sahi ne dersiniz Türkiye de Hukukun Üstünlüğü mü, yoksa Üstünlerin hukuku mu geçerlidir.
"Yaşasın Aziz Yıldırım, Yaşasın Fenerbahçe, Yaşasın Türkiye Hukuku."