Hudeybiyeden 30 Mart`a Haydi! Rıdvan Biatına

Bizde beklediğimiz sonuç karşısında eminim ki eshabın çoğunun yaşadığı şaşkınlığı yaşadık fakat acaba o şaşkınlığı attıktan sonra bizde eshab gibi emre itaatte bir birimizi ezecekmiyiz.

Ekleme: 11.04.2014 10:00:00 / Güncelleme: 11.04.2014 10:00:00 / Doğrugenç / Diyarbakır Haberleri
Destek için 

Müslümanlar olarak herşeyimizi Kuran ve sünnete göre tazim etmek zorunda olduğumuzu unutmamak gerekir. Ve bizim camiamız için çok güzel bir ölçü vardır bu ölçü de Rehberin “siyer insanları vahye uydurma projesidir” sözüdür.
Hayatımızda siyerin yeri ne kadar varsa biz o kadar vahye uyma projesine uymuş oluyoruz. Bu günde siyeri nebinin sanki uygulanış şeklini görüyoruz. Her zaman kitaplarda okuduğumuz Hudeybiyenin bir kesitini sizinle paylaşayım. 30 Marta nasıl bunun canlı örneğini yaşadığımızı size gösterecegim.

 

Zaman, Hicret’in altıncı senesinin son aylarıdır. Hz. Muhammed bir gece rüyasında ashabıyla beraber Kâbe’yi tavaf ettiklerini görür. Bunun sadık bir rüya ve ilahi bir işaret olduğunu anlar. Emir verir: Umre’ye gidilecektir. Yanlarına, bir savunma aracı olan kılıçtan başka bir silah almazlar. Mekke’ye yakın ve tam da harem sınırında yer alan Hudeybiye’de, Hz. Muhammed’in devesi Kasva birden çöker. Bu çöküşteki hikmet inceliğini anlayamayan sahabiler: “Kasva yoruldu!” derler. Hz. Muhammed düzeltir: “Hayır! Bir zamanlar Fil’i engelleyen, Kasva’yı da engelledi!” der ve Kasva’nın çöküşündeki ilahi tasarrufa dikkat çeker. Müslümanlar Hudeybiye’de konaklar. Yaklaşık üç hafta sürecek heyecanlı bir bekleyiş böylece başlamış olur.
 

Mekke putperestleri gergin, savaş tehlikesi kapıdadır. Karşılıklı elçiler gelip gitmeye başlar. Mekke’den gelen yaklaşık yarım düzine elçinin en önemlilerinden biri, Taif eşrafından Urve b. Mesud’dur. Urve, Hudeybiye’de sadece bin dört yüz umre adayı değil, Mekke’nin ve Arabistan’ın geleceğini de görmüştür: “Ey halkım!” der, “Ben, Kisra’ların, Kayser’lerin, Necaşi’lerin huzurlarında da bulunmuş biriyim. Ve ben bunlardan hiçbirinin, kendi toplumları tarafından Muhammed’in sevilip sayıldığı gibi sevilip, sayıldığını görmedim...sadece ibadet niyetiyle gelmiş dindar insanları Kâbe’den engellemek” gibi büyük bir zulme imza atmaktadırlar.
 

Hudeybiye anlatması olur ve şartlar çok ağırdır.
Ebû Cendel, Kureyş müşrikleri tarafından geri alınırken, Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin huzuruna vardı ve “Yâ Resûlallah! Onu Kureyşlilere niçin geri veriyoruz? Dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?” diye konuştu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz cevaben, “Biz bu iş hakkında onlarla antlaşma yapmış bulunuyoruz! Dinimizde ahde vefasızlık yoktur!”buyurdu.
Efendimizden bu cevabı alan Hz. Ömer, bu sefer Ebû Cendel’in yanına sokuldu ve kılıcını ona doğru yaklaştırarak, “Ey Ebû Cendel! Şüphesiz, müşriklerin kanı, köpeklerin kanı gibi değersizdir! İnsan, Allah yolunda babasını da öldürebilir! Öldür gitsin şu babanı!” diye teklif etti.
 

Ebû Cendel, “Sen, neden öldürmüyorsun?” diye teklif etti.
Hz. Ömer, “Resûlullah (a.s.m.), onu ve başkalarını öldürmeyi bana yasakladı!” cevabını verince, Ebû Cendel, “Ben Resûlullah’a itaatte senden geride kalmak istemem!”diye konuştu.
Sahabeler, çok arzuladıkları halde, Kâbe-i Muazzama’yı ziyaret ve tavaftan alıkonmuşlardı. Bunun yanında, Hz. Resûlullah antlaşmayla, görünüşte aleyhlerinde olan birtakım ağır hükümlerine gereği gibi nüfuz edemediklerinden dolayı bu durum, sahabelerin son derece güçlerine gitti. Mânen rahatsızlık duydukları, hal ve davranışlarından belli oluyordu.
Kendi âleminde böylesine ağır şartlara evet demenin izahını bir türlü bulamayan Hz. Ömer, huzura varmadan edemedi ve Peygamberimize, “Sen, Allah’ın hak peygamberi değil misin?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “Evet, ben Allah’ın peygamberiyim” buyurdu.
 

Hz. Ömer bu sefer, “Biz Müslümanlar hak, düşmanlarımız olan müşrikler ise bâtıl üzere bulunmuyorlar mı?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “Evet, öyledir” buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, “Bu halde dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?” dedi.
Resûl-i Ekrem, “Ey Hattab’ın oğlu! Ben, Allah’ın kulu ve Resûlüyüm. Allah’ın emirlerine aykırı harekette bulunamam. Bu muahede maddelerini kabul etmekle de Allah’a isyan etmiş değilim. O, beni hiçbir zaman zarara uğratmayacaktır” buyurdu.
Bu sefer Hz. Ömer, “Sen, bize, Allah’ın nusret buyuracağını, gidip Kâbe’yi hep beraber tavaf edeceğimizi vadetmiş değil miydin?” dedi.
Resûl-i Ekrem, “Evet, vadetmiştin. Ancak bu yıl gidip tavaf edeceğimizi söylemiş miydim?” buyurdu.
Hz. Ömer, “Hayır” dedi.
O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz, “O halde tekrar ediyorum: Sen muhakkak Mekke’ye gidecek ve Kâbe’yi tavaf edeceksin”buyurdu.
 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, muahede ve musalaha işini bitirdikten sonra, sahabelere, “Artık kalkınız, kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı traş ediniz!” diye seslendi.
Ne var ki Hz. Resûlullah’a sonsuz hürmet ve muhabbetlerine rağmen sahabelerin hiçbirinde bu emir karşısında bir hareket görülmedi. Peygamber Efendimiz, emrini ikinci kere tekrarlamak zorunda kaldı: “Kalkınız, kurbanlarınızı kesip, sonra başlarınızı traş ediniz!”
Fakat aynı şekilde sahabeler, sanki bu emri duymamış gibi davranıyorlar, kurban kesme ve traş olma işine başlamıyorlardı.
Resûl-i Ekrem, emrini üçüncü kere tekrarladı: “Kalkınız, kurbanlarınız kesip, sonra başlarınızı traş ediniz!”
Yine sahabelerden bu konuda bir hareket görülmedi.
Emrini üç kere tekrarlamasına rağmen, ashaptan kimsenin kalkmadığını gören Hz. Fahr-i Âlem, dönüp Ezvac-ı Tâhirat’tan

Hz. Ümmü Seleme’nin yanına gitti:
“Ey Ümmü Seleme! Nedir şu halkın tutumu? Onlara, ‘Kurbanlarınızı kesiniz, başlarınızı traş ediniz’ diye tekrar tekrar söylüyorum; fakat hiçbiri emrime icabet etmiyor!” diyerek sahabelerin bu durumundan şikayet etti.
Müstesna zekâ ve fazilet sahibi olan Hz. Ümmü Seleme, “Yâ Nebiyyallah! Bu işi yapmak istiyor musunuz? O halde, şimdi dışarı çıkınız; sonra, da kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırtıp o seni traş edinceye kadar ashaptan hiçbirisine bir kelime bile söylemeyiniz” dedi; arkasından da ilave etti: “Çünkü sen kurbanını kesecek ve traş olacak olursan halk da öyle yapar!”
Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz dışarı çıktı. Hiç kimseyle görüşmeden ve hiç kimseye bir şey söylemeden, ihramını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna attı; kurbanlık develerini kesti ve berberi Huzaalı Hırâş b. Ümeyye’yi çağırıp traş oldu.
 

Bunun üzerine sahabeler de derhal kurbanlık develerini kesmeye ve başlarını traş ettirmeye başladılar.
Hz. Ümmü Seleme der ki:
“Kurbanlıklara öylesine koştular, öylesine yığıldılar ki neredeyse birbirlerini ezeceklerdi!”
Sahabelerin, Resûlullah’a muhalefet etmek için tekrarlanan emrini yerine getirmeyip bekledikleri elbette söylenemez. Belki onlar, çok ağır buldukları muahede ve musalaha hükümlerinin vahiyle ortadan kaldırılacağını düşünüyor ve bu vahiyle, Hz. Resûlullah’ın verdiği emirden vazgeçeceğini umuyorlardı....
Bizde beklediğimiz sonuç karşısında eminim ki eshabın çoğunun yaşadığı şaşkınlığı yaşadık fakat acaba o şaşkınlığı attıktan sonra bizde eshab gibi emre itaatte bir birimizi ezecekmiyiz. Devamını sizin pak aklınıza bırakıyorum fiemaniillah

 

Ebu Ali / Amed – Yaş: 25