Zaman Allah`ın İnsana Sunduğu Bir Fırsat

Ekleme: 28.02.2014 11:32:00 / Güncelleme: 28.02.2014 11:32:00 / Okur Köşesi
Destek için 

Zaman çok hızlı geçmektedir. Zamanı durdurma, geriye sarma ve satın alma şansımız yoktur. Zamanı bir film şeridi olarak tasavvur edebiliriz. Bunları: Zamanı mazi, zamanı hazır ve zamanı müstakbel olarak ayırmak mümkündür. Bu zaman dilimlerini her ne kadar birbirlerinden ayrı, bağımsız gibi telakki etsek de, aslında ekli, ilintili bütünlerdir. Yani zamanlar iç içedir, ayrılmazlar. Zaman, Allah(c.c.) tarafından insana bahşedilmiş bir nimettir. Allah katında insanoğluna biçilen ömür bellidir. O`nun ne zaman öleceği önceden tayin edilmiştir. Bunun içindir ki, hiçbir insan ne vaktinden önce dünyaya geliyor, ne de vaktinden erken dünyadan göçüyor. Gelen gidiyor, giden gelmiyor. Gelenlerden gaflete düşenlerimiz de dört elle dünyaya sarılmışız. Ne yazık ki zamanı hor kullanıp israf ediyoruz. Halbuki hayat boşluk kabul etmiyor. Zamanımızı, ibadet, namaz, salih amel ilim öğrenme gibi önemli şeylerle doldurmazsak zarar edenlerden oluruz. En büyük handikabımız, bugün yapmamız gereken çalışmalarımızı yarına ertelememizdir. Buna savsaklama diyoruz.İyi, hoş da yarının garantisini bize veren kim? Bugün yapmamız gereken bir yığın işi, yarına hangi akılla bırakıyoruz ki? Ya kervan göçmüşse, işte o zaman bir başımıza kalırız dağlar başında.

‘Zaman` kelime olarak, geçmiş zaman ve pek uzun olmayıp her an geçmişe dâhil olan şimdiki zaman için de kullanılır. Hakikaten kesintisiz gelecek zaman şimdiki zamana, şimdiki zaman da geçmiş zamana dahil olmaktadır. Çoğu kez geçmiş zamanla avunur, gelecek zaman endişesiyle kendimizi tahrip eder dururuz. Ancak zamanı hazırı hep unutur ve ihmal ederiz. Halbuki zamanını boşa geçiren hayatını boşa geçirmiştir. Üstad Bediüzzaman Saidi Kürdi hazretleri;`sabrınızı dağıtmayın, sabrınızı geçmiş zamana ve gelecek zamana dağıtırsanız sabrınız şimdiki zamana yetmez.` Birileri geçmiş zamanı kadavra hükmünde görse de sonuçta kadavranın ölüm sebepleri üzerinde düşünüp konuşulabilir. Kadavra üzerinde geleceğin doktor adaylarına ders anlatılıp ibret alınabilir. Geçmiş zamanda işlediğimiz hatalar da kadavra hükmündedir. Elbet kadavrayı diriltme şansına sahip değiliz. Doğrusu şudur; geçmiş zamanda ister yolun sağında, ister solunda yürümüş olalım. Önemli olan zamanı hazırı iyi değerlendirmektir.

Rabbimiz Allah(c.c.) Kur‘an-ı Kerim`de şöyle buyurmuş: "Asra yemin olsun! Gerçekten insan ziyandadır. Ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”

Evet, ibret ve derslerle dolu bir zaman dilimi, sürecini geride bıraktık. Eski dostlarla bir araya gelince ister istemez geçmişi bazen gülümseyerek, bazen gözlerimiz yaşararak anıyoruz. Fıtratımızda geçmişe özlem vardır. Sahabeler bile yıllar sonra kucaklaşıp ağlaşmışlardır. Çünkü geçmiş bizim değneğimiz, asamızdır. Geçmiş ilham kaynağımızdır.Bedir ve Uhut`ları, sürgünleri, zindanları unutmak mümkün mü sizce?

Burada zaman üzerine yemin edilmesinin anlamı, zamanın insanın büyük hüsran içinde olduğuna ve ondan ancak dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı gerçeğine şahit olmasıdır. Bu dört özellik:1-İman 2-Salih amel 3-Birbirine hakkı tavsiye etme,4-Birbirine sabrı telkin etmedir. Yani karlı çıkanlar, ancak bu dört özelliği taşıyanlar ve dünya hayatında ona göre davrananlar olacaktır. Dikkat edilirse Rabbimiz "Zamana yemin olsun!” demiş. Burada mutlak zamana yemin edilmiş. O halde burada iki tip zaman kastedilmiştir. Geçmiş zamana yemin edilmesinin bir hikmeti de, insanlık tarihinin yukarıda adı geçen güzel hasletlerden mahrum kişilerin hüsrana uğradıklarına şahit olmasıdır. Hülasa, geçmekte olan zamana edilen yemini anlamak için, geçmekte olan zamanın; her bir insana, her bir millete bu dünyada çalışmak için fırsat verilen zaman olduğunu bilmek gerekir.

"İnnel insane lefixusrin” Burada ‘insan` kelimesi tek olarak kullanılmıştır. Ancak sonraki ayette, insanlar arasında bu dört özelliği taşıyanlar istisna edilmiştir. Kabule şayan olan görüş, burada "insan” kelimesinin cins isim olarak kullanılmasıdır. Bu durumda,”insan” kelimesinin kapsamına şahıslar, topluluklar, milletler ve bütün insanoğlu girer. Her kesin malumudur; zehrin öldürücü etkisi vardır. Fert, toplum veya bütün insanlık zehir içmeye kalksa da sonuç değişmez. Zehir her halükarda öldürücüdür.

Değerli dostlar; bir şahıs, camia veya cemaat, oluşum ne dersen de; iman, salih amel, birbirlerine hakkı tavsiye etme, birbirlerine sabrı telkin etme özelliklerinden yoksunlarsa, küfür üzere ve kötü işler içinde bulunuyorlarsa, birbirlerini hayra değil batıla teşvik ediyorlar ve nefislerine tapmayı telkin etme üzerinde birleşiyorlarsa, bunlar da hüsran içindedirler. Hal böyleyken zalimler güruhunun yanında yer almak, zalimlere meyletmek ve onların sayılarını çok göstermek bile insana ateşin dokunması için yeterdir, artar bile. Allah`ın Resulü Hz. Muhammed(s.a.v.):”Kişi sevdiğiyle beraberdir,sevdiğiyle haşr olur.” Buyurmamış mıydı? Adama sormazlar mı bu İslam düşmanlarının safında işin ne? Müslüman`ın gayesi şeytanları ve onun çukurunda mevzilenenleri taşlamak değil midir? Şu halde kim, hangi hakla iblisleri taşlamamıza karşı çıkabilir ki? Hakikat böyleyken sen iblisin çukurundan doğrulup pişkince ‘Ah, kimdir beni taşlayan, kafamı yaran!` diyorsun. Ya da Üstad Bediüzzaman`ın deyimiyle evladı i`yalim yangının içinde yanıyor; telaşla koşuyorum ve o yangını söndürmeye çalışıyorum, yolda birilerinin ayağına basmışsam ne ehemmiyeti var.

Kar etmek, hem bu dünyada, ahrette hüsrandan kurtulmak istiyorsan felaha koşacaksın. Felah düşüncesi sadece dünyevi refahı değil, insanın gerçek dünyası olan ahreti de kapsaması gibi; husr düşüncesi de sadece dünyevi başarısızlığı değil, aynı zamanda ahretteki başarısızlığı kapsar. Lügatte husr kelimesi, "kâr`ın zıttı” olarak tarif edilmiştir. Ticarette bu kelime genel olarak bir işte zarar etmek veya iş hayatında sürekli zarar etmeyi ifade etmek için de kullanılır.

Ey Müslüman Kürtler! Bizler Allah ve Resulünün davet ve tebliğ metodu gereği öncelikle kendi nefsimizden, ailemiz, akrabamız, yakın çevremiz, yani kendi coğrafyamızdan; bu topraklar üzerinde doğup büyüyen insanlardan, kavmimizden sorumluyuz. Yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermeyelim. İslam evrensel bir dindir. Onu sınırlama lüksüne sahip değiliz. Niyetimiz birlerini kırmak, dökmek olmadığı gibi; amaç, bağcıyı dövmek de değildir üzüm yemektir. İslam Cemaati mensuplarının ezici çoğunluğu da Kürtlerden müteşekkildir. Bizim Kürtlerle ve Kürdistan ile problemimiz olamaz. Hamdolsun biz halkımızla barışığız. Problemimiz küfür ve zülüm iledir. Özellikle sistemin Kürtlere karşı Cumhuriyet tarihi boyunca uyguladığı asimilasyon politikalarını şiddetle ret ediyoruz. Bundan ötürü diyoruz ki bu topraklarda doğmuş Ustad Saidi Kurdi, Şeyh Said, Ahmed-i Xani, Selhaddini Eyyubi ve İbni Teymiye gibi alimler bizim rehberlerimiz,önderlerimizdir. Davamız bunların davasıyla birdir. Bütün bu hakikatler ortadayken biz mi Kürtlere zarar veriyoruz yoksa iflas etmiş, özümüze yabancı Marksist -Komünist davayı güden PKK /BDP cenahı mı zarar veriyor?

Elhasıl bütün insanlık hüsrandan kurtulmak istiyorsa çekişme ve ihtilaflarını bir tarafa bırakıp İslam`a sarılmalı, Allah ve Resulünün davasına can-ı gönülden bağlanmalıdır. Aralarındaki çekişmelerde Allah ve Resulünü hakem kılıp sonra o hükme razı olmalıdır ki kurtuluşa erebilsin.

Allah (c.c) Kur`an-ı Kerim`de buyuruyor;"Hayır öyle değil; Rabbine and olsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa:65)

İman etmekten kasıt nedir? Birincisi, Allah`a iman etmektir. Sadece varlığına değil, aynı zamanda tek ilah olduğuna, şeriki olmadığına; insanların ibadet edeceği yegane zat olduğuna; dua ve tevekkül edilecek varlığın ancak O (Allah -c.c- ) olduğuna; ancak O`nun emirlerine uyulup ancak O`nun yasaklarından kaçınılacağına ;O`nun fazlarının yerine getirilip ; O`nun men ettiklerinden uzak durulacağına; her şeyi duyan ve görenin ancak O olduğuna; insanın sadece fiillerini değil, fiillerini harekete geçiren gizli niyetlerini de bildiğine inanmaktır.

İkincisi; Resulullah`a inanmaktır. O`nun Allah tarafından tayin edilmiş hidayet rehberi olduğuna; getirdiği talimatın Allah katından ve hak olduğuna; O`na itaat etmenin zorunlu olduğuna inanmaktır.

Üçüncüsü; ahrete inanmaktır. Ölümden sonra tekrar diriltileceğiz. Bu dünyada işlediği amellerin hesabını Allah`a verecek ve bunun sonunda salih olanlar mükafatlandırılacak, kötü olanlar cezaya çarptırılacaklardır.

Hepimiz birer yolcuyuz bu alemde. Bir bebek olarak dünyaya geldik. İmtihan sırrı gereği bu dünyada zorlu bir yolculuğa çıktık. Nefse ağır gelse de, istemesek de ömür sermayemiz hızla erimeye devam ediyor, tükeniyor. Çocukluk dönemi, gençlik çağı, ihtiyarlık hemgamı, kabir derken cennet veya cehenneme kadar devam eden bir yolculuğa çıktık. Bu dünya hayatını bir sınav salonuna benzetebiliriz.Bir sınav salonunda bize tanınmış süre zarfında cevaplamamız gereken sorular sorulmuştur. Sorular her kese aynı yerden çıkmamıştır. Yani her kesin sınavı bir değildir,farklıdır.Halbuki zaman çok hızlı geçmektedir.Saatimizin saniyesi zamanın çok hızlı geçtiğine dair yeterli fikir verebilir.”Daha zamanım var” deyip ibadet etmeyi,salih amel işlemeyi hep erteliyoruz.Halbuki bir saniyelik zaman da uzun bir süredir.Fen Bilimlerinde; Bir saniyelik sürede ışığın 186.000 mil katettiği; içmek için bir bardağa doldurduğumuz suyun içindeki moleküllerin bir saniyede bin defa yer değiştirdiğini okumuştum.

İmam Razi(r.a.) şöyle nakleder:”Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyodu: Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin. Onun bu sözünü duyunca, bu söz Asr Suresi`nin anlamıdır” dedim. İnsana verilen ömür,bir buz gibi hızla erimektedir.Elli yaşına merdiven dayamış bir kardeşiniz olarak acizane diyorum ki; Eğer ömür sermayemizi gereksiz ziyan eder veya yanlış yere harcarsak hüsranımıza neden oluruz. Yukarıda sınav salonu benzetmesini yapmıştım. Kendisine belli bir süre tanınan öğrencinin, o süre zarfında sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması, o öğrenci için kayıp olmaz mı… Karlı çıkan öğrenciler ise,kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak için kullananlardır.Bu durumda hüsrandan kurtulmanın yolu iman edip salih amel işlemekten geçer. Allah`tan O`na yaraşır biçimde korkarak, Müslümanlar olarak can verme gayreti içinde olmalıyız.Yani ömrümüzü hüsnü hatimeyle sonlandırmalı,hakkı hem kendimize, hem nefsimize, ailemize, çocuklarımıza;hem yakın akraba ve halkımıza tavsiye etmekle mükellefiz.  

Ebu`l a`la Mevdudi Tefhimu`l Kur`an tefsirinde:”İman edenler ve Salih amel işleyenler bunu ferdi olarak yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mü`min ve salih bir toplum meydana getirmelidirler.Ayrıca, bu toplumu bozulmaktan koruyabilmek için her fert kendi sorumluluğunu idrak etmelidir.Onun için toplumun bütün bireylerine,birbirlerine hakkı ve sabrı telkin etmeleri farzdır.” Diyor.  

Demek ki şahsi olarak hak üzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalmaları sonucu hak üzerine de kaim kalamazlar;hüsrandan kurtulamazlar.Maide Suresinde, Hz. Davud ve Hz. İsa`nın diliyle Beni İsrail`e lanet edilmiştir.Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah ve zulüm irtikabını birbirlerinden men etmemeleriydi. Allah(c.c.) Enfal Suresi`nde buyuruyor: ”Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayacak bir fitneden korkup sakının.” ( Enfal:25)

Onun için emr-i bi`l ma`ruf ve nehy-i a`nil münker ümmete farz kılınmıştır.(Al-i İmran:104) Bu farizayı yerine getiren bu ümmete, en hayırlı ümmet denmiştir.(Al-i İmran:110)

Sözün dönemecine geldik kardeşler. Hak bir davamız vardır. İslam düşmanı münafık ve kafirlerin bize saldırması hak üzere bulunduğumuzun işaretidir.Allah hayreylesin,bütün oklar mü`min insanlara yönelmiş. Dün olduğu gibi bu gün de hakkı savunma ve O`nu himaye etme uğrunda bir takım meşakkat, musibet,zarar ve mahrumiyetlerle karşılaşmamız mümkündür. Bu şartlar altında her bir ferdimiz,kardeşimiz elbette sabretmeli, birbirlerine hakkı ve sabrı tekin ederek birbirlerine köstek değil, destek olmalıdırlar. Hedefimiz büyüktür ve yolumuz uzundur. Hepimiz bu alemde misafir ve yolcuyuz. ”Yolcu yolunda gerek” Evet, yolcuyuz yolun gelen gideni fazla; birileri mızıkçılık yapıp çelme takabilir. Ya da yolda tenha garip tek başına da kalabilirsin. Amaç bir şehre varmak ya da dosta kavuşmak değil midir? Bu dünyada vehamet , felaket olan yolun yolcusuz kalması değil; asıl felaket olan yolcunun yolunu kaybetmesi, yolsuz kalmasıdır. Malumunuzdur, yolculuk esnasında insana azık gerekir. Mü`min`in azığı da takvadır. Cevabı en güzel Kur`an vermiştir.

"O halde (kendinize yolculuğunuzda lazım olacak) azık edinin; fakat şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır.)Ve ey akıl sahipleri! (Sadece) benden (korkun) sakının! (Bakara :197)

Resül-i Ekrem(s.a.v.) vefakar dostu ve ashabı olan Ebu Zer(r.a.)`a hitaben:”Ey Ebu Zer! Gemini yenile. Çünkü deniz derin ve tehlikelidir. Azığını tam tekmil al.Çünkü yolculuk uzun ve uzaktır. Yükünü de hafiflet. Çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşakkatlidir. Amelini halis kıl, sadece Allah için yap, çünkü iyiyi kötüden ayıt eden Allah(c.c.) Basir`dir, her şeyi çok iyi bilir ve görür.”

Allah`ım! Bu zulüm ,küfür ve nifak girdabında dolanan hayat gemimizi batırma ! Hadiselerin dağlarvari dalgaları arasında sana tevekkül edenlerden eyle ve İslam ümmetinin gemisini sahili selamete kavuştur.

Selam ve dua ile…