Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Kudüs, 2 Ekim 1187'de Selahaddin Eyyubi komutasındaki İslam Ordusu tarafından Haçlılardan geri alındı.
Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman'dan günümüze kadar onlarca defa işgal edilen, saldırılara maruz kalan, yakılıp-yıkılan Kudüs, salt tarihi bir şehirden öte tevhid mücadelesinin merkezi ve birer tevhid kahramanı olan peygamberlerin kutlu mirasıdır.
Bu mukaddes mekân; İslam Ümmeti için sadece Müslümanların ilk kıblesi ve Hazreti Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Mirac'a yükseldiği bir mabet değildir. Bu belde, Hazreti Süleyman, Hazreti Zekeriya, Hazreti Meryem ve Hazreti İsa gibi çok sayıda tevhid önderinin ve yüzbinlerce şehidin mücadelesinin, kanının ve bu uğurda çektikleri çilenin tezahürüdür.
Kudüs; yüzyıllar boyunca putperestliğe, çok tanrıcılığa meydan okuyan, şirk düzenlerinin kökünü kazıyan tevhit hareketlerinin şehri olmuştur. Bu nedenle Kudüs milat öncesinden günümüze kadar daima bir mücadele sahası ve medeniyetlerin hâkimiyet sembolü halini almıştır.
"Beyt-i Makdis" ve "Beyt-i Mukaddes"
Kudüs, Hazreti Âdem'den bu yana gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır. Hazreti İbrahim ve Hazreti Lut'un Filistin bölgesine yerleşmelerinden itibaren bu bölge mübarek kabul edilmiştir.
Kudüs ve çevresinde Hazreti İbrahim, Hazreti İsmail, Hazreti Yakub, Hazreti Yusuf, Hazreti Musa, Hazreti Süleyman ve Hazreti İsa gibi birçok peygamber yaşamıştır.
Yeryüzünde Mescid-i Haram'dan sonra yapılan en eski mescitlerden birisi olan Mescid-i Aksa'nın yapımına Hazreti Davud başlamış ve Hazreti Süleyman buranın inşaatını tamamlamıştır.
Mescid-i Aksa'ya günahlardan temizlenme yeri anlamında "Beyt-i Makdis" ve "Beyt-i Mukaddes" ismi de verilmiştir.
Efendimiz Hazreti Muhammed'in tebliğ vazifesine başladığı ilk zamanlarda namazların Mescid-i Aksa'ya yönelerek kılınması, İslam'ın ilk kıblesinin bulunduğu Kudüs şehrinin kutsallığını göstermesi açısından önemlidir.
Arama motorlarında Mescid-i Aksa diye yazıldığında, ekseriyetle altın renkli kubbesi olan, çini işlemeli bir cami görüntüsü gelir. Aslında bu cami Mescid-i Aksa değil, Kubbetu's Sahra'dır. Mescid-i Aksa, içerisinde Kubbetu's Sahra'nın da bulunduğu ve Kıble Mescidi'ni de kapsayan 145 dönümlük bir alandır.
Kudüs şehri, tarih kadar eskidir
Kudüs kentinin etrafında kurulduğu Mescid-i Aksâ, Hazreti Âdem tarafından Mekke kentinin etrafında kurulan Kâbe-i Şerif'ten hemen sonra inşa edilmiştir.
Filistin'e bilinmeyen bir tarihte Arapların atalarından Yabusîler yerleşmiş; bugünkü Kudüs'ü inşa etmişler, şehre "Yabus" adını vermişlerdir.
Milattan yaklaşık 2 bin yıl önce ise Hazreti İbrahim (aleyhisselam), Nemrut'un baskısından dolayı Ur şehrinden hicret edip Harran ve Ürdün'e göç etmiş, oradan Mısır'a, Mısır'dan da Filistin topraklarına geçip yerleşmiş; Kudüs ve çevresi, onun soyundan gelenlerin akınına uğramıştır.
Kudüs, Milat'tan 1479 yıl önce Mısır Firavunlarının hâkimiyeti altına girmiş; Kudüs'ün idarecileri, Kudüs ve çevresini İbranîlerden korumak için Mısır'dan yardım almışlardır. Bu dönemde İbranîler, Filistin'den çıkarılmış, Mısır'a götürülmüştür.
İbranilerin İsrailoğulları olarak Filistin'e tekrar dönüşü, Milat'tan önce 1250'de, Hazreti Musa'nın (aleyhisselam) döneminde gerçekleşmiş, kendisinin vefatı üzerine İsrailoğullarının başına Yuşa bin Nun geçmiştir.
İsrailoğulları ile Filistin yerlileri arasındaki savaş Hazreti Davud'un (aleyhisselam) M.Ö. 1049'da İsrailoğullarının başına geçinceye kadar devam etmiş, onun döneminde İsrailoğulları Filistin'e tam olarak hâkim olmuşlardır. Hazreti Davud'un vefatı üzerine yerine oğlu Hazreti Süleyman (aleyhisselam) geçmiş, Hazreti Süleyman, Kudüs'ü imar edip Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa etmiştir.
İslâm'ın ilk kıblesi Mescid-i Aksâ
614'te Sâsânîler tarafından işgal edilen Kudüs'ü 629'da Bizans İmparatoru Herakleios geri almış ve İranlılardan aldığı kutsal haçı Kudüs'teki yerine koymuştur.
Milâdî 620'de, Hicret'ten 16 ay önce Hazreti Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve selem) Mirac'ı, Mescid-i Aksâ'dan gerçekleşmiş, Mirac'dan önce, Mescid-i Aksâ'da bütün peygamberlerin önünde namaz kılmıştır. Peygamber Efendimiz Mekke'de iken İslâm'ın kıblesi, Mescid-i Aksâ'ydı.
Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethi ise Hazreti Ömer'in halifeliği sırasında, 638'de gerçekleşmiştir. O dönemde İlya denen şehir, yaklaşık bir yıl Ebu Ubeyde bin Cerrah tarafından kuşatıldıktan sonra Kudüs patriğinin talebi üzerine Hazreti Ömer tarafından teslim alınmıştır.
Ömer b. Abdülaziz Yahudilerin Kudüs'e yerleşmesini yasakladı
Emevi sultanlarından Abdülmelik tahta geçince (684) Mecsid-i Aksâ ve Kubetü's-Sahra'yı inşa etti. Şam-Kudüs, Kudüs-Remle yollarının işlek hâle getirilmesiyle Kudüs ile Suriye arasındaki bağ, aynı dönemde güçlendirildi.
Velid b. Abdülmelik zamanında Mecsid-i Aksâ ve Kubbetü's-Sahra'nın inşaatı tamamlandı. Velid, Kudüs hayranıydı; kimi rivayetlere göre halkın beyatını bile Kudüs'te almıştır. Diğer Emevî sultanları da Kudüs'e önem vermişler, Kudüs Hristiyanlarıyla yakınlık kurmuş, onlara görevler vermişlerdir.
Ömer b. Abdülaziz ise Yahudilerin Kudüs'e yerleşme niyetini sezdiğinde şehre girişlerini yasaklamıştır.
Emevilerin Abbasîler tarafından yıkılmasıyla Abbasîlerden Salih b. Ali, Kudüs'ü ele geçirmiş (750) ancak Abbasîlerin merkezi yönetimi, Kudüs'ü Salih b. Ali'ye bırakmamış, merkezî yönetime bağlamıştır.
Harun Reşid Dönemi'nde ise Hristiyanlara gösterilen müsamaha artmış; Bizans İmparatoru'nun Hristiyanlara yardım etmesine ve Kiliseleri onarmasına izin verilmiştir.
Kudüs 969'da Fatımîlerin eline geçti
Kudüs, Abbasîlere bağlı beyliklerin oluşmasıyla sırasıyla Tolonoğulları ve İhşidlilerin hâkimiyetine girmiştir. Şehir İhşidlilerin elinde iken Fatımîlerin komutanı Cevher es-Sakalî'nin Filistin'e açılmasıyla 969'da Fatımîlerin eline geçmiştir; hutbe Fatımîler adına okunmaya başlamıştır.
Şehir Alparslan Dönemi'nde Selçuklu Emiri Atsız tarafından 1072'de Fatımilerden alınmıştır. Suriye'deki Selçuklu oluşumu bu dönemde istikrar bulmadığından Kudüs de istikrarsız bir sürece girmiş; 1077'de Artukluların kurucusu Artuk bin Eksûk, Kudüs'e kadar uzanarak şehri ele geçirmiş ancak Fatımîler, 1095'te şehri kuşatmışlar, 40 gün süren bir kuşatmanın ardından şehri Artuklulardan almışlardır.
Kudüs 1099'da Haçlı istilasına uğradı
Alparslan'ın Malazgirt Zaferi (1071) ve Suriye'nin karışması üzerine Süleyman Şah'ın Anadolu'ya yönelmesiyle Anadolu Selçuklularının oluşması ve İznik'i başkent edinmeleri, Ortodoks Bizans İmparatoru Aleksios'u Katolik Papası Urban'dan yardım istemek durumunda bırakmıştır. İkili arasında ulaşılan mutabakatla Haçlı Seferleri başlamış, Kudüs 1099'da Haçlı istilası altına girmiş, bu istilada Fatımî Valisi ve yakınları dışında hiçbir Müslüman hayatta kalmamış, şehrin bütün Müslümanları katledilmiştir.
"Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki"
Kudüs, Irak Selçuklularının Musul valileri ve Musul Atabeg'i İmadüddin Zengi'nin ardından Nûreddin Mahmud Zengî ve Selahaddin'in Eyyubi'nin faaliyetleri ile 1187'de Selahâddîn-i Eyyûbi tarafından Haçlıların elinden kurtarılmıştır.
"Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki" sözüyle Kudüs'ü aklından hiç çıkarmayan Selahaddin, şartların olgunlaşmasıyla harekete geçti.
Selahaddin-i Eyyubi, önce Kudüs'ün teslimini müzakere etmek için çağırttığı Haçlı heyetiyle Askalân'da görüştü. Hıristiyanlar şehri teslim etmeyeceklerini söyleyince görüşmeler sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine Selâhaddin Kudüs üzerine yürüdü. Bunu duyan gönüllü mücahidler de orduya katıldı. Sultan Kudüs'e yaklaştığı sırada öncü birliklerinden ayrılarak ilerleyen Emîr Cemâleddin Haçlılar'ın baskınına uğrayarak şehid düştü.
Selahaddin-i Eyyubi 20 Eylül 1187'de Kudüs önünde karargâh kurdu. Önce kuzeybatı sur kesimine hücum edildi. 26 Eylül'de Zeytindağı'na yerleşen Müslümanlar Sütunlu Kapı yanında surların altına lağım kazmaya başladılar. Üç gün sonra surda büyük bir gedik açıldı. Haçlılar buradan şehre girişi önledilerse de sonunda savunma çöktü. Savunmayı yöneten Balian d'Ibelin, 30 Eylül'de Selâhaddin'in karargâhına gelip teslim şartlarını konuştu.
Selâhaddin çok az bir fidye ödemek şartıyla halkın şehri terk etmesine izin verdi. Haçlılar kırk gün içinde erkek başına 10, kadın başına 5, çocuk başına 2 dinar fidye ödeyeceklerdi. Ayrıca para bulamayan binlerce kişi de serbest bırakıldı. Buna karşılık Templier ve Hospitalier tarikatları kendi mensuplarını kurtarmak için tek kuruş bile harcamadılar. Patrik de sadece kendisi için 10 dinar ödedi; sahip olduğu altın ve gümüş, ayrıca arabalar dolusu servetiyle Kudüs'ten çıkıp gitti. Selâhaddin'in bu insanca davranışı Kudüs'ü zapteden Haçlıların vahşetiyle tam bir tezat teşkil etmekteydi.
Müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde kutladılar
Mi'rac kandiline denk düşen 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Selâhaddin Kudüs'e girdi. Haçlıların seksen sekiz yıl önce kana buladıkları şehirde hiçbir taşkınlık yapılmadı; Müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde kutladılar.
Haçlılar Kudüs'ten çıkıp giderken Ortodoks ve Ya'kūbî Hıristiyanlar şehirde kaldı. Mûsevîler'in de şehre yerleşmesine izin verildi. Hıristiyanlara ait kutsal yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine teslim edildi. Bir süre Kudüs'te kalan Selahaddin-i Eyyubi, Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Mescid-i Aksâ'yı camiye çevirdi ve Templier tarikatının yaptığı değişiklikleri ortadan kaldırdı. Nûreddin Mahmud'un Halep'te yaptırdığı minberin getirilmesini emretti. Şehrin idaresini düzene koyduktan sonra 24 Şâban 583'te (29 Ekim 1187) Sûr şehrine hareket etti.
Selahaddin-i Eyyubi devrinde surlar tamir ettirildi ve önlerine derin hendekler kazıldı. Burçlar inşa edildi. Sultan, Kudüs'ün idaresini Fakih Ziyâeddin Îsâ'ya verdi, onun 1189'da ölümü üzerine de yerine Hüsâmeddin en-Necmî getirildi. Kudüs'ten ayrılan Haçlılar hâlâ ellerinde bulunan Sûr, Trablus, Antakya gibi şehirlerde kümelendiler. Kudüs Krallığı bir asır daha Suriye'nin kıyı şehirlerinde Akkâ merkez olmak üzere varlığını sürdürdü.
Kudüs'ün Selahaddin-i Eyyubi tarafından fethi, III. Haçlı Seferi'ne yol açmış; Alman, Fransız ve İngiliz Kralları Filistin'e gelip Kudüs'ü geri almak istemişler, Selahaddin-i Eyyubi tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.
Osmanlılar, 1516'da Filistin'e hâkim oldu
Eyyûbilerden sonra Memlukler ve Osmanlılar, Kudüs'ü yönetmişlerdir. Osmanlılar, Yavuz Sultan Selim'in Mercidabık Savaşı'nı kazanıp 1516'da Memlük Devleti'nin topraklarını ele geçirmesiyle Filistin'e hâkim olmuşlardır.
Osmanlılar, Filistin'i ele geçirdiklerinde Hristiyanların Filistin'e hâkim olma umutları çoktan son bulmuştur. Bu dönemde Yahudiler, Kudüs'le daha çok ilgilenmeye başlamışlardır.
İspanya'dan sürülüp Avrupa'nın diğer ülkelerinde de güvenli bir yaşam olanağı bulamayan Yahudiler, Osmanlı Devleti'ne gelmiş; Osmanlı, onları başta Balkanlar ve İstanbul olmak üzere İstanbul dışındaki yerlere yerleştirmeye çalışmıştır.
Yavuz Sultan Selim ve ardından Kanuni Sultan Süleyman, Yahudilerin Kudüs ve çevresine yerleşmesini yasaklayan bir ferman çıkararak Yahudilerin emellerinin önüne geçmeye çalışmışlardır. Buna rağmen kimi Yahudiler, Filistin'e yerleşmenin yolunu bulmuştur. Bu yöndeki tespitler üzerine III. Murat Dönemi'nden önceki Mısır Valisi, 1581, 1583 ve 1585 yıllarında üç ferman yayımlayarak Yahudilerin Filistin'e yerleşmesinin önüne geçmeye çalışmış; buraya yerleşen Yahudileri sürgün etmiştir.
Sultan Abdülhamit'in de en büyük davası Kudüs'tü. Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmak istendiğini biliyordu. "Ben yaşadığım sürece Kudüs'ten bir karış toprak vermeyeceğiz." diyen Sultan Abdülhamit, Filistin ve Kudüs konusunda hiçbir zaman taviz vermedi.
Filistin işgalinin kilometre taşı: Balfour Deklarasyonu
Haçlı seferleri sonunda gerçekleştirilen işgalden sonra ikinci büyük işgal İngilizlerin Filistin topraklarına girmesiyle başladı.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken Aralık 1917'de Osmanlı ordusunun 40 günlük Filistin savunması sona erdi ve Kudüs İngilizler tarafından işgal edildi.
İngilizlerin bu topraklara girmekteki maksatları, bölgede Yahudilerin bir devlet kurmalarına imkân sağlamaktı.
Filistin toprakları üzerinde siyonist rejimin kurulmasına, işgal ve katliamlara yol açan "Balfour Deklarasyonu"nun üzerinden tam 106 yıl geçti.
İngiltere'nin dönemin Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour'un ismiyle ün yapmış olan 67 kelimelik mesajla, 106 yıl önce Filistin toprakları siyonist projenin bölgedeki projesi lehine çalınmaya ve gasp edilmeye başlandı.
Bu Deklarasyon 2 Kasım 1917 yılında yayımlandı. Bu yazıyla bir ümmetin geleceği çizilirken, siyonist işgalcilerin düşünce ve planı için Filistin topraklarının "yurt edinilmesi" kararlaştırıldı. Bu planı savunanlar, Filistin'de haklarının olduğunu iddia etmek için bu topraklara geldiler. Dolayısıyla bu Deklarasyon ve taahhüt, "Bu toprağa sahip olmayan birinin (İngilizlerin) hakkı olmayan başka birine (Yahudilere) söz vermesidir".
Sykes-Picot Anlaşması
İngiltere bu kirli planını hayata geçirmek için bölgedeki bütün taraflarla anlaşmalar yaptı. Ürdün Kralı Şerif Hüseyin'e mektuplar yazan İngiltere, Filistin'in Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Arapların kontrolünde olacağını söylüyordu. Diğer yandan da bölgeyi bölüştürmek için Fransa ve Rusya ile Sykes-Picot Anlaşması'nı imzaladı. Anlaşmanın bir parçası olan Rusya, daha sonra Sovyetler Birliği'ni kuran Bolşevik ihtilaliyle anlaşmayı deşifre etti ve İngiliz silahının gücüyle işgal rejimini kuran Balfour'un açıklamalarını yayımladı.
Yapılan bu açıklama, İngiltere'nin her birine ayrı ayrı söz verdiği bu çevreler arasında zor bir süreci başlattı. İngiltere Dışişleri ise şoku atlatmak için önemli köşe taşlarını idare etmeye başladı. Özellikle ilk etapta bu Deklarasyonu kabul etmeyen Amerika'yı ikna etme yollarını aradı.
Amerika Başkanı Wilson bunu kabul ettikten sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığı Balfour Deklarasyonu'nu beş nüsha şeklinde yayımladı. Belgeler bölge konusunda uzman diplomatlar tarafından, dil ve taşıdığı anlamları önemseyen hukukçular tarafından incelenmeye başlandı.
Deklarasyon İngiltere'yi bağlamadığından İngiltere'deki Siyonizm Birliği Başkanı Haim Weizmann memnun kalmamıştı. Ancak buna rağmen yetersiz de olsa her türlü belgeye muhtaç olduğunu belirtti. Çünkü önemli olan pratikteki uygulama ve bunun zemin bulma şekliydi.
Daha sonra Deklarasyonun içeriği 1922 yılında Birleşmiş Milletlerdeki beş daimi ülke tarafından manda belgesine iliştirildi. İngiltere'nin Filistin'deki manda yönetiminin başına gelen (fanatik bir siyonist olan) İngiliz Yüksek Komiseri Herbert Samuel bölgeyi yönettiği beş yıllık süre içinde bunu hayata geçirdi.
Siyonistler Balfour Deklarasyonu ile ortaya çıktı
Siyonist varlık birçok sömürgeci çevrenin doğurduğu bir varlıktır. Bunu ortaya çıkarmak için, Balfour Deklarasyonu kadar iyi fırsatı hiçbir zaman yakalamamışlardır.
Bu deklarasyonla aslında İngiltere, tarihi, kültürü ve var olma hakkı olan bir halkın aleyhine bir katliam yaptı. Bu bildiri, İngiltere'nin hem Ortadoğu, hem de Hindistan politikası açısından da ayrı bir öneme haizdi. İngiliz siyaseti için Süveyş Kanalı'nın daima açık olması gerekiyordu. İngiltere ise bu konuda Araplara güvenmiyordu. Aralarında belirli bir menfaat birliği olan Yahudileri oraya yerleştirmek ve onlar vasıtasıyla bu kanalı açık tutmak istiyordu. Hindistan yolu Yahudilerce açık tutulacak, o da rahat nefes almış olacaktı.
Her ne kadar bu bildirinin ortaya çıktığı günlerde Filistin henüz Osmanlı yönetiminden kopmamış ise de kopması da yakın demekti. Nitekim 1920 San Remo Konferansı'na kadar da bu durum gerçekleşti. Balfour Bildirisi bu konferansta kabul edildi. Ayrıca İngiltere bu konferansta asıl amacına da ulaştı ve Filistin mandasını eline geçirdi. Böylece, Balfour Bildirisi'nin özünde yatan isteklerin uygulanabileceği alanın kapıları açılmış oldu.
Balfour'un siyonist lider Rothshild'e gönderdiği mektupta hitap şekli
Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu mektupta İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, siyonist lider Rothshild'e şöyle hitap etmekteydi:
"Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça bilinmeli ve anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım."
Mektubun yazıldığı tarihte Filistin'deki toplam 660 bin nüfusun 600 bini Müslüman ve Hıristiyan Arap, 60 bini Yahudi'ydi.
Bildiri ile İngilizler Filistin'i Yahudilere yurt olarak gösterdi
Bu mektupla İngilizler, Filistin'i Yahudilere yurt olarak göstererek, bu bölgede bir "Yahudi Devleti"nin kurulmasını desteklemiş ve böylece siyonist işgalin en büyük adımlardan biri atılmıştır. Bu deklarasyondan kısa bir süre sonra 1918'de Amerika, Orta Doğu'da bir "Yahudi devleti" bulunmasının, Ortadoğu politikaları için sağlam bir dayanak oluşturacağını kavradığından dolayı deklarasyonu desteklemiştir. Lord Balfour'un bu mektubu üzerine yürütülen girişimler, 1918 yılında Fransa'nın, hemen ardından da İtalya'nın de desteğini sağlamıştır.
Siyonist rejimin Filistin topraklarında resmen kuruluşunu sağlayan Balfour Deklarasyonu ile siyonistlerin bu güne kadar gelen işgal süreci uluslararası alanda kabul edildi, Filistin'i asimile ve yok etme politikasını başlatmış oldu.
Daha sonra Filistin bölgesi Yahudi göçmenlerin yerleşimine resmen açıldı. Ancak Filistin'e taşınan Yahudiler sadece bölgeye yerleşmemiş Haganah, Irgun, Stern gibi terör örgütleri kurarak Filistin halkı üzerinde baskı ve şiddet uygulamaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sürecinden itibaren başlayan bu gelişmeler savaşın son bulmasından sonra hızlanarak devam etmiş, Filistin halkı kendi topraklarında teröre, şiddete maruz kalan bir halk olmuştur. 2'nci Dünya Savaşının ardından da 14 Mayıs 1948'de siyonist rejim de işgal edilmiş topraklarda resmen kuruldu.
14 Mayıs 1948'de siyonistler sözde devletlerini ilan ettiler
14 Mayıs 1948'de siyonistler, Batılıların da desteği ile sözde devletlerini ilan ettiler. Karar, son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiği ertesi gün yürürlüğe girdi. Bugünden sonra Filistinli Müslümanlar, 15 Mayıs'ı "Nakbe" yani "felaket" günü diye anmaya başladı.
Başlangıçta Batı Kudüs siyonistlerin Doğu Kudüs ise Ürdün'ün kontrolünde iken 1967 yılındaki 6 gün savaşları sonucunda Kudüs'ün tamamı siyonistler tarafından işgal edildi.
İngilizlerin bu topraklara girmekteki maksatları, bölgede Yahudilerin bir "devlet" kurmalarına imkân sağlamaktı. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Belfour tarafından 1917'de yayımlanan ve "Belfour Deklarasyonu" olarak tarihe geçen belgede bu husus dile getirilmiştir. Söz konusu deklarasyonda, "Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır." deniliyordu.
Bu husus, Filistin topraklarının işgaliyle Yahudilerin buralara yerleştirilmesinin amaçlandığı 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması'nda da dile getirilmişti. İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan anlaşmada, Filistin toprakları üzerinde bir "Yahudi devleti" kurdurulması için bu topraklara Yahudilerin yerleştirilmesi karara bağlanmıştı.
Gaye, Yahudilerin o topraklara yığılmalarına imkân sağlamak olduğundan İngiliz işgaliyle birlikte dünyanın değişik yerlerine dağılmış olan Yahudiler de Kudüs'e ve civarına akın etmeye başladılar. Bu nedenle Yahudilerin şehirdeki nüfusları hızla arttı.
İngilizlerin Kudüs'ü işgal etmelerinde Ürdün Kralı Şerif Hüseyin'in rolü
Sykes-Picot anlaşmasının uygulamaya geçirilmesinde ve İngilizlerin Kudüs'ü işgal etmelerinde Ürdün Kralı Şerif Hüseyin'in önemli rolü olmuştur. Şerif Hüseyin, kendisine vaat edilen "Arap yarımadası krallığı" karşılığında İngilizlerin Kudüs'ü ve çevresini işgal etmelerine yardımcı olmuştur. Sykes-Picot anlaşmasının Filistin'le ilgili maddesinde "Diğer ortakların ve Mekke şerifinin muvafakati alındıktan sonra Rusya ile de istişare yapılarak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulsun" denmesi, o zaman Mekke şerifi olan Hüseyin'in ihanetteki rolünü ortaya koyuyordu.
1948'de siyonist terör rejiminin kurulmasıyla birlikte Kudüs'ün batı kesimi bu işgal yönetiminin eline geçti. Bu işgal siyonistlerin askeri başarılarıyla değil, bazı çevrelerin ihanetleri ve BM'nin birtakım siyasi oyunlarıyla gerçekleşmişti.
Siyonist işgalciler, Batı Kudüs'ü hâkimiyetlerine almalarıyla birlikte şehrin bu kesiminde yoğun bir "Yahudileştirme" çalışmaları başlattılar. Bu amaçla ilk iş olarak Arap nüfusunu göçe zorlamak için çeşitli uygulamalara başvurdular. Bu uygulamalardan etkilenenler sadece Müslümanlar değildi. Hristiyan asıllı Araplar da bu uygulamalardan nasiplerini aldılar.
Altı Gün Savaşı
1967 Haziran Savaşı'na kadar Doğu Kudüs, Ürdün'ün denetimindeydi. Siyonist terör şebekesi, "Altı Gün Savaşı" olarak da adlandırılan 1967 Haziran Savaşı'nda Arap yönetimlerin ihanetleri sayesinde Doğu Kudüs'ü de işgal etmeyi başarmış ve böylece şehrin her iki yakasını birden hâkimiyetine almıştı.
Siyonistler, Mescid-i Aksa'nın Süleyman heykelinin, diğer adıyla Siyon Mabedi'nin bulunduğu yere yapılmış olduğunu iddia etmektedirler. Bu nedenle de Mescid-i Aksa'yı yıkarak onun yerine daha önce var olduğunu iddia ettikleri Süleyman heykelini dikmek istiyorlar. Bu amacı gerçekleştirebilmek adına her türlü hile ve tuzağa başvurmaktadırlar.
Allah'ın ve Hazreti Muhammed'in övgüsüne mazhar olan bu mübarek mekân, yıllardır siyonist terör şebekesinin işgali altında bulunuyor. Sadece Filistinliler değil, dünya genelinde insanlar bu işgale karşı tepki gösteriyorlar.
İslam'ın kutsal toprakları
Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Filistin toprakları, İslam'ın kutsal topraklarıdır. Buraları, İsra ve Miraç olayının gerçekleştiği mübarek topraklardır.
Haçlılar tarafından 1099'da işgal edilen Kudüs'ün esareti 88 yıl devam etmişti. 1917'de İngilizler tarafından işgal edilip daha sonra siyonistlere bırakılan Kudüs'ün bu hali yüz yılı aşkın bir süredir devam ediyor.
İslam Ümmetinin onur ve şerefi olan Kudüs'ün kurtarılması için bazı direniş hareketleri dışında silahlı mücadele veren herhangi bir devlet yok. Kudüs işgalinin arkasındaki konsorsiyuma bakıldığında dünyanın en güçlü devletlerinin bu yapı içerisinde olduğu görülecektir. Bu işgalden kurtuluş için de bütün İslam devletlerinin askeri, siyasi ve ekonomik destek verdiği vahdetin inşası elzemdir.
Kudüs ne sadece Arapların ne de Filistinlilerindir. Kudüs İslam Ümmetinindir. 1187'de Kudüs'ü kurtarmaya giden Selahattin-i Eyyubi ne Filistinliydi ne de Arap'tı. Selahattin, Haçlılarla savaşırken bir Müslüman olarak savaşmıştı. Bu minvalde başta İslam ülkelerinin liderleri olmak üzere tüm Müslümanlar Kudüs'ü işgalden kurtarmak için mücadele etmek zorundadır. (İLKHA)