Eleştirinin, zeka ve kapasiteyi geliştiren bir süreç olduğunu belirten Prof. Dr. Tarhan, “Eleştiri, özgün olmalı, kanıta dayalı olmalı ve akla uygun olmalıdır.” dedi.
Eleştiri kültürü konusunu değerlendiren Tarhan, eleştirinin, insanın düşünce üstüne düşünmesi olarak bilinen üst düşünce becerisidir olduğunu ve bu beceri sayesinde bireylerin gelen bilgiyi pasif olarak kabul etmek yerine aktif bir şekilde sorguladıklarını, bu sürecin de eleştirel düşünce olarak da adlandırıldığını dile getirdi.
Prof. Dr. Tarhan, “Çocuklar taklit, tekrar yöntemiyle öğrenir. Çocuklar soyut düşünmeye başladıktan sonra sorular sormaya başlıyorlar. Soru sormaya başladıklarında da çocuk ‘gerekçeleriyle bunu şuraya koy dediğinizde neden koyacağım?’ diye sorar. ‘Bunu giyeceğim, neden giyeceğim? Bunu yiyeceksin. Neden yiyeceğim?’ diye sorar. Bunları anne babalar sabırla açıklayıcı bir şekilde çocuğa anlatırsa çocuk sorgulayarak ve anlayarak öğrenir.” dedi.
Yıkıcı eleştiri birçok insan tarafından sopa gibi kullanılıyor…
Bu eleştirisel düşünceyi insanlık tarihinde ilk sistematize edenin Sokrat olduğunu ve bunun için “Sokratik” sorgulama denildiğini hatırlatan Tarhan, şöyle devam etti:
“Eleştirel düşünce, düşünce üzerine düşünme olarak tanımlanabilir ve birkaç önemli özelliğe sahip olmalıdır. İlk olarak, gelen bilgiyi sorgulamak ve bu bilginin rasyonel, özgün ve analitik olup olmadığını değerlendirmek önemlidir. Eleştirel düşüncenin rasyonel olması gerekir; yani akla uygun ve mantıklı olmalıdır. Eleştirinin özgün olması gerekir; yani kişisel deneyim ve bilgilerden hareketle yeni bir bakış açısı sunmalıdır. Sadece bilinen şeyleri tekrar etmek eleştiri sayılmaz. Özgün bir eleştiri, mevcut bilgi ve görüşlerin ötesine geçer ve daha iyiye ulaşmayı hedefler. Yıkıcı eleştirilerle karşılaşan kişiler, bu tür eleştirilerin kendilerini olumsuz etkilemesini önlemek için bu eleştirilerin amacını anlamalı ve buna göre tepki vermelidir. Yıkıcı eleştiriler, çoğu zaman başkalarına hakimiyet kurma veya kişiyi köleleştirme amacı güder ve bu nedenle birçok insan tarafından sopa gibi kullanılır.”
Anne babalar eleştiri hakkı tanımıyor…
İnsanın, çevresindeki dünyayı ve yaşadığı toplumu sorgulayarak bilgi edinme isteğini karşılamaya çalıştığını, bunun da eleştirel düşüncenin temelini oluşturduğunu dile getiren Tarhan, şunları anlattı:
“Herkesin bilme ve öğrenme isteği vardır. Bu özellik, insanların sürekli olarak kendilerini ve çevrelerini daha iyi anlamaya yönelik sorular sormalarına neden olur. Bilinenin aksine eleştirel düşünceyi en çok tavsiye edilen kutsal metin Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim'de ilk ne diyor? İlk ‘Oku’ diye başlıyor. ‘Oku’ dedikten sonra ikinci olarak embriyodan bahsediyor. ‘İnsan karnında bir çocuğun doğuşunu ve kâinat kitabını anlamaya çalış’ diyor, ‘sorgula’ diyor. Düşünmeyi teşvik ediyor. Hazreti Adem'in yaratılmasıyla ilgili kıssaya baktığımız zaman melekler itiraz ediyorlar. ‘Biz yetmiyor muyuz?’ diyorlar. Bu bir eleştiridir. Bütün kadri mutlak olduğu halde Allah onlara o eleştiri hakkını tanımış. Sonra şeytan kafa tutuyor. ‘Ben secde etmem’ diyor. Ona bu hakkı tanımış. Ama ben bakıyorum annelere babalara çocuklara bu hakkı tanımıyorlar. Çocukları köleleştiriyorlar. Despot kişiler eleştiriye kapalıdır.”
Eleştiride karşı tarafta niyet çok önemli
Eleştirinin, içinde bulunulan durumu anlamak ve amaçları gerçekleştirmek için kullanılan önemli bir süreç olduğunu da ifade ede Prof. Dr. Tarhan, “Eleştirinin etkili olabilmesi için aktif, amaca yönelik ve organize bir şekilde yapılması gerekmektedir. Rasyonel düşünme, bu sürecin temelidir; yani eleştiriler belirli bir amaca ulaşmak ve hakikati anlamak için yapılmalıdır. Eleştiri, sadece bir şeyi yıkmak veya zarar vermek amacıyla değil, hakikati ortaya çıkarmak için yapıldığında kişisel ve kurumsal gelişimi destekler. Eleştiride karşı tarafta niyet çok önemlidir. Niyetimiz hakikati anlamak ise karşı taraf rahatsız olsa bile kendini geliştirir.” dedi.
Hakikati anlamaya çalışmak…
Eleştirenin de belli bir yeterliliğe sahip olmasının gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Kanıta dayalı olursa eleştiri etkili oluyor. Kanıta dayalı değilse sadece eleştirmek için sadece hislerimizi tatmin etmek için olan bir eleştiri ise hiç faydası olmadığı gibi ilişkilere de zarar veriyor. Olumsuz etkisi olan eleştiriler bu şekilde oluyor. Başkalarına kusur arayan insan daha hayat yolunun başındadır ve hiçbir şey bilmiyordur. Atalarımız Cehl-i mürekkep derdi. Komplike cehalet. Bilmez, bildiğini de bilmez. Bu tarz cahiller kusuru başkasında arar. Neden? Bu yolun başında demektir. Kişi yani hayat yolunda ilerlerken kusuru kendisinde arıyorsa yolun ortasındadır. Ama bir kimse kendinde de başkasında da kusur aramıyorsa, kendine ve başkasına helikopter gibi yukarıdan bakmayı başarabiliyorsa hiç kimsede kusur aramaz. Hakikati anlamaya çalışır. Kusur aramak için hareket etmez. Asıl doğru eleştiri budur. Gerçeği anlamak için hakikati ortaya çıkarmak için doğruyu bulabilmek için kişinin zihinsel efor sarf etmesidir. Buna içsel zeka deniyor. Kişinin kendi sorgulayabiliyor. Dışsal zeka olan da dışarıyı sorguluyor ve bu sorgulamanın sonucunda da bir karar veriyor. Bilgi ve veriye dayalı karar vermek, akla ve kanıta dayalı karar vermektir. Bunları yapabiliyorsa kişi eleştirel düşünceyi sistematik bir şekilde kullanıyor demektir.”
Durup düşünüp sonra eleştiri yapmak gerekir
“Durup düşünüp sonra eleştiri yapmak gerekir. Bir insanın yanlış yaptığını düşündüğünüzde, hemen pat diye eleştirirseniz, mahcup olabilirsiniz.” diyen Prof. Dr. Tarhan, “İyi zan ve kötü zan, eleştirel düşüncenin önemli unsurlarındandır. Kötü zan ile hareket eden bir kişi, sürekli başkalarını suçlar ve olayın gerçek yüzünü görmez. Bu nedenle ‘Dur, düşün, sonra eleştir’ demek önemlidir. Durup düşünerek, olayın nedenini anlamaya çalışmak gerekir.” dedi.
“Sen diliyle yaklaşmak yerine ben diliyle yaklaşmak lazım”
Bir şeyi anlamaya çalışmak için hemen suçlayıcı ve yargılayıcı sorular sormak yerine, nötr sorular sormanın daha yapıcı olacağını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “’Niye bunu giyiyorsun?’ veya ‘Niye elini buraya koydun?’ gibi sorular yerine, ‘Bunu buraya koymanın bir sebebi var herhalde. Nasıl oluyor?’ gibi sorular sorulmalıdır. Bu, yıkıcı değil yapıcı bir eleştiridir. Anlamaya çalışarak, ‘Onu almanın sizin için önemli bir sebebi var mı?’ diyebilirsiniz. Yanlış olduğunu düşündüğünüz bir durumda, ben diliyle konuşmak daha etkili olabilir: ‘Bence bu yaptığınız yanlış, ben olsam öyle değil, böyle yapardım’ gibi. Ben çağında yaşadığımız için, egonun, çok böyle bencilliğin yükseldiği bir çağda, narsizm çağında yaşadığımız için insanlar eleştirisel duruma orantısız tepki veriyor. Onun için sen diliyle yaklaşmak yerine ben diliyle yaklaşmak lazım.” diye konuştu.
Eleştiri, özgün olmalı
Sorgulayıcı olmanın, insanların ihtiyaçlarını tatmin edebilmesi için gerekli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Sorgulamayan insanlar köleleşmiş insanlardır. Eleştiri, zeka ve kapasiteyi geliştiren bir süreçtir. Kutunun dışında düşünmeyi ve alternatif tezler üretmeyi sağlar. Eleştiri, özgün olmalı, kanıta dayalı olmalı ve akla uygun olmalıdır. Eleştirel düşüncenin bu unsurlarını, onun temel ayakları olarak kabul edebiliriz.” dedi.
Kimse eleştirilmekten hoşlanmaz
“Eleştiri insanoğlunun hiç sevmediği bir şeydir. ‘Ben eleştirilmekten hoşlanıyorum’ filan kimse demesin. Eleştiri insanın ilk anda ruh yapısına terstir. İnsanoğlu çünkü kendini en iyi, en akıllı görme eğilimindedir. Bu nedenle eleştiriden rahatsız olması normaldir.” şeklinde konuşan Prof. Dr. Tarhan, şunları ifade etti:
“Karşı tarafı kötü hissettirmeden nasıl eleştiri yapabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Diyelim ki, birinin çantasında akrep var ve bu durumu onu panik yaptırmadan söylememiz gerekiyor. Hatta, bilgelikle ilgili bir hikâye var: Çok yakınmacı, her şeyi eleştiren bir talebe varmış. Sürekli dünya hakkında şikâyet edip, her şeyde kusur arıyormuş. Hocası eline bir torba tuz alıp, bir avuç suyun içine koymuş ve talebeye içmesini söylemiş. Talebe içememiş ve suyun çok acı olduğunu söylemiş. Hoca onu alıp, daha büyük bir tuzlu göle götürmüş ve suyu göle atmış. Şimdi iç demiş. Talebe bir şey duymadığını söylemiş. Hoca, ‘Bak, acılar böyledir’ demiş. Burada kime söylediğin ve nereye söylediğin önemlidir. Küçük düşünerek eleştirirseniz, insan acı çeker. Büyük resmi görerek eleştirdiğinizde, karşı taraf bu eleştiriyi yardım etmek amacıyla yapıldığını anlar ve rahatsız olmaz. En ağır, en zor, en kaba sözü bile en nazik, en hoş bir şekilde söylemek mümkündür. Bu, bir beceridir.”
Çocuğun kişiliğini eleştirmemek gerekiyor
Bir çocuğu eleştirmek gerekiyorsa, bunu gerekçeleriyle birlikte yapmanın önemli olduğunu dile getiren Tarhan, “Çocuğun kişiliğini eleştirmemek gerekiyor. Kişiliğini eleştirirseniz, ‘Senden ne köy olur ne kasaba. Senden adam olmaz. Boşuna okuyorsun’ gibi sözler çocuğu değersizleştirir ve öz güvenini düşürür. Ancak, kişiliğini eleştirmeyip, ‘Bak, sen iyi bir insansın, iyi bir çocuksun ama şu yaptığın doğru değil. Bunu düzeltmeye çalış. Senin yerinde olsam şöyle yapardım’ demek daha yapıcıdır.” dedi.
Eleştiri karşısında hislerimizle hareket edersek, oyuna geliriz
Yıkıcı bir eleştiriye maruz kalan kişinin soğukkanlı bir şekilde dinlemesi ve ardından soğukkanlılıkla cevap vermesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Tarhan, “Eleştiri karşısında hislerimizle hareket edersek, oyuna geliriz. Eleştiren kişiler genellikle baskı, tehdit, korkutma ve sindirme yoluyla hareket ederler ve bizi domine etmeye çalışırlar. Eğer onların yöntemlerine başvurursak, yeniliriz. Bu yüzden, strateji değişikliği yaparak eleştireni mantığın olduğu alana çekmeliyiz. ‘Ben seni anlamak istiyorum’ diyerek yavaş ve sakin bir şekilde konuşmak, karşı tarafın düşünen beynini harekete geçirir. Bu şekilde, sebep-sonuç ilişkisinin olduğu bir alana yönlendirir ve hakikati anlamaya çalışır. Eğer eleştiri cahilce ve ahmakça bir eleştiri ise, bu tür eleştirilere cevap vermek yerine, uzaklaşmak en iyisidir.” şeklinde sözlerini tamamladı. (İLKHA)