Tam 109 yıl önce bugün bir zafere şahit olan Çanakkale, iman gücüyle nasıl zafer kazanıldığını, sayıca az olsa da Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla neler yapılacağını tüm dünyaya gösterdi.
Dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen Çanakkale savaşı; sebepleri, muharebeler esnasında yaşananlar ve halâ devam eden sonuçları bakımından çok yönlü incelenmesi gereken bir savaş olarak tarihte yer alıyor.
Savaşların önemli unsuru silah üstünlüğü olarak görülse de aslında bu durum belirleyici olmamıştır. Nitekim Çanakkale savaşı, insan unsurunun teknolojik gücün üzerinde olduğunu göstermiştir. Çünkü ancak insan strateji belirler, taktikler uygular, fedakarca canını ortaya koyar. Ve bu meziyetlerin hiçbiri dünyanın en gelişmiş silahlarında bulunmaz.
Osmanlı toprakları üzerinde gözü olan devletlerden Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan'ın tek amacı Boğazlara sahip olmaktı. Çünkü İstanbul ve Çanakkale boğazları, sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitlerinden ibaret değildir. Her iki boğaz, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de Atlas ve Hint Okyanus’larını, büyük kıta kara parçalarını birbirlerine bağlayan jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve ekonomisi üzerinde her zaman etkili olmuştur.
O dönem Osmanlı Devleti’nin tüm iktisadî, siyasi ve askeri faaliyetlerinin merkezi olan İstanbul’un düşüşü bir anlamda Osmanlı Devleti’nin yıkılışı anlamına geliyordu.
Bazı devletler, Çanakkale’yi geçmek için hazırlıklara başlamış ve bu durum Osmanlı Devleti tarafından yakından takip ediliyor, gerekli hazırlıklar yapılıyordu.
Osmanlı, Çanakkale’de muhtemel bir deniz harekâtına karşı güvenlik için savunma hattı kurmuş ve bunun için oluşturulan Müstahkem Mevki Ordu Kumandanlığına ise, daha sonra Çobanlı soyadını alan Malatyalı Cevat Paşa'yı getirmişti.
Savaşın başlaması
Kibir abideleri İngilizler ve Fransızlar, kukla sömürge askerleri ile birlikte, donanmalarını Çanakkale boğazına doğru yola çıkarmış ve üstlerine, 'Havalar güzel giderse kısa zamanda Çanakkale’yi geçer, İstanbul’a varırız!' şeklinde raporlar veriyorlardı.
Artık Çanakkale'de savaş ve sıcak çatışma başlamış, İngiliz donanması, Çanakkale boğazına girmiş, karada tabyalara mevzilenmiş olan Mümin ordunun siperlerini bombardımana başlamıştı. Bombardımanlar o kadar şiddetliydi ki Osmanlı askeri, başını siperlerden çıkaracak fırsatı bulamıyordu. Buna rağmen bombardıman nedeniyle askerler şehit düşüyor, ağır bir şekilde yaralanıyordu.
Buna karşın Osmanlı ordusunun topları ise Çanakkale boğazında yüzen düşman zırhlılarına yetişemiyordu. Osmanlı ordusunun bu askeri donanım eksikliğine rağmen düşman donanması saldırılarını Mart ayı başlarında tekrarladı ancak bir sonuç alamadı. Çünkü başta da bahsettiğimizi gibi her şey silah üstünlüğü değildi. Osmanlı ordusu, küffara karşı büyük bir imanla karşı duruyor, Allah'ın ayetlerini düstur edinerek "Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" (Bakara-249) ilahi fermanını tecelli ediyordu.
Hazreti Hamza misali, "Gözlerinin gördüğü hiçbir şeyden korkmayan" yüreği iman dolu askerler, 18 Mart sabahı üç deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirince hiçbir tereddüt yaşamadılar. Allah'a dayanıp güvenen ancak "gayreti" elden bırakmayan Osmanlı ordusu, bir gün öncesinde Nusret mayın gemisiyle Çanakkale Boğazı’ndaki Karanlık Limanın güney kısmına mayın döker.
Bir gün sonrası 18 Mart 1915’te Amiral de Robeck Çanakkale’ye esas saldırıyı başlatır. Ocean zırhlısından atılan büyük bir top mermisi, Seyit onbaşının da içinde bulunduğu siperin tam önüne isabet eder. Askerler şehit düşer ancak sancağı bir an olsun düşürmezler.
"Attığında da sen atmadın, Allah attı!"
Dostlarının, çok arzuladığı şehadet mertebesine ulaştığına şahit olan Seyit onbaşı, "gözünün gördüğü" Ocean zırhlısını hedef almak için kıyama kalkar; büyük bir şuur ve imanla 275 kiloluk top mermisini sırtlayarak imkansızı başarır.
"Savaşta onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü; attığında da sen atmadın, Allah attı; bunu da müminlere kendinden güzel bir lütufta bulunmuş olmak için yaptı. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir." (Enfal 17 ) ayetinin sırr-ı mucibine sığınan Seyit onbaşı, 275 kiloluk top mermisini Ocean zırhlısına tam isabet ettirir ve savaşın seyrini değiştirir. Gemi, ağır hasar alarak batmaya başlar. Yaşadıkları bu mucizevi olay karşısında acze düşen diğer düşman gemileri ise kaçmaya başlar ancak onlar da bir gün öncesinde Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlara çarparak boğazın derin sularına gömülür. İslam ordusu imanıyla küffara galebe çalar ve tarihe 18 Mart zaferini kaydeder.
"Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi…"
Aziz orduyu zafere ulaştıran kuvvet şüphesiz "iman ve cihat" aşkıydı. Çünkü onlar, "Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (es-Saff 11) ve "Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!" (Tahrîm 9) ayetlerini tatbik etmişti.
Onlar, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz" (Maide 35 ) buyruğunu yerine getirmişlerdi.
Bu mukaddes zafer, sadece Anadolu coğrafyasına meşale olmamış; bütün İslam dünyasını uyandırmış ve ümitlendirmişti. Çanakkale, emperyalist İngiliz ve Fransız sömürgesi olan Müslüman ülkelerde bir iman, ümit ve hürriyet meşalesi de yakmıştı. Çanakkale Zaferinin sevinci ve heyecanı ile kendine gelen Müslümanlar, başta Hindistan olmak üzere, bütün dünyada bağımsızlık mücadelesini başlattılar.
Çanakkale Zaferi, Allah'ın rızasını kazanmak ve "İlay-ı Kelimetullah'ın" yeryüzüne hakim kılınması için çarpan yüreklerin esaret altına alınamayacağı gösterdi.
Muzaffer ordu, Hendek Savaşı'nda müşrikleri hendeklerden geçirtmeyip namusunu, dinini koruyan sahabelerdeki ruhu taşıyordu. Bedir’de az sayıda Müslüman’ın müşriklere galip gelmesindeki inanç ve şehadet arzusunu barındırıyordu.
Mehmet Akif’in deyimiyle: "Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi…" (İLKHA)