Milli Eğitimin Temel Sorunları

Abone Ol

Eğitim sisteminin temel amacı kendi toplumunun düşünce dünyasına münasip insan yetiştirmektir. Toplumsal düşünme sistemini esas almayan bir eğitim sisteminde yetişen insanda aidiyet duygusu gelişmediği için sorumluluk duygusu da gelişmez ve haliyle egemen küresel sermaye sahiplerine potansiyel bir eleman oluverir.

Toplumun düşünce dünyası, inanç ve kültürü demektir. Kendi dinamiklerinden kopuk bir eğitim sistemi yarardan çok tahribat oluşturur. Kültürel dinamikler temel alınarak yapılan eğitim sistemi fertlere özgünlük sağlarken toplumlara da gelişmişlik sağlar.

Ülkemiz, Tanzimat döneminden itibaren özgün bir eğitim sistemine geçememiştir. Hem paradigma hem de yapısal olarak batılı toplumların etkisinde kalmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de eğitimin amaç-hedef-paradigma temelli bir çıkmazın içinde olduğu bir gerçekliktir.

Eğitim sisteminin temel kaynağı Batılılaşmayı amaç edinmesi ve bunun sonucunda içine düştüğü sekülerleşme tehlikesidir. Başarısızlık, kalitesizlik, okulların fiziki yapıları, derslik azlığı, öğretmen yetiştirme ve diğer sayısal alandaki sorunlar esas sorunu, sorun olarak görememenin getirdiği telaşın ta kendisidir.

Batı dünyası; dini, hayatın kıyısına ve insanın içine hapsetmeyi hedeflemiş ve başarmıştır. İnsanın ruhsal-duygu tarafını görmezden gelerek sadece bilgi ve becerilerin geliştirilmesine odaklanan bir eğitim, insanda aidiyet duygusunu ortadan kaldırır.

Batı’nın eğitim paradigması; kültür yerine yasaları, din yerine psikolojiyi ikame ederek eğitimi araç olarak kullanmıştır. Öncelikle dinin, hayatın ve insanın üzerindeki hâkimiyetini azalttılar, akabinde seküler anlayışı getirdiler ve nihayetinde pragmatist anlayışı enjekte ederek neticeye ulaştılar. Böylece küresel sermaye patronları, kendilerine uygun insan yetiştirmek için hemen her ülkede eğitimi genel ve zorunlu hale getirmeyi de başardılar. Hâkimiyetini kuran, sürdüren ve pekiştiren ana aktörler; zorunlu ve genel eğitimde ısrarcı oldular. Çünkü eğitim, kültür transferinin en kolay ve sağlam yoludur. Modern dönemlerde Almanya’da başlatılan okullar, zamanla dünyanın diğer ülkelerine de yayılmıştır. Yani amaç hâsıl olmuştur. Artık vermek istedikleri her ne varsa bu kurumsal yapılarla sindire sindire yutturdular. Ana aktörlerin etkisine şu ya da bu şekilde giren ülkelerin kukla yöneticileri ve sözüm ona akıl danışmanları eğitimle, batının pragmatist anlayışını enjekte ederek insanlarımızı kültürlerinden uzaklaştırdılar.

Sermaye kurtlarının kurduğu seküler hayatta; din hayatın dışına, kültürler mekânlara, şehirler ekonomiye, kurumlar bekçiliğe, adet ve gelenekler eskiye indirgenirken seküler insan; akla, ekonomiye, okula, dünyaya ve paraya odaklandırılmıştır. Böylelikle modern dünyada hayat ve insan belli bir formata kavuşturulmuştur. Bu süreç ülkemizde Tanzimat döneminden itibaren fiilen başlamıştır. İslam ülkelerindeki Seküler yöneticilerin Batı’yı önceleyen hedefleri arasında en önemlisi, dini yani İslam’ı kontrol altına almak olmuştur. Böylelikle İslam, batılı paradigmanın sınırları içinde serbest bırakılırken, Müslümanların bu paradigmayla çelişmemek koşuluyla özgür(!) olmasına izin vermiştir. İslam paradigmasından uzaklaştırılan Müslümanlar, diğer Müslümanlarla bağsız ve bağlantısız, her biri kendi başına olmak üzere baskı ve korkuyla dindar yetiştirmeye koşullandırılmışlardı.

Eğitimi; Batılılaşma sorunu olarak görmeyip yapısal ve teknik düzenlemelerle uğraşmak, eğitim sorununun öteden beri çözülememesinin esas nedenidir. Nitekim 1924 ve 1925 yıllarında düzenlenen 2. ve 3. Heyet-i İlmiye’de görüşülen sorunlar (MEB, 2017); okulların öğretim süresi, okullara kayıt için başvuran çocukların tümünün kabul edilmesi için okul kapasitelerinin artırılması, öğretmenlere verilecek pedagojik formasyonun esaslarının tespit edilmesi, liselerin yeniden düzenlenmesi gibi günümüzde geçerliliğini sürdüren sorunlardır. Yani eğitimin amacından çok eğitim sisteminin yapısıyla hep ilgilenilmektedir.

Sonuç, KOCAMAN ÇÖZÜMSÜZLÜĞE devam.