Belki de insanın dünyaya gönderilmesinin en büyük hikmetlerinden biri hatta en önemlisi insan cevherini işleme merkezi diyebileceğimiz bu güdüdür. Cennette ilerleme yoktur, olamaz da. Sabitlik ve rahatlık vardır. Ama dünya böyle değildir. Her şeyiyle bu ilke istikametinde ilerler. Bu sebeple bu melekenin gereğini yapmayanlar için 'ot geldi, saman gitti' deyişi kullanılır.
Bu cevher İslam`ın bireysel olarak bütün insanlık için koyduğu 'ideal insan` 'İnsan-ı Kamil' hedefine ulaşma yolunda insanın en büyük yardımcısıdır. İnsan hayatının ve neslin devamı için iştah(şehvet) nasıl en büyük yardımcı ise yücelme, 'İnsan-ı Kamil' hedefine ulaşma için de bu cevher en büyük yardımcıdır, destekçidir.
Ama her iyinin, güzelin, matlub olunanın önünde engeller, saptırmalar olduğu gibi bu cevherin önünde de engeller ve saptırmalar mevcuttur ve bunların hiçbiri 'Hübb-ü cah(makam sevdası)` ve 'mal sevgisi` kadar tehlikeli değildir. Zira bu iki hastalık engel değil saptırmadır ve saptırmalar sürekli engellerden daha tehlikeli olmuşlardır.
İslam`ın mal ve makama bu kadar şiddetli bir şekilde savaş açmasının en büyük hikmeti budur. Yani insanın ilerleme duygu ve yeteneğini başka mecralara kanalize etmesindendir. Yapılarında taşıdıkları yalancı 'kemal`dendir.
Mal ve makam iki büyük çekim merkezi, güç kaynağıdır. Etrafına güç ve imkan toplar ve bu da malın ya da makamın sahibinde yalancı bir kemal duygusu oluşturur. Dolayısıyla insandaki kemale duyulan açlık duygusunu bastırır. Kişi kendisini kamil zanneder. Bir dev gözüyle kendisine bakar ama kof olduğunun farkına varmaz, vardırılmaz.
Kendisini kamil sayar ama kemalin olmazsa olmazları hasletler; takva, ihlas, diğergamlık, yiğitlik, cömertlik ...`ten yanında ya eser yoktur ya da çok sönük bir şekilde vardır. Kendisini kamil sanır ama kendisinden başkasını düşündüğü yok, en ufak bir olay karşısında şiddetle sarsılır, ruh kimyası bozulur, hayvani güdüleri için olmadık fedakarlıklarda bulunmaktan kaçınmaz, bu başkasına büyük zararlar verse dahi… daha başka nice hikmetten dolayı İslam mal ve makam sevdasına şiddetle savaş açmış, müntesiplerini bu yan etkilerden kurtarmak için uzun uzun reçeteler hazırlamış ve onların kullanımına sunmuştur.
Geçenlerde bir parti yetkilisi bir tv. Programında kendi partilerinin kuruluş sürecinden bugüne nasıl makamdan vareste ettiklerini ve her birinin diğerini öne çıkardığını ve bu sayede nasıl doğru kararlar alıp Allah`ın kendilerini buralara getirdiğini anlatıyordu. —Kendisinin samimi olmasını ve tanınmış diğer Müslümanların da bu şekilde olmalarını samimi olarak diliyorum – programı sunan, ki kendisi laikliğin tipik temsilcilerindendir, ağzı açık inanmadığını, inanamadığını, şu an rüyada imiş gibi hissettiğini ifade ediyordu haklı olarak. Zira inandığı değerler duyduklarının tam aksini ona telkin ediyordu. Söz konusu makamlara gelmek için her şeyin yapılabileceğini, yapmayanın aklından şüphe edilmesi gerektiğini ona ders olarak vermişti, kemallikten anladığı da buydu. İçindeki yücelme duygusunun bunu emrettiğini zannediyordu. Bugüne kadar şahit oldukları da bu yöndeydi. Hiç şüphesiz ülkeyi bu kadar felaketin içine atan bu kötü eğitimin telkin ettiği bu hasletlerden başkası değildir.
Bilmem davetçinin bu hasletlere karşı uyanık olması gerektiğini ifade etmeye gerek var mı?
Peki, Müslüman hiç mal ya da makam talep etmez mi? Hiç şüphesiz eder ama ailesi; 'Keşke bizimle hilafet arasında doğu ile batının arasındaki mesafeden daha uzak bir mesafe bulunsaydı' diyen Ömer b. Abdülaziz`in hanımı gibi demelerini sağlayacak şekilde hareket edecekse. Aksi halde helaklarına sebebiyet verebilir.
Mal hakkında ise Hz. Resulullah`ın şu hadisi yeterince açıklayıcıdır: 'Sahabeden biri dükkanını çok erken saatlerde açar. Bunu görüp Resulullah ile beraber olan sahabeler onu bu davranışından dolayı kınarlar. Hz. Resulullah; 'Eğer bununla insanlara üstünlüğü amaçlıyorsa helaktadır, ama eğer çocuklarının rızkı için(onların başkasına muhtaç olmaması için) yapıyorsa o Allah yolunda cihaddadır.' diye buyuruyor. Eğer iyilik yolunda malını hadim yapabilecekse bundan güzel şey mi olur?