Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed Al Haddad’ın Türkiye ziyareti sonrası dönüş yolunda hayatını kaybettiği uçak kazası, zamanlaması ve bölgesel gelişmelerle birlikte çok boyutlu bir tartışmanın merkezine oturdu. Ankara yakınlarında yaşanan kaza; teknik soruşturma sürerken, Türkiye–Libya ilişkilerinin geldiği nokta, Doğu Akdeniz’de yükselen jeopolitik gerilim ve kazadan hemen önce gerçekleşen Türkiye karşıtı bölgesel zirve nedeniyle siyasi ve stratejik arka planıyla da yakından izleniyor.

Türkiye’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretin ardından ülkesine dönmek üzere Ankara’dan havalanan Libya Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali Ahmed Al Haddad, geçirdiği uçak kazasında hayatını kaybetti.

Edinilen bilgilere göre, Falcon 50 tipi özel uçak, Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan Trablus’a gitmek üzere havalandıktan yaklaşık 19 dakika sonra, Ankara’nın Haymana ilçesi sınırlarında düştü. Uçağın enkazına, Esenboğa’ya 105 kilometre uzaklıktaki Kesikkavak köyü yakınlarında ulaşıldı.

Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, kazada uçakta bulunan 8 kişinin tamamının hayatını kaybettiğini açıkladı. Hayatını kaybedenler arasında Libya Kara Kuvvetleri Komutanı Futuri Gribel, Askeri İmalat Kurumu Komutanı Mahmud Al Katavi, Genelkurmay Başkanı Danışmanı Muhammed Al Assavi Diyab, Genelkurmay Başkanlığı fotoğrafçısı Muhammed Ömer Ahmed Mahcub ile üç personel de bulunuyordu.

Libya yönetimi, kazanın ardından ülkede 3 günlük ulusal yas ilan edildiğini duyurdu.

Türkiye İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, yaptığı açıklamada 1988 yapımı uçağın, kazadan kısa süre önce elektrik arızası bildirdiğini belirtti. Olayla ilgili teknik inceleme ve soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, düşen Libya heyetini taşıyan uçağa dair açıklamasında "saat 02:45'te uçağa ait ses kayıt cihazı, saat 03:20'de ise karakutu bulunmuştur. Bunların inceleme ve değerlendirme süreçleri ilgili kurumlarca başlanmıştır" dedi.

Bahçeli’den Kazaya İlişkin ‘Düşündürücü’ Yorumu

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed Al Haddad’ın hayatını kaybettiği uçak kazasına ilişkin dikkat çeken ifadeler içeren bir taziye mesajı yayımladı. Bahçeli, mesajında kazanın yalnızca üzücü değil, aynı zamanda “düşündürücü” olduğuna vurgu yaptı.

Bahçeli, Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan Trablus’a gitmek üzere havalanan Falcon 50 tipi özel jetin Haymana civarında düşmesini hatırlatarak, kazanın zamanlamasına özellikle dikkat çekti. Türkiye ile Libya arasındaki ilişkilerin son dönemde yoğunlaştığını belirten Bahçeli, şu ifadelere yer verdi:

“Türkiye–Libya arasındaki samimi ve yakın diyalogların arttığı, karşılıklı hak ve çıkarların eşgüdüm halinde müdafaa edildiği bir dönemde vaki olan uçak kazası hem düşündürücü hem de ziyadesiyle üzücüdür. Tarihi, siyasi, ekonomik ve köklü ilişkilerimiz olan Libya’nın acısı elbette Türkiye’nin de acısıdır.”

Tescil, Kiralama ve Sosyal Medya Paylaşımları

Libya Genelkurmay Başkanı’nı taşıyan ve Ankara yakınlarında düşen uçağa ilişkin teknik ve idari ayrıntılar netleşirken, kazanın ardından sosyal medyada yapılan bazı paylaşımlar kamuoyunda tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Resmi kayıtlara göre düşen uçağın, Malta tescilli Dassault Falcon 50 tipi bir jet olduğu ve kuyruk numarasının 9H-DFJ olduğu belirlendi. Uçağın, Malta merkezli Harmony Jets filosunda yer aldığı, devlet uçağı statüsünde olmadığı ve özel bir şirket üzerinden kiralama yöntemiyle kullanıldığı bilgisi iddia edildi.

Aynı zamanda uçağın resmi askeri ya da devlet envanterine kayıtlı olmadığı, charter (kiralama) modeliyle uçuş gerçekleştirdiği iddia edildi. Bu durum, kazaya ilişkin teknik soruşturmanın kapsamını sivil havacılık mevzuatı çerçevesinde genişletti.

Öte yandan kazayla aynı saat dilimlerinde, Tel Aviv merkezli olduğu belirtilen bazı sosyal medya hesaplarından yapılan provokatif içerikli paylaşımlar dikkat çekti. Özellikle “iyi şanslar Erdoğan” benzeri ifadeler içeren mesajların dolaşıma sokulması, bazı çevrelerde zamanlama ve niyet tartışmalarını beraberinde getirdi.

Siyonist terör rejimi lehine yayın yaptığı bilinen kimi hesapların olayı siyasi bağlamla ilişkilendiren yorumlar yapması, sosyal medyada “kaza mı, kasıt mı?” sorularının yeniden gündeme gelmesine yol açtı.

Türkiye’yi Hedef Alan Üçlü Zirvenin Hemen Ardından kaza: Zamanlama Dikkat Çekti

Siyonist terör rejimi, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi liderlerinin Türkiye’yi doğrudan hedef alan açıklamalar yaptığı Kudüs’teki üçlü zirvenin hemen ardından, Libya Genelkurmay Başkanı’nı taşıyan uçağın Türkiye’de düşmesi zamanlama açısından dikkat çekici bulundu.

Siyonist terör rejiminin sözde Başbakanı Benyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi lideri Nikos Hristodulidis, Kudüs’te düzenlenen zirvede savunma, güvenlik ve askeri işbirliğini masaya yatırdı. Zirvede, üç ülkenin katılımıyla 2 bin 500 askerlik ortak bir müdahale gücü kurulması gündeme gelirken, açıklamalar özellikle Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin artan etkisine karşı bir dengeleme mesajı olarak yorumlandı.

Zirve sonrası yapılan ortak basın toplantısında Netanyahu’nun Ankara’yı hedef alan sert ifadeleri dikkat çekti. Netanyahu, “İmparatorluk kurma hayali olanlara sesleniyorum” diyerek Türkiye’ye göndermede bulundu ve üçlü ittifakın askeri kapasiteyi güçlendirdiğini savundu. Rum lider Hristodulidis ise ittifakın “sınırının olmadığını” ifade ederek daha da ileri gitti.

Bu açıklamalardan kısa bir süre sonra, Türkiye’yi ziyaret eden Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed Al Haddad’ı taşıyan uçağın Ankara’dan Trablus’a dönüş yolunda Haymana yakınlarında düşmesi, siyasi ve diplomatik çevrelerde “tesadüf mü?” sorularını beraberinde getirdi.

Yunan ve siyonist basınında zirve öncesinde yer alan haberlerde, üç ülkenin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki askeri gücünü sınırlamak amacıyla ortak bir askeri yapılanma oluşturmayı planladığı açıkça dile getirilmişti. TA NEA gazetesi, bu gücün Rodos ve Kerpe adalarında konuşlandırılacağını yazmıştı.

Kaza ile zirve arasındaki zamanlama örtüşmesi, özellikle Türkiye–Libya ilişkilerinin son dönemde derinleştiği bir süreçte yaşanması nedeniyle “düşündürücü” olarak değerlendiriliyor.

Resmi makamlar kazaya ilişkin teknik soruşturmanın sürdüğünü belirtirken, bölgesel gelişmeler ve zirvede dile getirilen Türkiye karşıtı askeri ittifak söylemleri, yaşanan facianın jeopolitik arka planla birlikte okunmasına neden oluyor.

Türkiye Libya’da Çok Cepheli Bir Strateji İzliyor

Türkiye’nin Libya politikası, 2019–2020 döneminde açık ve net bir çerçeveye oturdu. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin, Halife Hafter güçlerinin başlattığı kapsamlı saldırılar karşısında Ankara’dan resmi askerî destek talep etmesiyle süreç yeni bir evreye girdi. Bu talebin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Ocak 2020’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Libya’da görevlendirilmesini mümkün kılan tezkereyi onayladı. Karar, Türkiye’nin Libya krizinde açık biçimde Trablus’tan yana konumlandığını ortaya koydu.

Bu süreçte Türkiye’nin askeri danışmanlığı, savunma sanayii ürünleri ve özellikle insansız hava araçları, sahadaki dengeleri kısa sürede değiştirdi. Hafter güçlerinin hava üstünlüğü zayıflatıldı, lojistik hatları kesintiye uğradı. Bu askeri tablo, Libya iç savaşının seyrini belirleyen başlıca kırılma noktalarından biri olarak değerlendirildi.

Askeri denge değişiminin ardından Türkiye, “Birleşik ve Tek Libya” hedefi doğrultusunda diplomatik süreci öne çıkardı. Bu çerçevede 5+5 Ortak Askerî Komite (JMC) görüşmeleri kritik bir araç haline geldi. Görüşmeler 2021 ve 2024 yıllarında Ankara’da yapıldı.

Aralık 2021’de BM Libya Destek Misyonu çatısı altında Cenevre’de açıklanan eylem planına atıfla ateşkes, barış ve istikrar başlıkları ele alındı. Kasım 2024’teki toplantıda ise Libya’nın toprak bütünlüğü ve ulusal birliği vurgulandı. Bu görüşmelerde Libya tarafının Türkiye’yi “kolonyalist değil, dost ve destekleyici bir aktör” olarak tanımladığı ifade edildi.

Türkiye–Libya ilişkilerinde bir diğer kritik eşik, Ekim 2024’te imzalanan istihbarat paylaşımı ve kolluk işbirliği anlaşması oldu. Anlaşma; terörle mücadele, organize suçun önlenmesi ve sınır aşan tehditlerle mücadele kapsamında iki ülke arasında güvenli iletişim kanalları ve gerçek zamanlı bilgi paylaşımı hedefiyle kurgulandı. Türkiye bu çerçevede Libya’nın güvenlik altyapısını modernize etmeye yönelik eğitim ve teknik destek sağlamayı taahhüt etti.

Son dönemde Ankara, Libya’daki politikasını yalnızca Trablus ekseniyle sınırlı tutmama yönünde adımlar attı. “Libya’daki tüm taraflarla konuşabilme” iddiası doğrultusunda, Libya Ulusal Ordusu (LNA) ile temaslar artırıldı.

Doğu Akdeniz Boyutu

Türkiye’nin Libya politikası yalnızca iç savaş dinamikleriyle sınırlı değil. Ankara açısından Doğu Akdeniz’deki enerji ve deniz yetki alanları mücadelesi, Libya’yı stratejik bir konuma taşıyor. 2019’da Trablus yönetimiyle imzalanan deniz yetki alanları anlaşması, Türkiye tarafından önemli bir jeopolitik kazanım olarak görülüyor. Bu anlaşma, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve siyonist terör rejiminin dahil olduğu enerji-jeopolitik denkleme karşı Ankara’nın elini güçlendirdi.

Son dönemde Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin bu anlaşmayı incelemeye aldığını duyurması, Ankara’da dikkatle izleniyor. Kulislerde bu adım, Libya’nın doğusuyla ilişkilerin derinleşmesi halinde Doğu Akdeniz’de yeni bir siyasi zemin oluşabileceği şeklinde değerlendiriliyor.

Türkiye bir yandan Trablus ile kurduğu askeri ittifakı sürdürüyor, diğer yandan Bingazi ile geliştirdiği temaslarla Libya’daki tüm aktörlerle konuşabilen nadir ülkelerden biri haline geliyor. Bu çok kulvarlı politikada Libya tezkeresi, 22 Aralık 2025’te TBMM’de kabul edilerek Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme yetkisinin 24 ay daha uzatılmasını sağladı. Bu karar, Ankara’nın Libya dosyasını kısa vadeli değil, uzun soluklu stratejik bir başlık olarak gördüğünü bir kez daha ortaya koydu.

Muhabir: ABDULSELAM ALTUN