Kutsal Liderler, İdeolojik Hapishaneler

Abone Ol

Bir ülkenin liderini sevmek, saygı duymak başka şeydir; onu kutsallaştırıp halkı onun gölgesine mahkûm etmek bambaşka. Tarih bize defalarca gösterdi ki, lider kültü, özgürlüğün en büyük düşmanıdır. Halkın iradesini yok sayan, düşünceyi zincire vuran bu anlayış, ülkeleri adeta birer hapishaneye çeviriyor.

Kuzey Kore’de Kim hanedanı, halkı kendi kişisel iktidarına tutsak etmiş durumda. Çocuklar daha okula başladıkları gün liderin sözlerini ezberlemek zorunda kalıyor. Portreler, heykeller, marşlar… Halkın nefes aldığı her yerde liderin gölgesi var. Bu, özgürlük değil; bu, toplumsal köleliktir.

Çin’de Mao döneminde yaşananlar da farklı değildi. “Küçük Kırmızı Kitap” milyonların eline tutuşturuldu, Mao’nun sözleri tartışılmaz bir dogma haline getirildi. Halkın düşünce çeşitliliği yok edildi, tek sesli bir toplum yaratıldı. Sonuçta bireysel özgürlükler yok oldu ve milyonların zihinsel tutsaklığı ile sonuçlandı.

Stalin’in Sovyetler Birliği’nde kurduğu düzen ise korkunun üzerine inşa edilmişti. Heykelleriyle, portreleriyle, propagandasıyla halkın zihni sürekli kontrol altında tutuldu. Eleştiri imkânsız hale geldi, insanlar kendi düşüncelerini bile dile getirmekten korkar oldu.

Türkiye’de ise Atatürkçülük, Cumhuriyetin kurucu ideolojisi olarak eğitimden törenlere kadar her alana yerleştirilmiştir. Atatürk’ün tarihsel rolünü kabul etmek başka şeydir; onu tartışılmaz bir dogma haline getirmek bambaşka. Bunun en somut örneği, her yıl 10 Kasım’da yapılan zorunlu saygı duruşlarıdır. Halk, siren sesleri eşliğinde durmaya mecbur bırakılır. Bu, gönüllü bir anma değil; devletin dayattığı bir ritüeldir. İnsanların kendi iradeleriyle anma yapmaları engellenir, tek tip bir davranış kalıbı zorunlu kılınır.

Oysa özgürlük, tek bir kişinin sözleriyle değil, halkın çok sesliliğiyle mümkündür. Lider kültü, bireyleri düşünmekten alıkoyar, eleştiri kültürünü yok eder ve toplumları ilerlemek yerine geriye sürükler. Zorunlu saygı duruşları, anmalar, törenler halkın iradesini yok sayan sembolik zincirlerdir.

Afrika’da Julius Nyerere ve Kwame Nkrumah, Orta Doğu’da Cemal Abdül Nasır ve Saddam Hüseyin gibi isimler de benzer şekilde halkın gözünde “ulusun babası” veya “kahraman lider” olarak yüceltilmiştir. Bu figürler, halkın özgür iradesini gölgede bırakmış, ülkelerini birer ideolojik hapishaneye çevirmiştir.

Gerçek şu ki, lider kültü, halkı zincire vurur. Bu zincirler altın kaplama olabilir, süslü sözlerle bezenmiş olabilir ama zincir zincirdir. Halkın özgürlüğünü yok eder, eleştiri kültürünü öldürür, toplumları ilerlemek yerine geriye sürükler.

Bugün liderlerini kutsayan ülkeler, aslında kendi halklarının iradelerini onlara kurban ediyor. Oysa gerçek güç, tek bir kişinin sözlerinde değil, halkın özgür iradesinde yatar. Liderler gelip geçer; ama halkın özgürlüğü kalıcı olmalıdır.

Toplumların tarihinde kahramanların olması doğaldır; insanlar geçmişteki büyük liderleri, düşünürleri veya savaşçıları anmak ister. Ancak bu anmaların zorunlu hale getirilmesi toplumun ruhunu farklı bir noktaya taşır. Özgürlük duygusu zedelenir. İnsanların gönüllü olarak saygı göstermesi yerine, devletin dayattığı ritüellerle karşı karşıya kalmaları bireysel iradeyi yok eder. Toplum tek tip davranışa mahkûm olur. Herkes aynı anda aynı şekilde durmak, aynı sözleri söylemek zorunda kalır. Bu, farklı düşüncelerin ve eleştirilerin bastırılmasına yol açar. Anlam kaybolur. Zorunlu hale gelen ritüeller, içten gelen saygı ve sevgi yerine mekanik bir görev haline gelir. Toplumsal baskı artar. Katılmayanlar veya farklı düşünenler dışlanır, hatta cezalandırılır.

Bu da toplumun birliğini bozar, toplumda korku ve oto sansür yaratır. Kültürel çeşitlilik yok olur. Farklı yorumlarla zenginleşmek yerine tek bir resmi anlatıya indirgenir.

Sonuçta böyle bir toplum, özgür bir toplum olmaktan çıkar; kahramanlarının gölgesinde yaşayan, ritüellerle zincirlenmiş bir toplum haline gelir. Bu da ülkeyi bir çeşit ideolojik hapishaneye dönüştürür.