KÜRT MESELESİNDE KANAYAN YARA: AİLE KURUMU

Abone Ol

Yaklaşık yüz yıldır Kürt meselesi diye bir meselemiz var. Bu meseleden en çok etkilenen, şüphesiz aile kurumu oldu.

Dönemin karanlık yapıları Kürt meselesini istismar etti. Bunun yıkıcı etkilerinin ağır travmalarını aileler gördü, acıyı iliklerine kadar yaşadılar.

Şiddeti bir hak arama argümanı haline getiren PKK ve buna karşın da devletin yanlış politikaları ailelere çok büyük acılar yaşattı.

Aileler, büyük kentlere göç etmek zorunda kaldı. Gittikleri şehirlerde korumasız ve yalnız kaldılar. Kentlerin gri duvarları ve duyarsız kitlelerin arasında kaybolup gittiler. Parçalanan aile yapısı, sosyal dokuyu zayıflattı, suç oranları arttı ve nesiller arasında kopukluk oluştu.

Bu da ailelerde çözülmelere, çocukların suça bulaşmasına ve ailelerin dağılmasına neden oldu.

Tüm bunların bir daha yaşanmaması ve kalıcı çözümler için Diyarbakır'da HÜDA PAR "Kürt Meselesine İnsanî Çözüm Çalıştayı" düzenledi.

Çalıştayın amacı, Kürt meselesine insanî ve adil bir çözüm bulma arayışının daha şeffaf bir zeminde ele alınmasıydı.

Yüz yıldır süregelen politikalar, Kürt halkının varlığını ve kimliğini hedef aldı. Bu süreçte çok büyük acılar yaşandı. Özellikle aileler ve kadınlar derinden etkilendi.

Haksızlık ve adaletsizliğe uğramış birçok insan, ne yazık ki hak arayışında yanlış yol ve yöntemleri seçti, şiddet ve çatışma ortamı içinde de büyük kayıplar yaşandı.

İki ateş arasında, iki zulmün ortasında anneler evlatlarını toprağa vermek, zindanlara göndermek ya da bir daha görememek gibi tarifi imkânsız acılarla yüzleşmek zorunda kaldı. Gidenler gitti geride kalanlar ise keder, özlem ve çaresizlik içinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldı.

Bu sürecin mağdurları kadınlar, evlatlarını büyütürken karşılaştıkları zorluklara ek olarak, onların ölümün pençesine düşmesine tanıklık etmek zorunda kaldılar. Anneler, bin bir emekle büyüttükleri çocuklarını kaybetmenin derin yarasını hâlâ yaşıyorlar.

Aile kurumunun şiddet sarmalından olumsuz etkilenmesi toplumsal yapılar üzerinde derin yaralar açtı. Anneler, çocuklarının gelecekleri için endişe duyarken, evlatlarını kaybedenler ise hayatları boyunca sürecek bir travmayla baş başa bırakıldılar. Babalar, ailelerinin geçimini sağlamak için mücadele ederken, evlerini ve topraklarını kaybetmenin yanı sıra, yaşanan çatışmaların yükünü omuzlarında hissettiler. Kardeşler, aynı çatı altında sevgiyle büyüdükleri yakınlarını kaybetti, aile bağları paramparça oldu.

Çatışma ortamı, kadının toplum içindeki konumunu da değiştirdi. Aileyi bir arada tutan ve fedakârlıklarıyla bilinen kadınlar, bu süreçte yalnızlaştı ve ekonomik anlamda da büyük sıkıntılar çektiler. Eşlerini veya çocuklarını kaybeden kadınlar, tek başlarına hayata tutunmak zorunda kaldı, sosyal güvenceden yoksun bırakıldılar.

Bu noktada ailelerin ve annelerin talepleri var. Bu talepler insani ve adil bir çerçevede ele alınmalıdır. Ancak, yetkili makamların bu sorunun çözümü için asıl mağdurlar yerine, yıllardır aileleri parçalayan ve kardeşi kardeşe vurduran örgütlerle görüşmesi, halkın beklentileriyle örtüşmüyor. Toplumun gerçek mağdurlarının, özellikle de annelerin sesine kulak verilmeli.

Ailelerin yaşadığı acılar, yalnızca bireysel kayıplarla sınırlı kalmadı, toplumun dokusunu da derinden sarstı. Bu nedenle, yıllardır dinmeyen bu acıların son bulması için samimi ve sürdürülebilir çözümler üretilmeli.

Adalet, yalnızca geçmişte yaşananların hesabını sormakla değil, gelecekte benzer acıların yaşanmaması için sağlam temeller oluşturmakla sağlanabilir. Annelerin feryadı, yalnızca bireysel yasın bir ifadesi değil, aynı zamanda hak, hukuk ve adalet arayışının en güçlü çağrılarından biridir.

Bu nedenle, aile kurumunun korunması, kadınların yaşadığı travmaların telafi edilmesi ve toplumun ortak bir zeminde huzur ve güvenin inşası için bu süreç doğru bir şekilde değerlendirilmeli ve çözüme kavuşturulmalıdır.