Kim bağımsız…

Abone Ol

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında etkin gazetelerin sahipleri aynı zamanda Meclis`te CHP milletvekilleriydiler.

Cumhuriyet Gazetesi (Yunus Nadi-Nadir Nadir), Ulus (Falih Rıfkı), Vakit (Asım Us), Tanin (Hüseyin Cahit Yalçın), Akşam (Necmeddin Sadak) gibi...

Günümüze gelinceye değin üç çeşit gazete ve gazeteci tipi olduğunu görürüz:

Birinci grup: Tam anlamıyla sistem ile özdeşleşmiş gazeteciler. Bu kişiler sitemi kendi canlarından daha çok sever, canları pahasına onu savunurlar. Bu tiplerin başta gelenleri yukarıda sıraladığımız gazeteler ve onların sahipleri olan gazetecilerdir.

1922–23 yıllarında Nadir Nadi`nin babası Yunus Nadi`nin köşe yazdığı 'Anadolu`da Yeni Gün' adlı gazete de önemlilerindendir. Yunus Nadi burada yazdığı bir köşe ile İkinci Meclis`teki Atatürk yanlıları ile muhalif grubu birbirine düşürmeyi başarmıştır.

Bu sınıftaki gazetecilerin ve gazetelerin temel amacı birinci aşamada M. Kemal`in liderliğini ve 'tek adam'lılığını tartışmasız kabul ettirmekti.

İkinci görevi ise İslami değerler ile toplum arasını açmak için her yola başvurmaktı. Buradaki desteği de direk 'Tek Adam' dan alıyorlardı.

Bu toplumu İslam`dan uzaklaştırmanın ilk ayağını Cumhuriyet Gazetesi düzenlediği güzellik yarışmaları ile oluşturdu. İlk kez 1925 yılında 'Güzel Bacak' yarışmasını düzenledi. Sonrasında her yıl Türkiye güzellik yarışması düzenleyerek halka ahlaksızlık aşılamaya çalıştı. Halk bu yarışmalara, tüm propagandalara rağmen rağbet etmedi. Katılımcılar çoğu zaman bir elin parmakları kadar ancak olurdu. Ancak onlar yine de halkın teveccühünü artırmak için, yarışmaları övmekten geri durmuyorlardı.

İkinci Grup: İkinci Meclis döneminde muhalif olan herkesi susturmak adına Takrir-i Sükûn, İstiklal Mahkemeleri, Matbuat Kanunu gibi düzenlemelerle yeni uygulamalar getirildi. Bu sınıf gazeteciler, hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu tezine aldanarak yazılarında 'Tek Adam' ve onun etrafındakileri eleştirmeye başlayınca onlar da İstiklal Mahkemelerinin yoluna düştüler.

1920`lerden 1945`e kadar onlarca gazete kapatıldı. Yazarları ya cezaevlerine atıldı ya da ömür boyu yazmaktan men edildiler. Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal, Toksöz, Orak Çekiç gibi gazeteler kapatıldı.

Ancak 'Tek Adam' ve 'Milli Şef'e bağlı olan gazeteler ve yazarlar hiçbir sıkıntı çekmediler. Cumhuriyet ve Ulus gazeteleri gibi...

İkinci gruptaki gazetecilerden önde geleni Ahmet Emin Yalman idi. Ömür boyu yazmaktan men edildi. Ta ki 1936 yılında Atatürk`e bağlılığını, Atatürk`ün yazdırdığı metni hanımına okutup deklare edince 1925 yılında beri yapmadığı gazeteciliğine tekrar başladı. İşte bunun gibi, ucunda belki idamın olduğu, sürgünlerin kaçınılmaz olabileceği cezalardan korunabilmek için birçok gazeteci mevcut sistemin zoraki satın alınmış kalemi oldu.

Bir müddet sonra bu kişiler ilkelerini bırakıp artık birinci sınıf kategorisine girdiler. Tabi direnenler de oldu. Bir kısmı da affedildikten sonra Türkiye siyaseti ile yazmayı bırakıp dış siyasetle ilgili yazmaya başladılar.

Birinci ve ikinci sınıf, gazete ve gazetecilerin ortak bir çıkış noktaları vardır. Bu nokta üzerinden sıçrama yaparlar. Birini alçaltmak, gözden mi düşürmek isterler? Hemen onu şeriatçılıkla, gericilikle suçlar, yoğun anti propaganda ile o kişiyi aşağılık kompleksine sokarlar. Ya da bu tipler bir konum mu elde etmek isterler? Hemen çıkıp Şeriata, İslam`a hakaret içeren birkaç söz söylemeleri yeterli olur.

Nitekim bu ülkede Şeriat geliyor, İslam geliyor diye mezkur gazeteciler ne vaveylalar kopararak yıllarca çocuklarımıza, mütedeyyin halkımıza ne acı günler yaşattılar. Mağdur olanların akıttığı gözyaşlarını unutmak asla mümkün değildir. (Bugün bu mağduriyetlerin tamamı bitmiş de herkes rahatlamış gibi bir durum da algılanmasın lütfen. Kızlarımız hala rahatça okuyamıyor, Kur`an Kursları 12 yaşla sınırlı, Kesintisiz eğitim devam ederek İHL`nin orta bölümünün katline devam ediliyor...)

Üçüncü Grup: Maksatları Allah`ın rızasını kazanmak, toplumdan karşılık beklemeden onların sorunlarını, taleplerini onların adına tüm dünyaya duyurma telaşında olanlar.

Takdir-i İlahi bunların sayıları az ama yardımcıları Allah`tır.

Günümüze gelirsek; Ergenekon soruşturmasında bazı gazeteciler cezaevine kondu. Yalçın Küçük`ü televizyonlardan tanır, birinci gruptakiler fikir babalarından olduğundan şüphe etmem. Ancak diğerlerini tanımayız onun için de bir değerlendirme yapmayız.

Ancak onları savunanları görünce tutuklananlara derim ki; velev ki çok saçma iddialarla suçlanıyor olsanız bile sizi savunanlar ile dostluğunuz size suç olarak yeter. Kimsenin cezaevine girmesinden hoşnut olmayız ancak başkasının derdini anlayıp gerektiğinde savunabilmemiz için illa ki birilerine bu acıların tattırılması mı gerekiyor? Bir yanlışlık, bir haksızlık varsa sadece bize dokunduğunda değil, kime dokunursa dokunsun tepki vermek gerekmez mi?

Sonuç olarak;

Dosyalar üzerine gizlilik koyarak maksatları gizlemeye çalışmak sonuç vermez. Nedim Şener`i savunanlar nasıl ki sadece canları yanınca vaveyla kopararak bağımsız gazeteci olmadıklarını sergiliyorlarsa, tutuklayanlar da bağımsız olduklarını sergileyip açıklanması gereken şeyleri ortaya koyabilmeliler.