Kıbrıs’ta ekilen biçiliyor

Abone Ol

‘Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'da bizi yenmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakalın yerine daha gür çıkar."

​Bu sözler, 1573'te Venedik elçisine Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa tarafından söylenmiştir.

​Kıbrıs'ın İslam'la şereflenmesi, Hz. Osman dönemi 649 yılındaki deniz seferine dayanmaktadır. Bu seferde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) süt teyzesi Ümmü Harâm bint Milhân (Hala Sultan) adada vefat eder. İsmi, kabri ve maneviyatı günümüze kadar devam etmektedir.

Ada, 1571'de Osmanlı hâkimiyetine girer.

​93 Harbi’nde Ruslara mağlup olan Osmanlı, 1878'de adanın idaresini geçici olarak İngiltere’ye verir. Bu, Müslümanlar için bir kırılma noktası olmuş; Rumların burada etnik ve siyasi olarak güçlenmesi, on binlerce Müslümanın göç etmesine ve her alanda zayıflamalarına sebep olur.

​1914'te İngiltere'nin adayı ilhak etmesi, Osmanlı'nın dağılması ve Lozan Antlaşması'yla Türkiye ile bağların koparılması, Müslümanları kendi kaderleriyle baş başa bırakmıştır. Adanın Yunanistan'a ilhak edilme çabaları, Müslümanların inanç ve kültür olarak asimile edilmeye çalışılması, göçe zorlanması, yer yer katliamlara varan saldırıların gerçekleşmesi, Türkiye'yi 'garantör' sıfatıyla 1974'te askerî harekât yapmaya zorlamıştır.

​KKTC, 1983'te tek taraflı bağımsızlığını ilan etmiş olsa da, halkın manen İslamlaşmasını engellemek için her türlü entrika devreye konulmuştur. İngiltere, 1927'de Müslümanların müftülük kurumunu lağvetmiş, Evkaf İdaresi'ni de kendine bağlamıştır.

​Hayatın her alanında İslam'a ait ne varsa kaldırılmaya çalışılmış; ismen Türk olsa da zihnen ve yaşam olarak daha çok Rumlara benzeyen bir nesil yetiştirilmeye uğraşılmıştır. Türkiye ve halkıyla olan bağlar kopma noktasına getirilmiş, hatta nefrete dönüştürülmüştür.

​ Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu'nda bu tür bağımsızlıkları şu şekilde ifade etmiştir:

​"…Bu ülkeler hakiki değil, sahte bağımsızlık elde ettiler çünkü gerçek bağımsızlık her şeyden evvel manevi bağımsızlıktır. İlk evvela manevi bağımsızlığı için mücadele edip kazanmayan halkın bağımsızlığı kısa bir süre sonra sadece millî marş ve bayrağa indirgenir ki bu iki şey hakiki bağımsızlık için çok yetersizdir…"

​KKTC'de de durum aynen böyledir. Türklüğün, Türk isminin ve bayrağının yeteceğini zannettiler. Oysaki İslam çıkarsa, Türklükten geriye hiçbir şey kalmaz. Bunun en somut örneği Kıbrıs'tır ve Türkî Cumhuriyetlerin Kıbrıs kararıdır.

Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Avrupa Birliği ile 4 Nisan 2025'te gerçekleştirdikleri zirvede, "KKTC'nin kurulmasını kınayan ve devletlere tanımama çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi'nin 541 ve 550 sayılı kararlarına da bağlı kalacaklarını" açıkladılar.

​İslami kitaplar yazan, mücahitlerin lideri diye tanıtılan Rauf Denktaş ve selefleri, adada cami, Kur'an kursu, imam hatip okulları açılmasın, dindar bir nesil yetişmesin diye yıllarca var güçleriyle çalıştılar. Ada'da 2012 yılında açılan ve tek imam hatip olan okul, tepki çekmesin diye 'kolej' adıyla eğitim vermektedir. Türkiye'den oraya giden öğretmenler ve imamlar, kurulan STK'lar, 28 Şubat zihniyetinin soğuk yüzüyle karşılanmaktalar.

​Sahil kenarı ve en kıymetli araziler Yahudilere satılmakta, onlara ait siteler ve köyler mantar gibi bitmektedir. Ekonomik katkı sunsun diye ada; kumar, fuhuş, kara para aklama cennetine çevrildi. Adaya her yıl yüz milyonlarca dolar harcayan Türkiye'den ziyade, İngiltere ve Avrupa ülkeleri ve seferleri çok daha etkin.

​Bu paraların yüzde onu maneviyat için harcansaydı, bugün çok farklı bir nesil ve ada yönetimi olacaktı.

Ondan sonra oturup, KKTC Anayasa Mahkemesi “neden okullarda başörtüyü yasaklıyor, seçim sonuçları neden böyle oldu?" diyoruz. Kimse kusura bakmasın, Türkiye Kıbrıs'ta ektiğini biçiyor.