Kemalizm ile Nereye Kadar?

Abone Ol

Arapçada sömürü anlamında yaygın kullanılan iki kelime var. Biri “istiğlal”; kısıtlama ve bağlama kökünden, diğeri ise “isti’mar”; imar etme, geliştirme, ömür, yaşam kökünden.

Peki nasıl oluyor da ikisi de aynı mana için kullanılıyor?

Aslında cevabı basit. Batılılar geçen asırlarda toplu ve hızlı soykırımlar için kullandıkları silahla, sıfır vicdanla, ful eşkiyâlıkla Afrika’sından, Asya’sına, Amerika’sından Avustralya’sına işgal edip çöktükleri yerleri istiğlal etmişlerdi. Yani yer altı ve yer üstü bütün zenginlikleri güç kullanarak zorla yağmalamışlar, bu yağmayı yerelden devşirdikleri kendilerine sadık uşaklarla sistemli ve devamlı hale getirmişlerdi. Ki maalesef bu mel’un düzenek hâlâ büyük ölçüde işlemeye devam ediyor.

Sonra yirminci asırla beraber pazarlama, reklam, yatırım, konfor, kazan kazan gibi bir takım karmaşık ekonomi hokus pokuslarıyla sömürü otomatını isti’mara, soft power’a çevirdiler. Japonya’sından Almanya’sına, Singapur’undan Dubai’sine etki güçlerine göre seviye seviye geliştirdiler, önlerini açtılar, ürettirdiler, kalkındırdılar ve kazançlarına silah satışı gibi numaralarla ortak oldular.

Ardından tüm insanlığın ağzına bir kaşık bal sürerek kendi ürünlerine, markalarına düşüncelerine, yönetimlerine yığınları mecbur ettiler.

Gelinen noktada bu işleyiş o kadar kanıksandı ki, buna yönelik itirazlar bir çeşit zihinsel bozukluk gibi algılanıyor.

Sömürünün iki çeşidinde de tılsımlı kelime “düzen.”

Onların nizam manasında kullandıkları bu düzen, mekr veya keyd’den başka bir şey olmasa da kalabalıkları sürü psikolojisiyle değil, korkuyla efsunluyorlar.

Düzen olunca düzenin rahipleri, kahinleri, belamları, hamanları, bekçileri olacak.

Düzenin kutsananları, sembolleri, uydurma hikayeleri, minnet için işe yarayacak ülûfeleri olacak.

Düzeni eleştirmek suç, değiştirme talebi suç, açığını söylemek suç olacak.

Hâkim düzenin kaymağını yiyenler, Türkiye’de son zamanlarda tedirginler.

Çünkü karşılarında şu sıralar, başlangıçta UK ve USA düzeninin bir parçası olarak kurulmuşken, bölgesel iddialarla kabuğunu kırmaya başlayınca bu tuzağın ayağına dolandığını fark eden bir irade var.

Türkiye, bu pranga ile güneye de kuzeye de doğuya da batıya da uzanamadığını her gün daha acı fark ediyor.

Kemalist söylem devam ettiği müddetçe, yarınların Afrika’sında ve Asya’sında hatta Ege ve Akdeniz’inde bile var olmanın garantisi de ihtimali de yoktur.

Halkın kadim medeniyet değerleriyle sorunlu olan zihniyet arka planda iktidarını koruduğu sürece, nice bedeller ödenerek elde edilen hiçbir inanç özgürlüğünün korunmasından söz edilemez.

Ve bu dokunulmazlığa mutlak krallık gibi bir paye vermede ısrar edildikçe, savunma sanayi başta olmak üzere maddi kazanımların hiçbirinin gelecek hayali mümkün değildir.

Heybelerinde ne varsa hepsini şu düzene borçlu olanların, musluklarının kesilmesinden dolayı bağırıp çağırmasından ürkmek hiç hayır getirmedi. Hiçbir yaraya merhem olmadı.

Velhasıl istiğlale de isti’mara da son. Bunların zıddı hakiki istiklaldir, o da Hakka ve Adalete dönmektir.

İslamın hayat veren cihanşümul izzeti varken ve görkemli bir geçmiş bunun ispatı iken yalan dolanla koca bir coğrafyanın oyalandığı yeter.

“Yol O’nun varlık O’nun gerisi hep angarya

Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya.”