Bu ülkede gerçekler halktan daima gizlenmiştir. Aynı şekilde, Kemalizmin gerçek yüzü de uzun yıllar boyunca saklanmış, farklı bir anlatıyla topluma sunulmuştur. Ancak ne kadar gizlenirse gizlensin, halk er ya da geç Kemalizm’in ne olduğunu tüm yönleriyle anlayacaktır. Yıllardır yalanlarla, baskılarla ve korkuyla toplumu yönlendirdiniz, farklı düşünenleri susturdunuz, kendi ideolojinizi dayattınız.
Bugün, Kemalizm’in ülkeye verdiği zararları kısaca ele almaya çalışacağım. Kemalist ideoloji uğruna, ülkenin sosyal ve kültürel yapısı büyük ölçüde değiştirildi. Devletin tüm kurumlarına Kemalizm enjekte edildi, eğitimden hukuka kadar her alanda Kemalist düşünce hâkim kılındı. Bu propagandaya bazı kesimler kapıldı, bazılarıysa direndi. Sonuç olarak, Kemalizm zorla dayatılan bir yönetim biçimi hâline getirildi. Daha sonra, belirli bir kesim tarafından bir dünya görüşü ve ideoloji olarak sunularak resmi bir doktrin hâline getirildi.
Her ne kadar rejimin adı "Cumhuriyet" olarak belirlenmiş olsa da, gerçekte tek parti yönetimine dayalı, Kemalizmin altı ilkesi (altı ok) etrafında şekillenen ideolojik bir sistem kuruldu. Yeni yönetim, toplumun köklü inanç ve geleneklerine müdahale etti. "Laiklik" adı altında dinî uygulamalar kısıtlandı, ezan Türkçeye çevrildi, medreseler kapatıldı, camiler depo hâline getirildi ve halkın inançlarını yaşaması zorlaştırıldı. Bunun yerine, Batı’dan ithal edilen yasalar ve kültürel değişimler halka zorla kabul ettirildi.
Bu süreçte, inancını özgürce yaşamak isteyen birçok insan ağır baskılara maruz kaldı, sürgüne gönderildi, hatta idam edildi. Şeyh Said bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Halkın dinî değerlerini savunan Şeyh Said, rejimin dayatmalarına karşı çıktığı için idam edildi. Yönetim, onu bir tehdit olarak gördü ve böylece inancını korumak isteyen geniş bir kesimi cezalandırmış oldu.
Benzer şekilde, İskilipli Atıf Hoca da sadece şapka inkılabına karşı fikirlerini dile getirdiği için yargılanarak idam edildi. Üstelik, onun idamına gerekçe gösterilen kitabı, şapka kanunundan iki yıl önce yayımlanmıştı. Buna rağmen rejim, muhalif sesleri susturmak için onu da ortadan kaldırdı. Bu durum, "fikir özgürlüğü" söylemiyle yola çıkan yeni yönetimin aslında ne kadar baskıcı ve tek tipçi olduğunu gösteriyordu.
Baskılar sadece bireylere değil, topluluklara da yöneldi. Seyid Rıza ve Dersim halkı, Alevi kimlikleri ve inançlarını yaşamak istedikleri için hedef alındı. 1937-1938 yıllarında Dersim’de gerçekleştirilen harekât sırasında binlerce masum insan, kadın-çocuk demeden mağaralara doldurularak öldürüldü. Bu olaylar, "modernleşme" ve "asayiş sağlama" adı altında gerçekleştirildi. Ancak gerçekte olan, halkı sindirme ve Kemalist ideolojinin temel ilkelerini zorla kabul ettirme çabasıydı.
Buradan Kemalistlere bir soru yöneltmek istiyoruz: Eğer Kemalizm sadece bir yönetim biçimi değil, bir inanç sistemi olarak görülüyorsa, o zaman bu inancın bir mabedi de olmalıdır. Hristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları, Hinduların pagodaları, Budistlerin manastırları vardır. Bahailer bile kendilerine ait tapınaklar inşa etmişlerdir. Eğer Kemalizm gerçekten bir inanç hâline gelmişse, o zaman onun da bir tapınağı olmalıdır. Böylece Kemalizmin artık bir ideoloji değil, bir dogma olduğu da resmen kabul edilmiş olur.
Bu bir hakikattir tarihte günümüze kadar halkın inançlarına ve kültürel değerlerine savaş açan hiçbir sistem uzun ömürlü olmamıştır. Tarih boyunca, zorbalıkla ayakta kalmaya çalışan ideolojiler eninde sonunda tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştür. Eğer Kemalizm gerçekten bir yönetim biçimi ise, o zaman toplumu şekillendirmeye çalışmak yerine, herkesin inancını ve değerlerini özgürce yaşamasına izin vermelidir. Aksi takdirde, diğer dayatmacı ideolojiler gibi, o da tarihte bir anı olarak kalacaktır.