Geçtiğimiz günlerde CB Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliye'sinde düzenlenen 'Aile Yılı' tanıtım programında yaptığı konuşmada 2025 yılını Aile Yılı ilan ettiklerini söyledi. Doğum hızını artırmaya yönelik annelere verilecek doğum ücretleri ve çocuk başına yardımları açıkladı.
Bunlar güzel gelişmeler, amma ve lakin doğum hızındaki düşüşün tek nedeni ekonomi değildir. Tüm etkenlerin hepsi birlikte masaya yatırılmalı ve bütüncül çözümler üretilmelidir. Doğum hızının düşmesi tıpkı boşanmaların artması, evliliklerin azalması gibi birçok olumsuz sonuçtan sadece bir tanesidir. Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsüne katılan Bakanlık yetkilileri arasında aileye dair sorunları çözme adına, acilen bir konsensüs sağlanmalı ve Ulusal eylem planları devreye alınmalıdır. Aksi halde bırakın nüfusun azalmasını, Allah muhafaza aile diye bir şey kalmayacak.
İstatistiklere göre ülke olarak yaşlanmanın en hızlı olduğu Kıta Avrupa'sından 4-5 kat daha hızlı yaşlanıyoruz. Avrupa'nın 100-150 yılda gerçekleştirdiği yaşlanma hızını biz 60 yıl gibi kısa bir zamanda kat etmişiz. Bu durum, önümüzdeki süreçlerde yaşlı bakım evlerinin yetersiz kalacağına, yenilerinin açılmasının zorunlu olduğuna işaret ediyor.
Doğum hızındaki düşüş ve yaşlı nüfustaki artışı, sadece ekonomik nedenlere indirgemek meseleye şaşı bakmaktır. Dünyanın en fakir Ülkelerindeki genç nüfus, hızını kaybetmeden artmaya devam ederken, refah seviyesi yüksek ülkelerde ise nüfus hızı alarm veriyor.
Aslında içinde bulunduğumuz tabloda kadınları çalışma hayatına teşvik etmenin acı sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Annelik gibi kutsal bir mesleği olan kadının emeğini 'Güçlü Kadın, Güçlü Aile' mottosuyla, Kapitalist sermayeye kurban ettikçe kadın da yıpranıyor aile de; terk edilen çocuklar da… Çalışan anneler, çocuğu, evi ve işi arasında bocaladığı için çocuk sahibi olmaya karşı temkinli davranıyor. Ev hanımları arasında, çalışana göre doğum oranlarının iki katı seviyesinde olması, bunun açık bir delilidir. Her gün, işe giden annesinden ayrılan çocuklar, ona kavuşana kadar hasret acısı çekerken; anneler de onunla yeterince ilgilenemediği, doya doya koklayıp kucaklayamadığı için ayrı bir acı çekiyor ve ruhsal olarak yıpranıyor. Üstelik yorgun bir şekilde eve gelen annelerin, çocuğuna karşı tahammülü tükenmiş oluyor. Ev işleri, çocuk ve çalışma hayatı arasında bocalayan kadınlar, anneliğinden feragat etmek durumunda kalıyor.
Bir annenin evladına transfer edeceği karşılıksız şefkat ve sevgiyi binlerce bakıcı, öğretmen veremeyeceği, anne yoksunluğu çeken çocuklarda yaşanan travmaların etkisinin bir ömür silinemez olduğu bilimsel gerçekliğini koruyor. Buna rağmen, Aile Bakanlığımız halen kadın istihdamını yetersiz bulup %40'a çıkartacağız diyor.
Üstelik, kadınlar iş hayatına itildikçe gerek yaşam tarzı, gerekse zihniyet olarak bireyselleşiyor. Bu durum aile birliğine de çocuklara da yansıyor.
Her kadın eğitim almalı, bir mesleğin sahibi olmalıdır. Ama öncelikle kendi fıtratına verilmiş olan anneliği ihmal etmemeli, öncelemelidir. Eğitim ve çalışma hayatındaki düzenlemeler kadının anne olduğu hesaba katılarak, öncellenerek yapılmalıdır. Kadın eğitim aldığı mesleğini kendi onurunu ve şahsiyetini koruyacak şekilde icra edebilmeli ve yıpranması önlenmelidir. Buna mukabil, meslek sahibi olmayan kadınlar, çalışma hayatına zorlanmamalıdır. İlla her meslekte kadın istihdam etmeye çalışma gayretinden vazgeçilmelidir. Ülkenin kalkınmasının koşulu kadın çalışan oranın artması şeklinde bir anlayıştan vaz geçilmelidir. Ülkenin kalkınması ancak öncelikle kadının ve aile birliğinin korunmasıyla mümkündür.
Ev hanımlarının ev içi emekleri saygındır, değerlidir. Bu hizmetleri küçümsememeli, ödüllendirilmelidir. Kadınlar çalışıp çalışmayacağına kendisi karar vermeli, çalışmak zorunda bırakılmamalı, ihtiyaç sahibi kadınların emekleri değerli hale getirilmelidir. 25 yıl evliliğini sürdürmüş olan kadınlara emeklilik hakkı tanınmalıdır.