Kâbe çılgın Türklerde olsaydı!

Abone Ol

Kurban Bayramından sonra, hac ibadetini tamamlayıp memlekete dönen; eş, dost, akrabalarımızı ziyaret ettiğimizde; Kabe'nin dokusunu ve manevi havasını zedeleyen, Zemzem Towers olarak adlandırılan gökdelenin yapımına izin veren, Suudi yönetimine tepki gösterip:

'Kabe biz Türklerde olsaydı, bu hainliğe ve alçaklığa izin verir miydik'? Diye söylendiklerine şahitlik ettik.

Kabe (sözde)İslam'ın son kalesi, Afrika kıtasının elek altı ülkelerinde, şantiyelerde çalışan Türk işçilere göre ise,' İslam'ı hakkıyla yaşayan tek millet olan Türklerde' olmalıydı değil mi?

Peki, hiç düşündünüz mü, Kabe çılgın Türklerde olsaydı hali ne olurdu acaba.

İlk yapacağımız icraat Hz. Peygamberin evinin yanı başında bulunan meydana büyük bir Atatürk büstü yaptırmak olurdu.

Büstün altına da Atatürk'e şöyle bir söz atfedip, altın harflerle nakşederdik.

'BEN HACININ TÜRK OLANINI SEVERİM'

Kabe'nin batı giriş kapısına iki metre eninde devasa bir nazar boncuğu koyardık.

Kabe'nin ön tarafında bulunan meydana, gökyüzüne meydan okurcasına 300 m. yüksekliğindeki direğe, bulut genişliğinde Türk bayrağı asardık.

İbrahim Tatlıses müezzin, baş imam da Doğu Perinçek'in muhterem kardeşi olurdu.

Kabe'nin tüm kapılarında, Türk seyyar satıcılar; eşsiz pazarlama taktikleriyle

Yasin cüzleri, muskalar, sırlı dualar kitapları, okunmuş sular ve Mevlana şekerleri satarlardı.

İbo, saz arkadaşları ve Urfalı hemşerileri ile Kabe'nin avlusunda sıra gecesi eşliğinde çiğ köfte yoğurup 'zalımın kızı' türküsünü söyleyecekti.

Kayserili hacılar mantı dökecek, Konyalı hacılar arabaşı etrafında semah dönecek, Çamlıyayla hacıları sucuk çevirecek, bilmem ne köyünün hacıları çilli bom oynayacaklardı.

Kabe megafonundan Sedat Anar 'Allahu Allah' ilahisini seslendirecekti.

Kabe her seçim döneminde sadece siyasilere açık olacaktı.

Sayıları milyonu bulan milletvekili aday adayları, meclis üyesi adayları, muhtar adayları, bilmem neyinin nesinin nesinin aday adayları hac kontenjanlarını dolduracaklardı.

Kabe'nin dört bir tarafına Türk müteahhitler gökdelen dikecek, gökdelenlerdeki havuzlar harem selamlık olacaktı.

CHP Anayasa mahkemesine başvurup bunun kadın erkek eşitliğine aykırı olduğunu belirterek, havuzların karma olması için eylem başlatacaktı.

Kabe'nin tam üzerine büyük bir gökdelen yapılıp, gökdelende kalan hacılar paraşütle Kabe' ye ineceklerdi.

Kabe'nin işletmesi Demirören grubuna verilecekti.

Demirören grubu giriş parasını Göbeklitepe'de olduğu gibi astronomik rakamlara çıkaracak ve Mekke'nin etrafını mayın ve elektrikli tellerle çevirecekti.

Çılgın Türkler tüneller kazıp hacıları daha ucuza tünellerden kaçak geçireceklerdi.

Demirören grubunun şehirlerin meydanlarına koyduğu büfelerde, kazı kazanla, milli piyango ile hac çekilişi yapılacaktı.

Atatürk'e 'hem seyittir hem hafızdır' diyen malum siyasetçi yaşasaydı; Hafız Seyit Atatürk söylemini, Hacı Hafız Seyit Atatürk olarak değiştirecekti.

Atatürkçü dernekler, atamıza iftira ediyor diye malum şahsı mahkemeye vereceklerdi.

Haftalarca, kahvelerde şamata malzemesi olacak şu cümleyi kullanacaktı. 'Atatürk 27 defa hacca gitmiştir.'

Kabe'de müezzinlik yapan siyasiler dört elif miktarını eksik ya da fazla uzatınca Perinçek abimiz tarafından enselerine okkalı bir Osmanlı tokadı inecekti.

Türk genç hacılar; Kabe'nin duvarlarına, Ashabı kehf mağarasında olduğu gibi sevgililerinin baş harflerini kazıyacaklardı.

Kızı veya oğlu evlenememiş, işsiz kalmış hacı adayları Eyüp Sultan'da olduğu gibi Kabe'nin her tarafına çaput bağlayıp, kurşun dökeceklerdi.

Evlenen gençler damatlık ve gelinlikleriyle soluğu Kabe'de alıp, el ele tavaf yapıp, romantizm yaşayıp, anı resmedeceklerdi.

Deizm çizgisini zorlayan hocalar: Hac bir ritüeldir hacca gerek yok, zihninde tavafı yaparsan olursun okkalı bir hacı diyecek ya da Kur'an'da Kabe de örtülü gezmek yazmıyor diyerek, fitne kazanını karıştıracaktı.

Kabe'nin her türlü işgalden kurtulup, özgürleşmesi temennisiyle...

Selam ve dua ile.