2025 yılı, Ortadoğu’da sadece savaşın değil, diplomatik değerlerin de hedef alındığı bir dönemi yaşıyor. İşgalci israilin, Katar’ın başkenti Doha’ya düzenlediği hava saldırısı, yalnızca askeri bir operasyon değil; uluslararası hukuka, diplomasiye ve dünyaya karşı açık bir meydan okumaydı.
9 Eylül 2025’te İşgalci israil savaş uçakları, Doha’da HAMAS müzakere heyetinin bulunduğu binayı hedef aldı. Bu heyet, Gazze’deki ateşkes görüşmelerinin merkezindeydi. Saldırıda 5 HAMAS mensubu ve bir Katarlı polis şehit edildi. Katar, saldırıyı egemenliğine yönelik açık bir ihlal olarak nitelendirdi. Ancak asıl mesaj, barış isteyenlereydi: “Müzakere masası artık bir hedef.”
Bu saldırı, İşgalci israilin yalnızca askeri değil, diplomatik alanı da savaş sahasına dönüştürdüğünü gösterdi. Katar gibi arabuluculuk rolü üstlenen bir ülkenin doğrudan hedef alınması, israilin artık hiçbir diplomatik sınırı tanımadığını ortaya koydu.
Doha saldırısının ardından 57 ülkenin katılımıyla Arap-İslam Zirvesi toplandı. Zirvede yayımlanan 25 maddelik bildirge, işgalci israile karşı diplomatik ve ekonomik yaptırımlar çağrısı yaptı. Türkiye, İran, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörler en üst düzeyde temsil edildi. Ancak bu güçlü görüntüye rağmen, bazı Körfez ülkelerinin sessizliği dikkat çekiciydi. Bu sessizlik, ABD’ye olan stratejik bağımlılıktı. Katar gibi onlar da hala korkuyu üzerlerinden atamamışlardı herhalde!
İşgalci israil, 57 ülkenin toplanmasını takmadı. Gündeme bile almadı. Hatta daha da ileri giderek Türkiye’yi de dolaylı olarak tehdit etmeye başladı. Katar’ı bir daha tehdit etti. Doha’daki diplomatik süreci yok sayarak Gazze’ye topyekûn kara saldırısı başlattı. Tanklar şehir merkezine girdi, hava saldırıları yoğunlaştı, can kaybı hızla arttı. İşgalci israil sözde Savunma Bakanı Katz’ın “Gazze yok olacak” açıklaması, bu operasyonun askeri değil, ideolojik bir yok etme planı olduğunu gösterdi.
BM İnsan Hakları Konseyi ve Bağımsız Soruşturma Komisyonu, İşgalci israilin Gazze’de soykırım suçu işlediğini ilan etti. Ancak bu ilan, sahada bir değişiklik yaratmadı. Çünkü israilin arkasında, her adımını kayıtsızca destekleyen bir güç vardı: Amerika Birleşik Devletleri.
Katar, saldırı ile ilgili bombalar patlarken ABD tarafından bilgilendirildiğini açıkladı. Bu detay, Washington’un saldırıdan haberdar olduğunu ve müdahale etmediğini gösteriyor. Bu tavır, artık “sessiz ortaklık” değil, aktif suç ortaklığının bir ilanıdır.
ABD, işgalci israilin, Gazze’deki işgaline askeri, diplomatik ve medya desteği sağladı. Uluslararası hukukun açık ihlallerine rağmen, veto hakkını kullanarak işgalci israili korumaya devam etti. Bu tutum, sadece işgalci israilin değil, ABD’nin de uluslararası hukuk karşısında artık bir sorumluluk duymadığının açık göstergesidir. Söz konusu israil işgal rejimi olunca her şey tiyatro oluyor.
İşgalci israilin hukuk tanımaz tavrı ve ABD’nin kayıtsız desteği, uluslararası düzenin meşruiyetini yok etti. Doha saldırısı, barışın hedef alınabileceğini; Gazze işgali ise bir halkın yok edilebileceğini gösterdi.
Artık mesele, sadece Gazze’nin kurtuluşu değil; uluslararası hukukun, insan haklarının ve diplomatik değerlerin de kurtuluşudur. Çünkü bu savaş, sadece bir coğrafyayı değil, tüm dünyanın düzenini ve vicdanını hedef alıyor. Bir tarafta kendindeki maddi güce güvenerek dünyayı takmayan bir Amerika, diğer tarafta Amerika’yı esir alan bir işgalci israilin hukuk tanımaz tavırları. Dünya artık yeni bir sahaya evrilecek! Çünkü dünyanın güvenliği kalmadı. Herkes kendi yanında üçüncü dünya savaşına hazırlık yapmaya başladı! Bu habis ur dünyayı çok tehlikeli bir savaşa sürüklüyor.