Sahih akid, kendi içinde şart ve rükünleri taşıyan dinen makbul bir sözleşmedir.
Akit, İslam hukukunun tüm antlaşmalarında önemli bir sözleşme biçimidir. Ancak akdin siyasi antlaşma ve borçlar hususunda temsil boyutuyla imana tealluk eden bir yanı da vardır.
Maide/1. ayeti kerimede, “Ya eyyühellezine amenu evfu bil-u’kudi…” beyan ederek bu işin sorumluluğunda imanî bir temsiliyete tensip olduğunu göstermektedir. Maide suresinin başından beşinci ayete kadar olan muamelatların başına Müslümanların ukudlarına vefasızlık yapmamayı emretmesini iyi tehayyul etmemiz gerekir.
Her şeyin bir ruhu vardır. Muamelatın ruhu da işin imana tealluk eden bir içsel otokontrol hissiyatıdır. Muamelatta bu ruhun diri olduğu kadar kişi sağlam kalabiliyor. Kişi veya kişilerde bu ruhun varlığı kadar insan Müslüman veya mümindir.
Şayet bu konuda bir vefasızlık olursa kişinin bütün amellerini imha edeceğini ferman buyurmasıyla İktisadi ve siyasi akitlere riayet edildiğinde kişiyi temize çıkaracak, eğer uyulmazsa tüm amellerini silecek kadar müteessir bir iş olduğunu tebyin etmektedir.
Akit diğer ibadetler gibi, tarihi çok eskilere dayanan tüm toplumlarda varlığını sürdürebilen bir muamelat konusudur.
Akdin sıhhatli oluşunun hükmi bakımından sahih, kuruluşu açısından Münakit, yürürlükte olan ve olmayan bakımından nafiz, bağlayıcılık bakımından lazimi olarak bilinen akitlere “şer’i tasarruf”, zikredilen taksimata göre de sınıflandırmaya da “ Şer’i İhtisaslar” denilir.
Sahih akitlerde iki husus vardır: Rükün ve şartlar. Mesela, icap ve kabul rükündür. Hıyar ve ru’yet ve mevkuf esasları üzerin yapılan antlaşma şartı gibi... Mevkuf şartı üzere yapılan bir akit icazete kadar hükmü askıda olan alışveriş çeşidine mevkuf akit denir. Bu da sahih akdin rüknü değil şartlarındandır.
Akdin bir kısım şartları umumidir. Bazıları da ca’li/özeldir. Umumiye misal, satış esnasında malda yanılma sıfır ise ruyeti(görme) şart değildir. Fakat yanılma payı yüzde bir dahi olsa ruyet şarttır. Sütlü bir hayvan en az üç gün hıyarı(kabul edip etmeme) şartı vardır. Ama akit esnasında ca’li bir şartla bunu on gün diye özel bir şartta sunulsa buna ca’li şart denilir.
İbadetler iyi niyet ve ihlas, hukuki konular ise ilke ve esaslar üzere bina edilir. İslam hukukçularının nezdinde akitlerde ilke ve esaslar çok önem arz eder. Mesela düşünün! Hz. Ali ile bir yahudinin zırh meselesinde Kadı Şüreyh’in verdiği fetvayı hepimiz biliriz. Zırhın kendisine ait olduğunu iddia eden Hz. Ali ve (o anda İslam ümmetinin halifesidir) zırh elinde olan ahlakıyla da zayıf olduğu bilinen bir Yahudi... Hz. Ali yeterli iki delil getiremediği için zırh Yahudi’de kalıyor. Mahkeme başkanı Kadı Şüreyh tarihe not bırakarak der ki:“Ya Ali dünyanın tamamı haksız noktada olsa, bir çöpte hak tarafında olsa, kesinlikle sen dünyayı elinin tersiyle atar haklı bir çöpü haksız dünyaya tercih edersin. Senin yüzde yüz haklı bu yahudinin yüzde yüz yalancı olduğunu biliyorum. Fakat madem ki bu mesele hukuken mahkemeye intikal edilmiş, hukuk delilden yanadır. Dolayısıyla zırhı Yahudi’ye veriyorum” der. Hz. Ali de gülerek “İslam’ın o engin adaletine benim zırhım da feda olsun” deyip mahkemeden ayrılıyorlar.
İslam hukukunda mahkemede kanaat bölümü diye bir bölüm olmadığı gibi, var olan delillere rağmen bir hakimin kanaatı üzerine içtihad hakkı yoktur. Bunlar, İslam hukukunu beşeri hukuktan ayıran kilit noktalardır. Bugün Müslümanlar ticaretlerinde ilke ve esaslara riayet etselerdi iki Müslüman’ın ortaklıklarında bu kadar sorun olmazdı.