İŞGALCİ NE İSTİYOR?

Abone Ol

Soykırımcı terörist rejimin İran’a yönelik saldırısı, küresel emperyalist cephenin Müslümanlara karşı yürürlüğe koyduğu uzun soluklu planın bir parçasıdır.

Öncelikli olarak İslam dünyasında İslami köklere dayanarak bir siyaset ve yönetim modelinin oluşturulamaması için, hiçbir ülkenin bulundukları konumu sarsacak bir seviyeye gelmemesi için çabalıyorlar.

İşbirlikçi yönetimlerle, mezhebi reflekslerin her şeyin önüne geçmesi yönünde ortam oluşturma çabalarıyla, aşırılıkçı grupların oluşturdukları kötü örneklerle büyük ölçüde bunu başarmış durumdalar.

Küresel emperyalist cephe, yirminci yüzyılın başından itibaren işgal ve parçalama stratejisine ek olarak Siyonist terörist grupları teçhiz edip alana sürdü.

Yirmi beş yıl içerisinde yapılan üç savaşta Siyonist çeteyi destekleyip devasa Arap ordularının fiziki anlamda mağlup olmalarına, zihin olarak ise “yenilmez israil” algısına kapılmasına neden oldular.

Batı’da müzakereden, anlaşmadan, iki devletli çözümden söz edildikçe işgal genişledi ve mevcut durum bölgedeki işbirlikçi rejimler eliyle kamuoyunun bir kısmına da kabul ettirildi.

Ulusalcı sol grupların teslim bayrağını çektikleri dönemlerde İslami hareketlerin bastırılmış sesleri duyulmaya başlandı.

Siyonist çete, ilhak ve işgali herkese kabul ettirme sürecine girdiğini düşündüğü bir dönemde kıt imkanlara sahip İslami direniş grupları karşısında tedirginlik duymaya başladı.

Aksa Tufanı, yavaş yavaş sürdürülen kirli süreci durdurdu ve planı deşifre etti.

Tüm dünya işgal gerçeğiyle, soykırım gerçeğiyle, insani hiçbir değere sahip olmayan siyonist terörist çete gerçeğiyle yüzleşti. Oysa Aksa Tufanı öncesi kirli organizasyonların ürünü olan yapılanmaların Ortadoğu’da ve Afrika’da yaptıklarından dolayı “Müslüman teröristtir” imajı iyice yerleşmiş, İslami davet çalışmaları büyük zarar görmüştü.

Aksa Tufanı harekatı, tüm kirli algı operasyonlarına rağmen izzetli bir direnişin ne olduğunu, işgale karşı direnişin bir hak olduğunu ve Siyonist teröristlerin soykırım mağduru edebiyatı yaparken insanlık tarihinin en alçak yaratıkları olduğunu tüm dünyaya gösterdi.

Siyonist teröristler yaşananların halen tam olarak farkına varmadıkları için devredeki plana bağlı kalarak harekete devam ettiler ve kendilerince yeni bir aşamaya geçtiler.

Mısır ve Ürdün rejimleri kendileri hesabına “sınır bekçiliği” görevi yürütürken onlar da Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve son olarak İran’ı hedef aldılar.

Hiç gizleme gereği duymadan kendilerine biat etmeyen bölgedeki tüm ülkeleri hedef almaya devam edeceklerini söylüyorlar.

İran’a yönelik özellikle ilk saldırı, tıpkı Lübnan’da olduğu gibi yıpratıcıydı; ama aslında bölgeye de bir mesaj niteliğindeydi: İşgalci Siyonist rejim bölge ülkelerinin tümünde örgütlenmiş, istihbarat ağlarıyla birçok yere sızmıştır.

Kanaatimizce Siyonist terörist rejim, İran’dan karşılık beklerken özellikle nükleer tesisleri hedef almasını istemektedir. Saldırı başarılı olmasa bile bunu gerekçe gösterip nükleer silah kullanma yoluna başvurabilir. Böyle bir durumda arkasında Amerika olduğu için hiçbir yaptırım ya da fiili tepki görmeyeceğini biliyor. Ama nükleer kullanma durumunda bölgede artık tümüyle “dokunulmaz” hale geleceğini, istediği hedefi vurma hakkı kazanacağını düşünüyor.

Önümüzdeki süreçte bu terör rejiminin hedefi olmak istemeyenler “sıranın kendisine gelmesini beklemeden” elbirliği yapmalı ve harekete geçmelidir.