Geçtiğimiz hafta sonu, yani 15-16 Şubat 2025’te HÜDA PAR, “Kürt Meselesine İnsani Çözüm” başlığı ile bir çalıştay düzenledi.
Gördüğüm kadarıyla konu ile ilgili olan birçok kişi davet edilmişti. Davet edilenlerin değişik fikirlere sahip olması bir kriter olarak belirlenmemiş ama insani çözüm hususunda dile getirebilecek fikirleri önemsenmişti.
Dolayısıyla değişik fikirleri temsil eden konuşmacılar düşüncelerini beyan ettiler. Başta HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve Parti yetkilileri olmak üzere, AK Parti’den eski ve halihazırda milletvekili olan siyasetçiler, eskiden HDP’de siyaset yapanlar, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı, çeşitli görüşlerden yazar ve akademisyenler söz konusu çalıştaya iştirak ederek, insani çözüm önerileri sundular.
Bilindiği üzere Kürtler kadim bir topluluktur ve İslam’ın ilk döneminde Müslüman oldular. Dolayısıyla mizaçlarına İslam yerleşti. Öyle ki Birinci Dünya Savaşından sonra ufak topluluklara dahi devlet bahşeden emperyalistler, potansiyel İslami tehlike gördükleri Kürtlere herhangi bir statü vermediler.
Yine bilindiği üzere Şeyh Ubeydullah Nehrî ve Şeyh Said, Kürtlerin hak taleplerini İslami çerçevede dile getirmek amaçlı kıyamlar gerçekleştirdiler. Böylece Batı’nın kriterleri ile değil de İslami referanslarla milli ihtiyaçların karşılanmasına çalıştılar.
Kürtler, Batılı tarzda henüz istenilen kıvamda olmadıklarından onların milli ihtiyaçları buzdolabına konuldu. Makul bir bekleme süresine alınan Kürtlerin hakları, Batılı tarzda seküler Kürt tipi oluşturma faaliyetleri ile paralel bir seyir izledi.
Bu anlamda Kürtleri köklerinden uzaklaştırmak, kadim geleneklerinden sıyırmak, İslami hassasiyetlerinden uzaklaştırmak için milli duygularını pazarlık konusu ettiler. İslam’dan uzaklaştıkça milli bazı ödüller verdiler. İslam ile milli ihtiyaçlar zıt şeylermiş gibi “Din sırtınızda bir yük, bu ağırlıktan kurtulun ki ulusal bazı haklar elde edesiniz” dediler.
Bu çerçevede seküler Kürt tipi yetiştirme projeleri devreye konuldu. Kürtlerin yabancısı olduğu ideolojiler sosyal yapımıza şırınga edildi. Tabi var olan kadim yapı bunlarla mücadele etti ama bu süreçte acılar çekildi.
Kürt romanının en önde gelen isimlerinden olan Mehmet Uzun bu acıları dile getirirken çarpıcı ifadelere başvuruyor. En çok dikkat çekenlerden ikisi şöyledir:
Bir: “Ve perişan olmuş, ülkelerinden uzak düşmüş, çaresiz kalmış, örgütlerinin elinde oyuncak olmuş, acı çekmiş Kürtler… Naçar, sefil..! Bir yandan acımasız devlet zulmü, bir yandan da devletin zulmünü hiç aratmayan Stalinizmin zulmü… Stalinizm Kürtlerin evine incir ağacı dikti! Stalinizm, Kürt feodalleri ve bölge devletlerinin türlü türlü oyunları, Kürtlerin belini kırdı!” (Mehmet Uzun, Bir Romanın Hatıra Defteri, Kürtçeden Çeviren: Muhsin Kızılkaya, İthaki Yayınları, İstanbul 2006, s. 71-72)
İki: “Hayatım bu vahşi, bu saldırgan totalitarizm içinde geçti; bir yandan muhalif seslere izin vermeyen, herkesi zor yoluyla kendi resmi ideolojisine inandırmaya çalışan devlet totalitarizmi, öte yandan da demokrasi ve uygarlıktan çok uzak Kürt hareketlerinin totaliter ideolojisi… Ve onca karanlık bu dünyada, ben de kalkmış insani, medeni, çoksesliliğin duygusunu, kaderini anlatan bir edebiyat yaratmaya çalışıyorum.” (Uzun, a.g.e., s. 131)
Bilmiyorum konuyu çok mu dağıttım? Ama insani çözümlerin tartışıldığı Kürt Çalıştayına getirilen bazı eleştiriler bana bu cümleleri hatırlattı.