HÜDA PAR Genel Başkan Vekili ve Gaziantep Milletvekili Şahzade Demir, TBMM’de yaptığı basın açıklamasında, Diyanet Akademisi adaylarının mağduriyeti, Hindistan-Pakistan arasında yaşanan gerilim, Gazze’deki insanî kriz, Cizre Barajı Projesi ve CHP’deki yolsuzluk iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
"Diyanet akademisi adaylarına hak ettikleri destek verilmeli"
Diyanet Akademisi adaylarına hak ettikleri desteğin verilmesi gerektiğini dile getiren Demir, “Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurulan ve din görevlilerinin mesleki donanımlarını artırmayı hedefleyen Diyanet Akademisi, toplumun manevi ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir rol üstlenmektedir. Akademinin amacına uygun bir şekilde hizmet etmesi durumunda çok fazla istifade edeceğini biz de biliyoruz. Ancak bu kurumda eğitim gören aday din görevlileri, maddi açıdan ciddi bir mağduriyet yaşamaktadır. Yaklaşık 9 ay süren eğitim boyunca adaylara ayda yalnızca 6 bin TL civarında ödeme yapılmakta, bu miktar özellikle evli ve aile geçindiren adaylar için temel ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalmaktadır. Türkiye'de enflasyonunun çok yüksek boyutlarda olduğu bir dönemde 6 bin liranın hiçbir şey ifade etmediğini hepimiz biliyoruz. Eğitim akademisinde eğitim gören adayların başka bir işte çalışamıyor, buna zaten Diyanet İşleri Başkanlığı mevzuatı da izin vermiyor. Bu durum, hem adayların motivasyonunu zayıflatmakta hem de ailelerine karşı sorumluluklarını yerine getirmelerine engel olmaktadır ve onlarla birlikte ailelerinin de ciddi sıkıntılar yaşamalarına neden olmaktadır. Öte yandan Millî Eğitim Bakanlığı, eylül ayında açılacak Öğretmenlik Meslek Akademisi’nde aday öğretmenlere, 23 bin TL maaş ödeneceğini duyurmuştur. Diyanet Akademisi adayları için de benzer bir düzenlemeye gidilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz. Neticede onlar da aday eğitimci, bunlar da aday eğitimci. Bir kolu Milli Eğitim camiası, bir kolu da Diyanet mensubu eğitimciler. Neticede ve statü olarak aynı pozisyondadırlar, bu nedenle ikisinin aynı şekilde değerlendirilerek öğretmen adaylarına verilen ücretin imam hatip adaylarına da verilmesi bizim önerimiz. Biz yetkililere şu çağrıda bulunuyoruz: Aday din görevlileri, geleceğimizin manevi rehberleridir. Onlara destek olmak, hem toplumsal hem de ahlaki bir sorumluluktur. Diyanet Akademisi’nde eğitim gören adaylara en az asgari ücret düzeyinde maaş ödenmeli; bunun için gerekli düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekir.” ifadelerini kullandı.
“CHP, kamuoyunu tatmin edici açıklamalar yerine, tabanlarını konsolide etmeye çalışıyor”
CHP’deki son gelişmeleri değerlendiren Demir, "Siyasi geçmişi hile, entrika ve şaibelerle dolu olan CHP’nin adı bir kez daha yolsuzluk ve usulsüzlükle anıldığı gündemdedir. CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun sahte diploma skandalı sonrası yolsuzluktan tutuklanması, kamuoyunda geniş yankı uyandırsa da CHP yöneticileri, süreç ile ilgili kamuoyuna tatmin edici açıklamalarda bulunmak yerine, tabanlarını konsolide etmeye yönelik açıklamalarda bulunmakla yetiniyorlar. İmamoğlu ile ilgili yolsuzluk soruşturmasında neredeyse her gün yeni bir iddia ortaya atılmaktadır. Bunlar birbiri ardına halen gelmeye devam ediyor. İmamoğlu’nun Beşiktaş’ta defalarca gittiği bir otelde korumaların, görüntü alınmasını engellemek için otelin kameralarını bantlaması ve içinde sinyal kesici cihazların olduğu iddia edilen valizlerin görüntüleri kamuoyunda tartışılırken, CHP yönetimi ikna edici bir açıklama henüz yapmış değil, medya ve kamuoyu bu konuda CHP'den halen tatmin edici bir açıklama beklemektedir. Şaibeli bir kurultayla genel başkan seçilen Özgür Özel’in kameraların bantlanması ile ilgili verdiği 'çorba' cevabı ise CHP’de işlerin çorbaya döndüğünü net bir şekilde ortaya koymuştur. 'Güvenlik personeli, kameraları rahat çorba içelim diye bantlıyor' ifadesi ya CHP'nin kurumsal aklının küflendiğini ya da entrikalarıyla Bizans sarayını andıran genel merkezlerinde başka hesapların yapıldığını göstermektedir. Biz, elbette mahkemelere rol biçecek durumda değiliz, kendimizi mahkemelerin yerine koymak gibi bir görevimiz yoktur. Nihai kararı yargı verecektir. Bu karar verilene kadar da kimseyi ne suçlu ilan ederiz ne de şaibenin bu kadar ayyuka çıktığı bir ortamda 'tamamen siyasî bir operasyondur' şeklinde bir tanımlama yaparız. Son kararı mahkemeler verecektir, biz de bunu sabırsızlıkla bekliyoruz. Ne var ki Özgür Özel ve CHP'li yöneticilerin yolsuzluk iddialarına verdiği cevaplar, iddiaları çürüteceğine söz konusu iddiaları daha da güçlendirmektedir. Bu ister istemez kamuoyunda bir kanaatin hâsıl olmasına neden oluyor. Bu da müstakbel cumhurbaşkanlığı adaylığı yolunda 'CHP yöneticileri birbirlerine pusu mu kuruyorlar?' sorusunu akıllara getirmektedir.” şeklinde konuştu.
“Zulme uğrayan Müslümanların haklarını koruyacak bir organizasyona ihtiyaç vardır”
Hindu milliyetçi grupların Müslümanlara yönelik saldırılarına değinen Demir, “Hindistan-Pakistan gerilimi yeniden tırmanırken, Hindistan’ın Keşmir’deki bir saldırıyı hiçbir somut delil sunmaksızın Pakistan’a yüklemesi, yalnızca siyasi bir provokasyon değil, aynı zamanda içeride yürüttüğü baskıcı politikaları meşrulaştırma hamlesidir. Bu saldırı, Hindistan’ın egemenliği altındaki bölgelerdeki Müslümanlara yönelik sistematik baskı ve zulmü artırmak için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Son dönemde Hindu milliyetçi grupların Müslümanlara yönelik şiddeti ciddi biçimde artmış; bu saldırılar büyük ölçüde cezasız bırakılmıştır. Camiler kapatılmakta, Müslümanların mülklerine el konulmakta, sistematik ayrımcılık ve sürekli saldırılarla baskılar artırılmaktadır. Bu durum, Hindistan’ın Müslüman nüfusu sindirme politikasının devlet eliyle sürdürüldüğünü açıkça göstermektedir. Ancak bu olay bir kez daha göstermiştir ki, dünya genelinde zulme uğrayan Müslümanların haklarını koruyacak etkili ve organize bir İslami birlikten yoksunuz. Bu yoksunluk beraberinde şu anda izlemekle yetindiğimiz olayların gelişmesine sebep olmaktadır. Gazze'de yaşanan da Keşmir'de yaşanan da aynı durumdur. Müslümanların caydırıcı bir birlikteliği olsaydı bunların hiç biri yaşanmaz, bunların önüne geçilecekti. Bu olay bir kez daha göstermiştir ki ümmetin şiddetle böyle bir yapılanmaya ihtiyacı vardır. Bunun yapılması için herkes elinden gelenini yapmalı ve arayış içerisine girmelidir. Bu sağlanmadığı müddetçe bu tür haksızlıkların, soykırımların, etnik temizliğin önüne geçmek imkânsızdır. Küresel emperyalist sömürgeci güçlere karşı İslam dünyasında ümmet bilincinin yeniden canlandırılması ve kolektif bir direniş hattının inşa edilmesi artık kaçınılmazdır.” dedi.
“Siyonist terör rejiminin saldırıları sonucu sağlık altyapısı tamamen çökmüştür”
Gazze’de yaşanan insanî krize de değinen Demir, “Gazze’deki insanî kriz, artık felaket boyutuna ulaşmıştır. siyonist rejimin hava ve kara saldırıları ile sistematik bir şekilde hastaneleri doğrudan hedef alması sonucunda sağlık altyapısı tamamen çökmüştür. Gazze’ye ilaç girişi ve tıbbi yardım engellenmiş, en temel insanî ihtiyaçlar ulaşılamaz hâle gelmiştir. Elektrik ve temiz suya erişim neredeyse sıfırlanmış, halk ölümcül bir kuşatma altına alınmıştır. siyonistlerin genişlettiği kara saldırıları, Gazze’yi yaşanmaz bir harabeye çevirmiştir. Bu hepimizce de malumdur. Bu aynı zamanda soykırımdır. İnsanların oradan kaçmasının altyapısını oluşturmaktır. Ya buradan kaçarsınız ya da hepinizi öldüreceğiz, anlamına gelen bir uygulamadır ve etnik temizliktir. Bu, israilin niyeti olduğu herkesçe de malum. Bunun bu saatten sonra kamuoyundan ya da dünyadan gizlenmesi gibi bir durum da söz konusu değildir.” diye konuştu.
“Uluslararası hukuku hiçe sayan siyonist rejim yalnızca güçten anlıyor”
Filistin direnişinin açıkça desteklenmesi gerektiğini aktaran Demir, “Bu saldırganlık sadece karada değil, denizde de sürmektedir. Gazze’ye insanî yardım ulaştırmak için sefere çıkan Özgürlük Filosu Koalisyonuna ait Vicdan Gemisi, Malta açıklarında siyonist rejim tarafından hedef alınmıştır. Mavi Marmara katliamına karşılık veremeyen uluslararası hukuk, bugün aynı haydutluğun yeniden sahnelenmesine zemin hazırlamıştır. Ateşkes anlaşmalarını tanımayan, diplomatik yolları yok eden, uluslararası hukuku hiçe sayan bu rejimin yalnızca güçten anladığı açıktır. Bu zulme sessiz kalan ve ülkelerinde siyonizm karşıtı hareketleri bastıran bölgesel iş birlikçiler de bu suçların azmettiricileri ve ortaklarıdırlar. Halklar, yöneticileri üzerinde baskıyı artırmalı; Gazze ablukasını kırmak için hem karadan hem denizden fiilî girişimlerde bulunmalıdır. Filistin direnişi açıkça desteklenmeli, İslam İşbirliği Teşkilatı, Gazze halkını korumak amacıyla ortak bir askeri güç oluşturmalıdır. Bundan başka çıkar yol da yoktur. Bu, yalnızca Filistin’in değil, insanlığın onur mücadelesidir. Böyle bakmamız gerekiyor." açıklamasında bulundu.
“Verimli araziler sudan mahrum bırakılmamalı, çiftçiler ağır maliyetler altında ezdirilmemeli”
Demir, son olarak Cizre Barajı’nda yapılan proje değişikliğine değinerek yanlıştan dönülmesi gerektiğini şu sözlerle ifade etti: “Geçen hafta, hatırlanacağı üzere GAP kapsamında yapılacak olan Cizre Barajı'na temas etmiştik. Bu projenin bir an önce başlatılması ve kuraklıkla boğuşan o geniş vadilerdeki, verimli ovadaki arazilerin suya kavuşturulması ihtiyacına dikkat çekmiştik. Bu hafta aldığımız bir bilgi ve meydana gelen bir gelişme bizi derinden üzmüştür. Cizre Barajı’nın hem HES (hidroelektrik santrali) hem de sulama barajı olduğunu ifade etmiştik. Daha önce GAP projesi kapsamında zaten bu şekilde planlanmış ve programa alınmıştı. Ancak son aldığımız bilgiye göre, sulama projeden çıkarılmış; baraj sadece HES olarak bırakılmıştır. Yani yalnızca elektrik üretilecek, o verimli araziler sudan yoksun bırakılacaktır. Bu, bölgeye yapılacak çok ciddi bir haksızlıktır. Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Tarım Bakanına bu noktada bir kez daha çağrıda bulunuyoruz: Bizim bölge insanımıza bu yapılmamalıdır. O verimli araziler sudan mahrum bırakılmamalı; orada yaşayan çiftçiler ağır maliyetlerle, yüksek enflasyon rakamları altında ezilerek tarımı ve çiftçiliği bırakmaya zorlanmamalıdır. Alınan bu karar, bir kez daha gözden geçirilmeli, projenin eski haline döndürülerek hem HES hem de sulama barajı olarak planlanması sağlanmalıdır. Bu, oradaki toplumun beklentisidir. Bir haftadır oradaki üreticiler, çiftçiler, sanayi odaları, ticaret odaları her gün bu yönde baskı yaparak, taleplerini ileterek bu projenin eski haline döndürülmesini talep ediyorlar. Biz de bu taleplerini bu kürsüden ifade etmiş olalım. O bölgedeki verimli araziler sudan mahrum bırakılmasın.”