Abbasiler dönemindeki hırsızlar neredeyse filozof gibi adamlarmış. İçlerinden “Ebu Osman el Hayyat” adındaki biri şöyle demiş:
“Düşmanım da olsa komşumun hiçbir şeyini çalmadım.
Cömert adamın malını, tek başına kalmış kadının malını hiç çalmadım.
Kimsenin bulunmadığı eve de hiç girmedim.”
Diğer meşhur bir hırsızın da belli bir miktardaki servete ulaşmamış orta halli ve fakirlerin mallarını çalmadığı rivayet edilmiştir.
“Edhem bin Askale” adında dönemin meşhur bir hırsızı vefat edince geride kendi çetesine şöyle bir vasiyet bırakmış:
“Komşunuzdan çalmayın.
Dul kadının malını almayın.
Yolcu ve fukaranın malını almayın.
Bir eve girdiğinizde malın yarısını alın, diğer yarısını sahibine bırakın.
Hepsini alırsanız adamın çoluk çocuğunu aç bırakırsınız.”
Bu ve benzeri adet ve alışkanlıklar, Arap cahiliye döneminde de vardı. Özellikle düşmanlık esnasında adil olmanın değerini kimi azılı kafirler bile biliyordu ve ona göre hareket ediyorlardı.
Örneğin Ebu Cehil, peygamberi öldürme planında onun kapısını kırıp çoluk çocuğunu korkutma işine karşı çıkmıştır. “Ben Araplara, “Ebu’l Hakem” Muhammed’in ailesini korkuttu dedirtmem” şeklindeki sözü meşhurdur.
Bugünkü Filistin direnişçilerinin savaşırken rakiplerine ve esir aldıklarına ne kadar adil ve namuskar davranmalarına bütün dünya hayret etti.
Ama Siyonist gaddarların her türlü vahşet ve mezalimi, bir mertlik ve cesaretmiş gibi yaptıklarını da ibretle gördü dünya.
Yaşadığımız bu asırda düşmanları tuzağa düşürme, onlar hakkında asılsız haberler yayma vb. ahlâksız işlerin hepsi “güçlü istihbarat” namıyla anılıyor ve bu işleri yapanlar, bu yaptıklarıyla övünüp şeref duyuyorlar.
Nisbeten daha yakın bir tarihte meydana gelen dikkate değer bir diğer hırsızlık olayını da aktaralım:
Pakistanlı şair ve yazar “Mirza Edip” (vefat: 1999) “El Misbah” adlı eserinde şöyle anlatır: “Altmışlı yıllarda Delhi’ye çalışmaya gitmiştim. Bir gün otobüsten inerken ceplerimi aradım ve yanımda bulunan dokuz rubiye kadar bir para ile beraber anneme göndermek üzere yazdığım mektubun olmadığını gördüm. Demek biri tarafından çarpılmıştım. Mektupta ihtiyar anneme özetle şunu yazmıştım: “Temiz kalpli, içi sevgi dolu anneciğim. Çalıştığım işten ayrıldığım için maalesef sana her ay rutin olarak gönderdiğim 50 rubiyelik harçlığını gönderemeyeceğim”.
Anneme yazdığım bu mektup üç günden beri cebimdeydi. Çalışayım da biraz param olsun öyle göndereyim umuduyla cebimde kalmıştı. Zaten bu dokuz rubiye para da pek bir iş görmeyecek kadar az bir şeydi. Ancak işinden ayrılan ve bir de mevcut parasının hepsini kaybeden biri için biraz iş görürdü tabi.
Aradan günler geçti. Bir de baktım annemden bir mektup ulaştı bana. Açmaya korktum. Çünkü anneme düzenli gönderdiğim parayı bu ay gönderememiştim. Kendi kendime annem parayı göndereyim diye bu mektubu bana yazdı şeklinde düşündüm.
Ancak mektubu açıp da okumaya başlayınca işler değişti. Bir de baktım ki annem gönderilen para için teşekkür ediyor. Doğrusu şaşırdım ve hayret ettim. “Gönderdiğin elli rubiyeyi aldım” diyor annem ve bir sürü dua ediyordu. Bunun üzerine günlerce öyle hayretler içindeydim. Anneme bu parayı ben göndermediysem kim gönderdi acaba diye düşünüp durdum.
Birkaç gün sonra, bana bir mektup daha ulaştı. Gönderen kendi el yazısıyla şöyle yazmıştı: “Adresini yazmış olduğun mektup zarfından aldım. Senin cebinden çıkardığım dokuz rubiyenin üzerine 41 rubiye ekleyip elliye tamamladım ve zarfta yazılı olan annene ait adrese parayı havaleyle yolladım.
Doğrusu annemle beraber senin anneni de düşündüm. Bu ihtiyar nasıl aç kalabilir dedim. Ben hem senin, hem de annenin günahını çekmek istemedim.
Saygılarımla. (Otobüste paranı çalan adam)
Evet, doğrusu gerçekten ilginç! Eski zamanların kimi hırsızları, insaflı ve hep egosunu düşünen bencil tipler değilmiş. Zamanımızın hırsızları nasıl acaba derseniz, manzara çok vahim bildiğiniz gibi.
Bir de şimdinin hırsızları, hem hırsız hem de arsız.