Resulullah (sav) bir gün yere bir çizgi çizdi ve: "Bu insanı temsil eder" buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: "Bu da ecelini temsil eder" buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra "Bu da emeldir" dedi ve ilave etti: "İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir." dedi. (Buhari)
Evet, ecel her daim peşimizde, emeller de önümüzde yaşıyoruz hayatı...
Kısa soluklu ve uzun soluklu emeller biriktiriyoruz içimizde. Bu emeller peşinde koşuyoruz soluksuz..
Elbette insan olmanın doğasında var bu…
Ancak çoğu kez, o kadar çok ileriye odaklanıyoruz ki, önümüzü dahi göremeyecek bir noktaya gelebiliyoruz.
Tüm planlarımız, programlarımız, hayallerimiz, dualarımız, hipermetrop hedeflerde kitleniyor...
On yıl, beş yıl, üç yıl, bir yıl sonrası için, nice ince düşünceler dolduruyor zihnimizi..
Peki ya “şimdi” için?
Öyle ya, elimizde olan bugün... Geçmiş günler gitti elimizden ve gelecek günlere ulaşıp ulaşamayacağımız bir muamma…
Öyleyse niçin bu kadar kör ve şaşı kalıyoruz elimizdeki “ana”, “şimdiye”...
Dilimizde sürekli “cek”, “cak”lı cümleler...
Dualarımızda bile, aynı bakış açısı...
Allah’ım! Sonumuzu hayreyle...
Amin!
Elbette sonumuz hayrolsun, ancak şimdimiz de hayrolsun.
Nedense hep kitabın sonuna odaklanan, telaşlı ve meraklı okuyucular gibi, es geçiyoruz kendi hayat kitabımızın orta sayfalarını...
Bu sebeple, kendi kitabımızın orta yerinden tutamıyor-konuşamıyor, anlatamıyor, bakamıyor, yaşamıyoruz...
Sonuca odaklanıp, süreci akışına bırakıyoruz. Ne büyük tezat oysa ...
Oysa sonuca giden yolda, sürecin tesiri bellidir.
Yarınlar, bugünlerden geçer...
Kim bilir?
Belki bu durum, hipermetrop hedeflere doğru koşarken, miyop gerçeklerin bize çelme takmasına kadar devam edecek...
Yerle yeksan olunca uyanacağız belki de...
Elbette düşmek de, kalkmak da insana dair.
Ancak bazen, düştüğü yerden kalkmadan insan, ecel yakalayıverir.
Emeller de hedefler de orta yerde kalıverir.