• DOLAR 32.593
  • EURO 34.812
  • ALTIN 2420.312
  • ...
Neyi Çözemediniz Ağalar?! - Analiz
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Hüseyin Sağlam / Doğruhaber / Analiz
 
PKK’nin daha önce “Çözüm” için işaret ettiği “1 Eylül” tarihi gelip çattı ve “Çekilme”nin durdurulduğu açıklandı.
Ardından tartışma furyası baş gösterdi. “Kesin çözülecek” diyen taraflar, “zaten çekilme taktikseldi, olmasa da fazla etkilemez” derken, “Çözüm” lafını bile fuzuli bulanlar ise, “Dememiş miydik, oyalama taktiğidir diye” söylenerek “haklılıklarını” test etmiş olmanın mutluluğunu yaşadılar.

Başa dönelim. İlk start verildiğinde özellikle hükümet tarafı, kesinlikle örgüte hiçbir söz verilmediğini, iddia edildiği gibi üzerinde anlaşılan herhangi bir durumun olmadığını ısrarla vurgularken “kesinlikle çözülecek” diyen kesimler adeta buna şahit gösterilmişti.

PKK tarafı da aynı şekilde. Özellikle İmralı merkezli mülahazalar, meseleyi tıpkı “devlet” gibi bir oldubittiyle açıklama yoluna giderek “İslam kardeşliği”, “Türk-Kürt birlikteliği” kavramları öne çıkarıldı.

Elbette iki tarafın “iyimser” açıklamalarının kamuoyunu hazırlama babından anlaşılır tarafları vardı, ama iki tarafın hassas kesimlerinin pompalanan “iyimserlik” mesajlarıyla daha da gerildiği de ortadaydı.

Devlete yakın hassasiyet, işi “bu kadar kolay mıydı, kimi kandırıyorsunuz” demeye getirirken PKK’ye yakın hassasiyet, “ne elde ettik ki silahı bırakıyoruz” demeye başladı.

Aslında devlete ve PKK’ye yakın “hassas” kesimlerin mırıldanmaları itiraz anlamını taşırken, “Sahi, neler oluyor, ne oldu da bir anda işler böyle rayına girdi” demek durumunda kalan genel kanı ise, ister istemez üzerinde anlaşılan bir metnin olduğu veya olabileceği üzerinde yoğunlaşıyordu.

Nitekim akıl diye bir nimet vardı ve bazı meseleleri sorgulamayı beraberinde getiriyordu. Otuz yıl boyunca birbirine silah doğrultmuş iki taraf “anlaştıklarına” göre bunun mutlaka iki tarafı da memnun eden bir çözüm zeminine kavuşmuş olması gerekiyordu. Ancak “şeffaflık” talepleri sürünce medya ve siyaset kurumu önce kulak tıkamayı denedi, ardından da şeffaflık taleplerini “çözüm karşıtlığına” indirgeyerek kamuoyunun haklı merakı adeta lince tabi tutuldu.

Gerek İmralı dışındaki PKK bileşenlerinin “maraz” tabir edilen kimi çıkışları, gerekse hükümet kanadının kimi zaman zuhur eden salvoları ise “kendi kitlesine/tabanına” mesaj olarak değerlendirilip “taktiksel çıkarsamalarla” geçiştirildi.

Başladığı günden beri hep tartışma konusu olan “Çekilmenin” resmen durdurulması, kimilerinin “zaten önemli değildi” demesine rağmen sürecin ilk aşamasının “çekilme” ile alakalı olduğunu, çekilmenin olmazsa olmazlardan olduğunu haftalarca hatta aylarca izleyip duran kamuoyunu bu noktada tatmin etmeleri artık çok zor. PKK militanlarının sınır dışına çekilmesinin önemi vurgulanırken, süreci baltalamak isteyen kesimlerin boşluğa düşürülmesi amaçlanıyordu.

Çekilme her ne kadar pratikte gerçekleşmemişse de en azından böyle bir irade beyanının olması, olası provokasyonlar karşısında en önemli güvence olarak görülüyordu. Dolayısıyla çekilmenin durdurulmasını stratejik değil taktiksel bir adım olarak değerlendirenlerin aslında kendilerinin eski argümanlarıyla çelişmemek adına taktiksel denemelere başvurmak zorunda kaldıkları rahatlıkla söylenebilir. “Çekilme durdu, ancak ateşkes sürüyor” demek, sürecin tümden bitmediği gerçeğine işaret etse de hep dillendirilen provokasyon ihtimalinin bu durumda daha da yükseldiği, provoke etmek isteyenlerin eline daha ucuz fırsatlar verildiği gerçeğini de hiç kimse göz ardı edemez.

Oluşan durumla ilgili PKK, devleti-hükümeti; hükümet ise PKK’yi suçlamaktadır. İyi de kim, kimi neyin üzerinden suçluyor? Eğer ilk başlarda tarafların vardıkları bir “mutabakat” yoksa karşılıklı suçlamaların da önemi zaten kalmıyor. Ama “taahhütlerini yerine getirmedi” suçlamaları karşılıklı yapılıyorsa, o halde o taahhütler neydi? Neden kamuoyunun bilgisinden ısrarla kaçırdınız?

“Taahhütler” konusunda PKK, bir takım maddeler sıralamaktadır. Devlet kanadı ise sadece PKK’nin taahhütleri babından “çekilmeyi” ve Öcalan’ın bir tür Neo-Osmanlıcı sözlerini işaret etmekle yetinmektedir. Bu durumda devletin PKK karşısında mağlup duruma düştüğü de gözlerden kaçmamaktadır.

PKK’nin dillendirip yerine getirilmedi dediği bir takım taahhütler üzerinden kendini sürecin en temiz tarafı haline getirme çabası, artık çatışma ortamı istemeyen halkın nazarında tek başına geçerli nedenler değildir. İçerde ve dışarıda oluşan bir takım fiili durumlar, PKK’nin kararında önemli bir etkiye sahiptir.

Yaklaşan seçim süreci, Suriye ve Rojava’daki genel durum, Gezi ve ardılı “sıcak Eylül” senaryoları, Türk Solu’nun Gezi ile beraber PKK üzerinde oluşturduğu yoldaşlık baskısı, PKK’nin yerine göre grupsal çıkarlara, yerine göre yoldaşlık duygusuna yenik düşmesi gibi birçok faktör, zaten minimum düzeyde kalan çekilme işlemini durdurma kararı almasında oldukça baskın faktörler olmuştur.

Elbette tüm bu faktörlerin her biri sayfalarca irdelenmeye muhtaçtır. Ancak PKK’yi süreci pasifize etmeye sevk edecek bunca neden varken hükümetin genel gidişatı “seçim anketlerine” göre götürmeye çalışması da en az PKK için oluşan fırsatlar kadar irdelenmeye muhtaçtır.

Hatırlarsınız, hükümetin açıkladığı son seçim anketine göre bölgede AKP’nin oy oranı %55 iken BDP’nin oy oranının %35 olarak açıklanması, hükümeti süreçle ilgili “böyle gelmiş, böyle gidecek” mantığındaki politik anlayışa teşvik ettiği gibi, PKK’nin de yeniden namlu siyasetine dönüş arzusunun da en önemli gerekçesi olmuştur.

Anketler ne kadar gerçekleri yansıtır ayrı mesele, ama hükümetin, bölge halkı üzerinde namlu baskısının azalmaya yüz tutmasıyla halkın iradesinin daha fazla objektif kriterlere göre şekillendiğini bilmesi lazım. Tamam, silahlar patlamıyor ve bu da benim işime yarıyor, dolayısıyla milliyetçi oylarımı da heba etmeden bu vaziyeti koruyayım demek, PKK’yi silaha teşvik etmenin diğer bir yöntemidir.

Dikkat edilirse PKK, taahhüt babından farklı şeyler zikretse de isteklerinin aslan payı Öcalan’a çıkmaktadır. Hükümetin de Öcalan üzerinden süreci idare etmeye çalıştığı göz önünde bulundurulursa, her ne anlam ifade ediyorsa “Önünün açılmasına” dönük bir takım açılımlarda bulunması herhalde zor olmamalıydı.

Bu haberler de ilginizi çekebilir