• DOLAR 32.564
  • EURO 34.726
  • ALTIN 2411.152
  • ...
Mısır Devrimi ve Sorular
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Fehmi Huveydi

Mısır devrimi üzerinden altı ay geçtikten sonra bu tür bir soru sormamızı gerektiren bir durumun olduğuna inanıyorum. Gerçekleştirebildiğimiz hedefler hakkında sorular sormamız için zaman henüz çok erken. Çünkü unutmayalım ki biz baharın esintisinden bahsediyoruz, bizzat kendisinden değil. Ancak böyle olmakla beraber , en azından devrimin mevcut rotası ve şimdiye kadar ulaştığı ufuklar hakkında sorgulama yapmamız da yanlış olmaz. Aynı şekilde Mısır’ın içerdeki ve dışarıdaki konumu ile bu iki alanla ilgili iç içe girmiş faliyetlerin arasını ayırabilmek de zor olsa gerek. İçerdeki bazı sivil kuruluşlara yapılan Amerikan finansmanı, Mısır dahilinde gerçekten bir etki bırakmayı hedeflemektedir. Tabi ki bu, Amerika’nın verdiği siyasi karar gereği devam etmektedir. Ancak biz ilk soruya cevap bulmak için, Mısır’ın iç ve dış işleri arasında geçicide olsa sıradan bir ayrım koymak durumundayız.

Yankı uyandırmış 25 Ocak devriminden bu yana gözlerin içeride neler olacak diye bakıp durduğunu her kes biliyor. Öyle ki, içerdeki kaçınılmaz değişimlere kilitlenen bir çok kimse Mısır’ın dışında nelerin olup bittiğini takip etmek bir yana, Mısır’ın dış siyasetiyle ilgilenmez, Kahire’nin yakın ve uzak bölgesiyle olan dış ilişkilerinin gidişatını umursamaz durumuna düştü. Önceki rejim iktidarında Mısır’ın kendi kendini ihmalini ve bu konuda geri kalmasını hala yazıp duruyor ve eleştiriyoruz, fakat devrimden sonra Mısır’ın dış siyaseti bizzat ilgisizliğin kurbanı oluyor.

Ben, “Mısır kendi bölgesinden arınmış, yalnız kalmış değildir; bölgesel ve küresel bir çok alanda varlığını hissettiriyor” diyenlere itiraz etmiyorum. Ancak şunu eklemeliyim. Mısır’ın bölgesindeki varlığı, bağımsız, net bir stratejik bakış açısı doğrultusunda memleket ve milletin yüksek çıkarlarını gözetmiyorsa eğer, bu üzerinde durulmaya değmeyen rutin bir iş olmanın ötesine geçmez. Ya da şöyle ifade edelim: Önemli olan, salt isbat-ı vücut etmek veya bir şeyler yapıyor görünmek değildir. Önemli olan nerede durulduğu, hareketin ne tarafa yöneldiği ve bu hareketin hangi çıkarları elde etme amaçlı olduğudur.

“Ruzelyusuf” gazetesinin 27/6/ 2011 tarihli manşet haberi şöyle idi: “Körfezin güvenliği üzerine hiç bir pazarlık yapılamaz.” Haberin ayrıntılarında şunlara yer veriliyordu: Dış İşleri Bakanı Muhammed Urabi anayasal yemini eda ettikten sonra, körfez ülkelerinin güvenliği Mısır için hayati öneme sahiptir. Bu konuda seyirci kalamayız ve pazarlık yapmayız, diye açıklamada bulundu ve daha sonra Mısır’ın değişik alanlarda rolünü tekrar geri aldığından söz etti.

Bu olaydan bir kaç gün sonra 04/07/2011 tarihli “El-Ehram” gazetesi ilk sayfalarında Urabi’nin bir açıklamasına yer verdi. Bu açıklamada Urabi, Mısır’ın dış ilişkileri körfez devletlerinin hesabına ve istikrarına göre asla şekillenmeyecektir, diyordu. Ertesi gün 05/07/2011 de “Şarq al-Avsat” gazetesi ilk sayfasında Urabi’ye ait bir açıklamaya yer verdi. Açıklamada, Mısır, körfezde her hangi bir dış müdahaleye karşıdır ve Bahreyn’in istikrarı kırmızı çizgimizdir, deniyordu.

Bu açıklamanın içeriği yeni bir şey değildi. Mısır hariciyesi sorumluları ve Mısır devlet başkanı otuz yıl boyunca bu cümleleri tekrarlayıp durdu çünkü. Mübarek döneminde ve hatta Sedat döneminde de aynı şeyler söylendi. Ancak bu konu üzerine eğilmeme iki husus neden oldu. Birincisi; birbirine yakın zamanlarda aynı düşünceyi tekrar etme gereği ve ısrarı. İkincisi; Bakan bey, ha bire körfezdeki duruma dikkat çekiyor da İsrail’in Kudüs’ü yehudileştirme ve yerleşim birimlerini genişletme kararı karşısında sus pus oluyor; bir şey söylemiyor. Gene Bakan bey, güneyin Sudan’dan ayrılıp ayrı bir devlet olması konusunda da tek şey söylemiyor. Peki Nato uçaklarının Libya’yı bombalaması? Yemen ve Suriye’yi vuran deprem? Bu ve benzeri konular, Mısır için ulusal güvenlik sorunu teşkil edecek kadar önemliyken ilgili bakan bu konuların hiç birinde bir çift söz söylemiyor.

Yeni Dışişleri Bakanı’nın bu ısrarlı açıklamalarının iki sebebi var bence. Birincisi, kendinden önceki Bakan Nebil El-Arabi’nin İran ile ilişkilerin normalleşmesi ile İran ve haliç devletlerinin örnek ilişkiler tesis etmesinden bahsettiği açıklamasının izlerini silme uğraşısı. Söz konusu eski bakanın bu açıklamaları bazı haliç devletlerini de şaşırtmış, bunlardan kimisi üstü kapalı bir kızgınlıkla endişesini belirtmiş, kimi de körfezdeki Mısırlı işçilerin durumunu gündeme getirmişti.

İkincisi, bu açıklamaların diğer bir amacı da Körfez’den öteye Vaşinton’a uzanan hatta körfezle ilgisi olanlara, Mısır’da başlamış yeni dönemdeki dış politika eskisinden farklı olmayacaktır, mesajını vermektir.

Mısır dış işleri bakanının Lübnan’da Hariri cinayeti konusunda Hizbullah’ın ilgili mahkemece itham edilmesi sonrasında yaptığı açıklamalar da ilgimi çekti. El - Ehram gazetesi bakanın kendisinden(04/07/2011) şunu aktarıyor: “Mısır, Lübnan’da ilgili uluslararası mahkemeye saygı esası gereğince adaletin gerçekleşmesine büyük önem vermektedir.”
Bakan bey tarafsız davranmıyor. Çünkü Güvenlik Konseyi tarafından görevlendirilmiş ilgili uluslararası mahkemenin bir tiyatro olduğunu bilmezden geliyor. Hatırlanacağı üzere Amerika, ilgili davaya bakmakla görevli Uluslararası Cinayet Mahkemesi’nin olaya bakmasını kendi askerlerini Afganistan ve Irak’ta işledikleri cinayetlerden dolayı tehlikeye atmamak için reddetmişti.

Bakan bey aynı zamanda Hariri davasında karar vermiş mahkemenin siyasi hüviyeti ile sil baştan tahkikata başlamasını da bilmezden geliyor. Hem Bakan bey, ilgili mahkemenin kararını tam da yeni hükümetin teşkilinin tamamlandığı bir vakte dek getirmesini de görmezden geliyor. Ve nihayet Bakan bey, Saad Hariri’nin liderliğindeki 14 Mart gurubunun yanında yerini alıyor. Bu gurubun arkasında da bilindiği gibi Amerika, İsrail, batı devletleri ile ılımlı diye adlandırılan Arap devletleri duruyor. Zaten bakan beyin bu tavrı eski başkan Mübarek döneminde yıllarca takip edilmiş siyasetin ta kendisinden başka bir şey değildir.

Bu konuları müteakiben devrimden sonra durumu değişmemiş olan Refah sınır kapısına baktım. Refah kapısında da her şey eskisi gibi. Değişen bir şey görmüyoruz. Kapıyı geçenlerin sayısında bir değişiklik yok. Eskisi gibi sınırlı sayıda kişilere müsaade ediliyor. Kapıdan geçenlere uygulanan kötü muamele de kalkmış değil. Refahtan geçince Mısır’da sanki değişen bir şey olmamış sanıyorsunuz.

Bu üç alanda Mübarek dönemi siyasetin her şeyi ile uygulanmaya devam ettiğini gördüm. Şayet değerlendirmende neden bu üç alanı baz alıyorsun da diğer alanları görmüyorsun dersen; şöyle cavap verebilirim. Bu üç nokta, bölgede batı stratejilerinin talebi doğrultusunda hareketin örneklerdir de ondan bunları baz aldım. Evet, batı stratejileri İran, Lübnan Ve Filistin dosyalarına özel bir önem atfeder. Tabii ki bu üç konudaki stratejilerin hepsi de İsrail’in çıkarlarıyla ilişkilidir. İşte bu üç dosya karşısında takınılan tavır Mısır dış politikasının bağımsızlık ölçüsü sayılacak ve aynı zamanda İsrail ve ABD’nin başını çektiği ılımlı Arap kampında kalmaya devam edip etmeyeceğinin de göstergesi olacaktır.

Mısırda devrim gerçekleştikten bu yana İsrail ve ABD’nin ortak bir kararla Mısırda olup biteni saat başı takip edip değerlendiren bir birim oluşturdukları konusunda Alman medyasında çıkan haberlerin doğruluğunu tekit edecek bir malumata sahip değilim. Ancak, her iki devletin de Mübarek’in gitmesini kabul etmek zorunda kaldıklarını biliyorum. Bununla beraber Mısır’ın dış politikası İsrail ve ABD’yi direk ilgilendiren bir konudur ve bunun kesintiye uğramasını kabul etmeyecekleri ortadadır.

Bildiğim kadarıyla İsrail ve Amerika, Mısır’ın dış politikasının eskisi gibi devam etmesini garanti altına almak için değişik vasıtalarla baskı uygulamayı sürdürmektedirler. Öyle ki Refah sınır kapısının birkaç günlüğüne serbest kalmasının akabinde, Vaşinton geçişlerin eskisi gibi sınırlandırılması için baskı uyguladı ve Amerika bu konuda istediğini de aldı.

Bu yorum çerçevesinde eski dış işleri bakanı Dr. Nebil El-Arabi’nin refah kapısının açılması, İsrail’i barış anlaşmasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırması Amerika ile eşit seviyede ilişkiler kurup İran’la ilişkilerin normalleşmesinden bahsettiği açıklamalarının niçin şaşkınlık ve üzüntü ile karşılandığını anlayabiliriz. Dr. Nebil El-Arabi’nin Dış İşleri Bakanlığından Arap Birliği Sekreterliğine kaydırılmasını bir çok batılı çevrelerin neden “sevindirici bir gelişme” olarak karşıladığını da anlıyorum. Çünkü stratejik hesaplara göre Mısır dışişleri bakanlığı Dr Nebil El-Arabi gibi birinin elinde Arap birliği sekreterliğinden daha çok önemli rol üstlenebilir.

Nebil El-Arabi ilk koltuğunda Mısır’da bütün Arap Alemini etrafında toplayan bir bayrak açabilirdi. İkinci koltukta ise Nebil El-Arabi, hareket gücü tükenmiş bozuk bir arabayı yönetiyor. Bunun için kayda değer bir şey yapamayacaktır. Camp Davit anlaşmasıyla Mısır’ın derdest edilmesi hamlesi İsrail ve ABD’nin bölgede elde ettiği en önemli kazançtır. Her iki devlet de kazandıkları bu ödülü koruma konusunda çok dikkatlidirler ve bir şekilde onu kaybetmek istemiyorlar. Unutmayalım ki Mübarek, İsrail de “Stratejik Hazine” olarak tanımlanmıştır. Artık bu “Hazine”yi korumak için, ne akıl almaz baskı ve planların kurulduğunu düşünmek zor değildir.

Evet 25 Ocak devriminin öne çıkardığı slogan “özgürlük, onur, hukuk”sadece vatandaş için değil vatan için de gerekir ve bunu ifade edecek yer de Mısır’ın dış politikasıdır. Zaten Mısır dış ilişkilerde olması gereken yerde duramazsa devrimin ne kıymeti olacak ki.
…….

Eski rejim Mısır’ı İsrail’in yedeğine vererek vatana hıyanet suçu işlemiştir. Ancak hali hazırda başlamış bu yeni dönemde eski rejimin politikalarını korumak isteyenler var ve bunlar daha tehlikelidirler. Evet vatandaşın hali düzeltilsin. Bu zaten gerekli bir şey. Ancak biz Mısır’ın ’ın onurunu da düşünmek durumundayız. Unutmamalıyız ki, dış güçler Mısır halkının sesine kula veren gerçek bir demokrasi istememektedirler. Onların istediği, İsrail ve batı çıkarlarını koruyan güdümlü bir demokrasidir. Bunun için batılılar şu an olanları yeterli bulmaktadırlar.

Bağımsız bir irade ve temiz bir siyaset ortamı, kurum ve kuruluşlarıyla dinamik bir toplum ile özgürlük , adalet ve eşitlik ideallerini gerçekleştirmeye yönelen bir yapı olmadan eski rejimin yıkıldığını söylemek nasıl mümkün olabilir.Bu yolda atılan adımlar eski rejimin nihai olarak yıkılışının alameti olacaktır.

Kaynak: El-Cezira-net.
Çeviri: Selahaddin Yıldırım / Doğruhaber

 

 

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir