• DOLAR 32.526
  • EURO 34.683
  • ALTIN 2491.613
  • ...
Bir Belirleyen Olarak Tesettür
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

BATILILAŞMA TEMAYÜLÜ VE BİR BELİRLEYEN OLARAK TESETTÜR

Örtünmenin farz kılınmadığını, bunun bir Abbasi âdeti olduğunu iddia edenler ise modernlik kisvesi altında İslami toplum kalesini içten yıkmak isteyenlerdir.

Emperyalist Batı, kadına toplumun sekülerleşmesinde önemli bir misyon yüklemiştir. Musevi asıllı oryantalist yazar Bernard Lewis Ortadoğu bölgesinin kaderini tayin edecek üç faktörden birisinin kadın olacağını söylerken, yine Musevi yazar Thomas Firedman’ın ‘kadının toplumu içerden fethetmenin en önemli aracı’ sayması, kadın üzerinden kurulan şeytani planları açık etmektedir.

‘Gâvur’ namlı 2. Mahmut devr-i sabıkından başlanarak dayatılan modernleştirme projesi, kadının cinselliği ve açılması üzerinden yürütülmüş, gardrop devrimleriyle sekülerleşmenin nesnesi haline getirilmiştir. Bu yolla, vahye dayalı örtünme ibadetini Müslüman kadından söküp atamayınca tesettürün içi boşaltılmaya, sadece başı örten bir bez parçasına indirgenmeye çalışılmıştır.

İslam toplumunu kadın üzerinden dönüştürme projesi, laikleştirme operasyonunun önemli sacayaklarından biridir. Tarihe tutacağımız küçük bir projektör gerçeği görmemize yeter de artar bile. Tanzimat sonrası Türk modernleşmesi Osmanlı romanlarından dahi takip edilebilir. Dikkatli nazarların hemen fark edeceği gibi bu geçiş dönemi yazarları en fazla iki konu üzerinde dururlar: 1- Kadının toplumdaki yeri, 2- Üst sınıf erkeklerin batılılaşması.

Osmanlı seçkinleri arasında, modernleşmenin ilk anlarından itibaren, Fransız devrimi ilkeleri ışığında kadının özgürleşmesi konusunu ele alan yayınlar görülür. Tanzimat’tan 20 yıl sonra Şinasi ‘Şair Evlenmesi’ isimli eserinde, geleneksel tarzda yapılan evlilikleri kalemine dolamıştır bile. Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hüseyin Cahit Yalçın kadının kendi kaderini tayin hakkı ve kadının bağımsızlığa kavuşturulmasını en çok işleyen yazarlardan birkaç tanesidir.
Batının içerideki devşirme paşaları toplumun üst katmanına mensup kadınları zamanla modernleştirdiler. Halide Edip örneği en güzel örneklerden biridir. Mor Salkımlı Ev romanı Halide Edip özelinde Osmanlı elit kadının modernleşmesini anlatır. Kerameti Batıyı taklitte gören mustağrip Osmanlı literati, üst sınıf kadınlarının modernleşmesi konusunda nerdeyse görüş birliği içindedir.

Cumhuriyet ile ray değiştiren, geçmişini redd-i mirasla mahkûm etmeye yeminli cumhuriyet eliti, pozitivizmi kendine din edinmişti. Pozitif ahlak, Emile Durkheim’ın ifadesi ile laik bir ahlaktı. Kutsalla bağları koparmayı gerektiriyordu. Durkheim bu durumu şöyle açıklar: “Okullarımızda, çocuklarımıza tam olarak laik bir ahlak eğitimi vermeye karar verdik. Bunun anlamı vahye bağlı dinlerin dayandığı ilkelerden hiçbir şey olmayan ve kesin olarak aklın yargılayabildiği düşüncelere, duygulara ve uygulamalara dayanan, tek kelime ile laik bir eğitimdir.’’

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi kadının tesettürden çıkarılarak cinselliğin nesnesi kılınması cumhuriyeti kuran kadronun yeminli vaadi idi. Mustafa Kemal, “manayı anlayamadığı için şekli her zaman manaya tercih eden cahil halkın (!)’’dünyasını şeklen de değiştirmeyi kafasına koymuştu. Ne var ki değişikliğin özellikle kadın ve aile söz konusu olunca kolay olmayacağını da biliyordu. Kabul ki; konu netameliydi. Kadına ve aileye dokunmak ‘’namusa’’ dokunmak olarak algılanabilirdi. Hal böyle olunca “çarşafı yasaklayacak kanun çıkarmaya’’ kimse cesaret edemedi. İtiraf bizzat Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’a aittir.(Çağdaşlaşmada Kadın Hakları)

Bunun üzerine kadının kıyafetinin değiştirilmesinde devrimci değil evrimci yol izlendi. Tepeden indirilen darbelerdense, zamana yayılan ritmik vuruşlara yönelindi. İşe mü’min kadının kalesi çarşaftan başlandı. Pilot bölgeler seçildi. Amaç tepkilerin dozunu öğrenmekti. İlk uygulama Trabzon’da gerçekleştirildi ve Trabzon Belediyesi, kent merkezinde çarşaf giyilmesini yasakladı. Yasak kayda değer bir tepkiyle karşılaşmayınca mahalli idarelerin kararı ile bölgesel yasaklamalara gidildi. Toplumsal nabzın düşük attığı görülünce de yasak net bir şekilde ilan edildi. Bazı şehirlerde polis müdahalesini gerektirecek suça dönüştü (Aynı manzaranın 28 Şubat post modern darbe sürecinde okul önlerinde, mezuniyet törenlerinde yaşandığını sanırım hepimiz anımsıyoruz). Bu arada, yeri geldikçe ‘’tesettür’’ün kadının gururunu nasıl kırdığı anlatılıp duruldu. Abdullah Cevdet mülhidinin rüyası ‘’tedricen’’ gerçekleştirildi. Hedef ‘’tesettür’’ü tamamen kaldırmaktı.
Kadının statüsünü ve görünüşünü değiştirmek cumhuriyet elitinin önceliğiydi. Jakoben/tepeden inmeci devrimlerin başarısı biraz da buna bağlıydı, hatta güvencesiydi denilebilir. Zira halkın zahiren en hassas olduğu konu buydu. Önce Afet İnan ve Sabiha Gökçen gibi rol modeller belirlendi. Yurt gezilerinde Avrupai görünümlü afili hatunların bulundurulmasına özellikle dikkat edildi. İstanbul’daki plajlar kadınlara açıldı ve plajda çekilen çıplak resimler basına servis edildi. Türkiye’nin çağdaş yüzü halka gösterilerek çıplaklığa alıştırılmaya çalıştırıldı.

Radikal çıkışlar, ani vuruşlar da olmuyor değildi. Tabi yine bağımlı basın kullanılıyordu. 2 Eylül 1929’da Cumhuriyet gazetesi ‘’Miss Turkey’’ yarışması düzenliyordu. Malum tertibin arkasında Mustafa Kemal vardı. Jüride devrin kerli ferli yazarları A.Hak Hamit Tarhan, Halit Ziya Uşaklıgil, H.Rahmi Gürpınar ve hatta muhafazakârlıklarıyla bilinen Cenap Şahabettin ve Peyami Safa da vardı. Daha düne kadar saçının bir telini dahi namahremden sakınan Müslüman kızın vücudu topluluk önünde teşhir edilerek metalaştırıldı. İslami gelenekle bütün ipler koparılıyor, hatta rafa kaldırılıyor, iffet duygusu örseleniyordu. 1932’de Belçika’da yapılan Dünya Güzellik Yarışması’nda son Osmanlı şeyhülislamının torunu olarak takdim edilen on yedi yaşındaki Türk kızı Keriman Halis, Batılı efendilerce ‘dünya güzeli’ payesiyle ödüllendirildi.
Bugün ise 23 Nisan’da, 19 Mayıs’ta çocuklara yaptırılan danslar, stadyumlarda alıştırıp sonra sokağa indirme çabalarıdır. Güneydoğunun ücra ilçeleri Derik ve Kızıltepe’de dansöz elbisesi giydirilen küçük kız çocukları Müslüman Kürt halkı üzerinde oynanan oyunu göstermektedir.

Kemalist hareket pozitivist dünya görüşünü din olarak benimsemişti. CHP iktidarda olduğu 1923-1950 yılları arasında ilerlemeyi, laiklik ve devletçilik temelli bir ideoloji içinden tanımladı. Toplumu tepeden değiştirmeyi, karşı çıkarsa sırtından sopayı eksik etmemeyi tasarladı. Halkın inandığı değerlere savaş açtı. 1950’den itibaren, sağ partiler iktidara gelse de CHP ve CHP zihniyeti iktidar olmaya devam etti. Konyalı alim Hacı Veyis Efendinin dediği gibi “CHP kalaylanmamış bakır kap gibiydi. İçine ne atarsan zehirlerdi.”

12 Eylül 1980’de ordu adet edindiği üzere yönetime yine el koyuyordu. Yükseköğretim kurumlarında başörtüsüyle eğitim hakkına doğrudan ilk yasak, ihtilalin kudretli generali Evren Paşa’nın buyruğuyla 1982’de YÖK tarafından konuluyordu. Şimdilerde 12 Eylül darbesinden dolayı ifadesi alınan Netekim Paşa ve şürekası bu yasağı uygulamalarının o kadar da kolay olmadığını anlıyorlardı. Mart 1984’te “çağdaş kıyafet” adı altında bir tür ara formül bulundu. Üniversitelerde “başörtüsü” yasak ancak, başın arkasından bağlanan “türban” serbest olacaktı. Turgut Özal’ın ara formülü Evren Paşa’yı kesmemişti. Ocak 1987’de tüm üniversite rektörlerini Adana’da toplamış, yeniden başa dönülmesini sağlamıştı. Düzenlemenin “türban” şekli dahil bütün örtüler yasaktı. Paşa hazretleri böyle buyuruyordu.

28 Aralık 1989’da YÖK 1982 düzenlemesini yürürlükten kaldırdı. Başörtüsü hakkında karar alma yetkisi üniversitelere bırakıldı. Bu defa da Anayasa Mahkemesi devreye girdi. 1991 tarihli kararında, Anayasa’nın 2. maddesindeki ‘’laiklik’’ ilkesini gerekçe göstererek başörtüsü takmanın yasak olduğu yorumunda bulundu. Yasak 28 Şubat post modern darbesine kadar fiilen uygulanmadı. RP iktidarıyla beraber generaller “rejim bekçiliği” vazifelerini hatırladılar. Başörtüsü üniversitelerde yasaklandı. Nereyi kapsadığı meçhul kamusal alan teranesiyle yasak bütün kurum ve kuruluşlara yayıldı Sorun bu minval üzere devam ederken, AKP ve MHP üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren anayasa değişikliğini yaptı. CHP ve DSP değişiklikleri anayasa mahkemesine taşıdı. Anayasa mahkemesi 5 Haziran 2008 tarihli kararıyla yetkilerini aşarak kararı iptal etti. Rejim helvadan putunu yedi. Kararın alındığı gün sabık genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt Harp Akademilerinden mesaj göndermiş, iki gün önce de AİHM başörtüsü yasağı lehine karar vermişti. Asker-yargı işbirliğine AİHM desteği de eklenince, demokrasinin sihirli değneği ‘millet iradesi’ laf-ı güzaftan öteye geçmiyordu.

Örtü yasağı AİHM kanalıyla uluslar arası düzeyde yaygınlaştırılmak istenmektedir. Çünkü İslami hareket güçlenmekte ve batı istikbarının temellerini yıkmaktadır. İki yüzyıldır sürdürdüğü düzeninin çatırdamasını ancak İslam’ın şiarlarını ortadan kaldırarak engelleyebileceğini iyi bilen batı İslam ülkelerindeki yasaklamalara çanak tutmakla kendi içerisinde uygulayacağı yasaklara da kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Kabul etmek gerekir ki, Avrupa’daki Müslüman nüfus da Batıyı fena halde korkutmakta, paranoyaya sokmaktadır.

Hicab üzerinden İslam’a yöneltilen saldırılar bize gösteriyor ki, hicap olayının siyasal arka planı vardır. Hicap Müslüman kadının iradesini tekid etmekte, inancını, kişiliğini ve kimliğini göstermektedir. Bir yerleşim yerindeki başörtülü sayısı, orada İslam’a olan bağlılığın ne ölçüde kuvvetlendiğinin kanıtıdır. İşin nirengi noktası da burasıdır. Küfür bilmektedir ki, İslam’a bağlılık istikbara direnmenin katalizörüdür.

Tarihsel serüvenini özetlemeye çalıştığımız hicap, İslam düşmanları karşısında sergilediği dik duruşu ve keskin siyasal mücadelesiyle dünyada tevhidin ve ahlakın bayrağı olmaya devam edecektir inşallah.

MUHAMMED KUTLUAY / İnzar Dergisi / Temmuz 2011

Bu haberler de ilginizi çekebilir