• DOLAR 32.541
  • EURO 34.977
  • ALTIN 2430.829
  • ...
Modern mekanik/seküler bilimsel düşüncenin hakikat problemi ve İslam - II
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Siracettin Aslan / Doğruhaber / Araştırma

Geçen haftaki bu yazı dizisinde Modern bilimsel düşüncenin insan, Allah ve tabiat tasavvurunu ana hatlarını irdeleyerek hakikat bilgisinin hangi esaslar üzerinde işlendiğini ve hakikatin nasıl problemli duruma geldiğini ele almaya gayret etmiştik. Modern düşüncenin bu üç alana ilişkin tavrını, İslam bilimi arasında kısa bir şekilde mukayese yoluna gitmiştik. Bu hafta da kaldığımız yerden devam edeceğiz inşaAllah.

Modern bilimin en belirgin karakterleri arasında hümanizm, düalizm ve pozitivizm doktrinleri yer almaktadır. Bu doktrinlerden hümanizm, Firavun ve Nemrut misali gibi aşkın tüm kuvvetlerin olgusal olarak insanda cem olunmasına çalışarak insanı ilahlaştırma gayretidir. Düalizm, Descartes’in meşhur ruh-beden ayırımına dayalı kartezyen felsefesinin mukabili olup özelde insan, genelde tüm evreni ruh-beden/madde ekseninde parçalara ayırıp ruhani boyut dışlanarak madde üzerine yoğunlaşır. A. Comte’un kuramsal çerçevesini belirlediği pozitivizm (olguculuk) ise insanlığın tekâmülünü, metafizikten teolojiye, teolojiden pozitivist evrelerle açıklamaktadır. Bu minvalde pozitivizm, insan tekâmülünün en mükemmel ve en son merhalesinin kendisi olduğu iddiasında bulunarak kutsala karşı bir savaş verir. Bu üç doktrinle birlikte modern bilimin bilgi kaynakları arasında esasında salt akılcılık, deneycilik ile felsefi ve mantıksal deneycilik yer almaktadır.

Bu doktrin ve bilgi kaynaklarını derin teemmüllere dayalı olarak irdelememiz, modern bilimsel düşüncenin epistemolojik bağlamını ve tefekkür dünyasını anlamamıza olanak sağlamaktadır (Bu konular çok ayrıntılı olduğundan sadece ana esaslarına vurgu yapmakla yetiniyoruz). Bu nedenle modern bilimin girdabında mahpus olan toplumların, modern bilimin bu karakteristik yapısını ve bilgi kaynaklarını irdelemeleri ve bilmeleri zorunludur. Çünkü problemin kaynağını ortaya çıkarmadan problem üzerinde verilen uğraş sınırlı olmakla birlikte, problemin çözümüne ilişkin yeni alternatifler üretme imkânı da çok güçtür. Bu meyanda, İslam ümmetinin en büyük ve esas sorunsallarının başında modern düşüncenin tahakkümcü, yıpratıcı, sömürücü, işgalci, asimilasyoncu, alinasyoncu, özcü, deterministçi ve indirgemeci gibi tutumlarının yer aldığı, ilmi olarak bilinen bir hakikattir. İslam ümmetinin modern düşüncenin dayattığı bu sorunsallarla mücadele edebilmesinin en iyi yolu, modern düşüncenin tarihsel arka planıyla birlikte karakterinin ve bilgi kaynaklarının ilmi düzeyde tahkik ve tahlil edilmesidir.

Modern bilim, Rönesans’tan günümüze yukarıda sözü edilen doktrinlerden düşünsel destek ve bilgi kaynaklarından maddi güç alarak halife olan insana, evrene ve evrenin yaratıcısı olan kudrete savaş açmıştır. Bu savaş, modern düşüncenin mekanik algısına bağlı olarak tahakkümcü ve tahrip edici yapısıyla süratle devam etmektedir. Nitekim Modern bilimin bu tahakkümcü ve mekanik/laisist yapısından kaynaklı, günümüzde önceki dönemlerden daha büyük ölçekte toplumsal alanda zihni ve sosyolojik buhrânlar ve ekolojik sorunlar meydana gelmiştir. Ayrıca modern bilim, önyargılarla evrende bir kudretin varlığının ontolojik olarak var olduğunu inkâr ederek ve onun epistemolojik bir idrâkten yoksun olduğunu ileri sürerek aşkın olanı problematik bir hâle getirmiştir. Bu anlamda modern bilim, doğa üzerinde epistemolojik tahripler yaratmıştır.

Modern bilimde var olan bu ve buna benzer sorunların giderilebilmesi için bilimsel bilginin kuşatıcı kavrayışının yeniden yorumlanması ile insansal unsurları ve doğayı koruma altına alabilecek bağlamda tekrardan perspektifler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan klasik dönemde, Müslümanların bilim ve doğa alanında yürüttükleri çalışmalar arasında, ahlâki ve mânevî değerlerin yanı sıra doğa dengesinin korunması konusu da önemli bir yer tutmaktadır. Sözü edilen dönemde Müslümanlar, bilimsel çalışmalarında her zaman varlığın bütünlüğünü kendinde barındıran tabiat dengesinin korunması gerektiği ilkesini tevhîdî bilinçten dolayı savunmuşlardır. Bu çerçevede tevhîd öğretisinden düşünsel destek alan İslâm bilimi, doğa üzerinde sayısızca araştırma ve faydalanmayı öngörmekle birlikte bu faydalanma ve araştırma yöntemini tabiat dengesinin alt üst edilmesi, ahlâkî ve mânevî değerlerin dejenere edilmesi, zihni bunalımlar, bütünün bilgisini parçaya indirgeme, israf, Allah’ı tabiatın içinden soyutlanması ya da modern bilimin öne sürdüğü gibi O’nun yokluğuna yönelik fikir beyân edilmesi konusunda hiçbir şekilde taraf olmamıştır.

Ancak modern bilim, tabiat üzerinde yürüttüğü uygulamalı ve kimyevi bilimler sonucunda tabiat dengesinin alt üst edilmesine varacak ve bütün bir insanlığı kırımdan geçirecek düzeyde bir teknoloji geliştirmiştir. Bu durum, şu an tüm insanlığı tehdit eder konuma gelmiştir. Klasik dönem İslâm bilim adamlarına bakıldığında, Ebu Berekat, el-Bağdadi ve Zekeriyya er-Razi gibi düşünürler, uygulamalı bilimlerin bu yönüyle zararlı olduğunun bilincindeydiler ve böyle bir teknoloji geliştirebilme imkânları olduğu halde geliştirmediklerine şahit olmaktayız. Çünkü Müslüman bilim adamlarının bilimsel uğraşlarındaki öncelikli aksiyomu, İslâm düşüncesinin temel özünü teşkil eden tevhîd öğretisidir.

Öte yandan İslâm biliminin durağanlaşma dönemine girmesinden sonra kıta Avrupa’sında meydana gelen bilimsel gelişmeler ve bu gelişmeler sonucunda ortaya çıkan mekanik dünya görüşüne dayalı seküler tefekkür, İslâm’ın tevhîd düşüncesinin ana parametreleriyle çatıştığından İslâm dünyasında asırlardır tenkit edile edile bugüne kadar gelmiştir. Mekanik dünya tasavvuru üzerinde şekillenen modern bilimi tenkit eden İslâm âlimlerinin tenkitleri, akli olgular üzerine dayanmaktan ziyade inancın esasları dolayımında meydana gelmiştir. Bu tartışmalar, İslâm medeniyetinin bilimin gerisinde kalmış olmasının bir gerekçesi olarak öne sürülebilir. Ancak yapılan tenkitler, zamanla kamuoyunda etkinliğini yitirmeye başlamış ve yerini, Batı bilimini körü körüne bir taklide bırakmaya başlamıştır. Böylece modern bilimin dillendirdiği her şey, meydana gelen her teknolojik gelişme İslâm toplumunca kabul edilmeye başlanmıştır. Bu kabul edilişle birlikte modern bilim temelli seküler dünya görüşü, İslam ümmetini sosyal, ahlakî ve mânevî yönden etkilemeye başlamış; zihni ve toplumsal problemlere neden olmuştur. Kanaatimizce bu etkilenme ve buhrânlar, yaşadığımız bu asırda daha önemli seviyelere gelmiş ve tedavisi zor düşünsel hastalıklara yol açmıştır. Bu nedenle bu zihni ve toplumsal problemlerin giderilmesi için klasik dönem Müslümanların bilimsel bilgiye olan yaklaşımlarını ve diğer uygarlıklardan bilimsel eserleri nasıl tevarüs ettiklerine bakmamız bize bu konuda veri sağlayacaktır. Nasıl ki onlar, diğer uygarlıklardaki bilimsel bilgiyi tevarüs etmeden önce tevhîd ilkesi üzerine bir bilgi geleneği inşa etmişlerse, günümüz Müslüman bilim adamlarının da modern Batı bilimini tevarüs etmeden ve onu içselleştirmeden önce kendi iç dinamiklerini oluşturmaları gerekir. Bu iç dinamikler üzerinde inşa edilen bilim geleneği vasıtasıyla modern Batı biliminden gerekli oranda, değerlerimiz ve inanç yargılarımızla yoğrulmuş, geliştirilmiş ve dünyaya tekrardan hâkim olmuş İslami bir bilime sahip olunabilir. Böyle bir geleneğin oluşturulmasına ilişkin S. Hüseyin Nasr, M. Nakib el-Attas, İ. Raci Faruki, Alparslan Açıkgenç, Osman Bakar ve Abdus Salam gibi günümüz Müslüman bilim adamlarının araştırmaları, İslâm bilimini kendine özgü bir yapı içerisinde tanımlaması açısında önem arz etmektedir.

 


 

Bu haberler de ilginizi çekebilir