• DOLAR 32.503
  • EURO 34.808
  • ALTIN 2486.759
  • ...
Şehadetenin 86. yıl dönümünde Şeyh Said - 4
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

M.Ali Erdoğan / Doğruhaber
1960 yılının ilk günlerinde Çorumlu H. Hasan Ağa Şeyh Ali Rıza Efendi’nin huzuruna gelerek Bediüzzaman Said Nursi’nin mutlaka kendisiyle görüşmek istediğini söyledikten birkaç gün sonra Bediüzzaman’ın Ankara’ya geldiğini gazete manşetlerinde gördük. Şeyh Ali Rıza Efendi de onunla görüşmek istiyordu. Şeyh Ali Rıza Efendi o gece yeğeni ve damadı olan Melik Efendinin evinde sabahladı. Sabah namazını kılıp yatarken bana dedi: "Abdulillah yorganı üzerime at". Attım ve ben sabah namazını kametini getirirken zil çaldı. Gittim kapıyı açtım. O zamanlar otuz yaşlarında temiz giyimli bir zat bana "Şeyh Said Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi burada mı?" diye sordu. Ben de "buradadır" diye cevap verdim. Dedi: "Bediüzzaman Said Nursi kendisiyle görüşmek istiyor haber verir misiniz?" Ben de Efendi Hazretlerine bildirdim. Hemen giyindi, üstü kapalı bir pikapla Ankara Denizciler Caddesi’nde bulunan Beyrut Oteline gittik. Otelin önü hınca hınc insanlarla doluydu. İkinci kata çıktık. Bir müddet bekledikten sonra Ali Rıza Efendi hasta olduğundan dolayı şakayla karışık bana “Here bibîne ez sofiyê Mele Saîd nînim, nexweşim.” Git Üstad’ı gör, hastayım, Mele Saîd’in müridi değilim (bekleyemiyorum)” dedi. Üstad’ın talebesiyle şoförü gidip Üstad Hazretlerine haber verdiler: Üstad’ım sizin beklediğiniz Şeyh Efendi’nin oğulları buradadırlar. Sizinle görüşmek için intizar ediyorlar. Ne emredersiniz? Öyle dediğinde mübarek, karyolasından sıçrayarak ayağa kalktı. “Niçin bekletiyorsunuz ben kırk senedir onların intizarındayım.” Büyük bir arzuyla "çabuk getirin", dedi. Oradakiler şaşırdılar. Üstad niçin bunlarla bu kadar iştiyakla görüşmek istiyor. Daha şimdiye kadar böyle bir heyecanı kendisinde görmedik, dediler. Tabi geldiler, bizleri çağırdılar. İki Efendi önde biz de peşlerinde içeriye girdik. Büyük bir heybet ve izzet vardı Üstad’ın üzerinde. Baktı ikisine “Selahaddin sen misin?” dedi. Amcam Şeyh Selahaddin, “evet benim” deyince “senin gözlerin babanın gözlerine benziyor” dedi.

Tabi Şeyh Ali Rıza Efendi hürmet niyetiyle elini öpmeye kalkınca Üstad elini çekip "Sen Şeyh Said’in hakiki varisi ve Şeyh Aliyé Sebti’nin manevi varisi ve evladısın. Sen Şark’ın yetiştirdiği en büyük ulemadansın. Ben senin elimi öpmene razı olamam", dedi. Şeyh Selahaddin ve bizler mübarek evini ziyaret ettikten sonra karşı karşıya oturduk. Şeyh Ali Rıza Efendi Üstad’a İmam-ı Şafii’nin cihadın farzı kifaye oluşuna dair görüşünü söyleyip Şeyh’in ümmetin üzerinden bu farziyeti kaldırdığını aktardı. Şeyh Ali Rıza yine Tevbe Suresi 111, 38 ve 39. Ayetleri okudu. Nisa Suresi 95. Ayetle birlikte bir hadisi de okuyunca Üstad çok sevindi “Elhamdulillah beni mesuliyetten kurtardı” dedi.

Üstad konuşmasını şu şekilde açtı: “Ben kırk küsur senedir sizi hasretle bekliyordum ve devamlı “Ya rabbi emanetini benden almadan evvel birader-i azamım olan Şeyh Said’in çocuklarıyla görüşmeyi nasib eyle” diye dua ediyordum. Çok şükür Allah’a ki kırk senelik bir arzumu ve duamı kabul etti. Bugün benim için çok ehemmiyetli bir gündür. O sırada üç talebesi içerdeydi, onlara dedi ki “Siz farkına vardınız mı benim sesim çok net çıkıyor.” Onlardan birisi “Evet Üstadım ben altı senedir hizmetinizdeyim sesinizin böyle net çıktığını ilk defa görüyorum” dedi. Sonra konuşmasına devamla, "Sizin çektiğiniz sıkıntı, çile, meşakkati çok yakinen takip ediyorum. Sizi hiçbir zaman gece gündüz aklımdan da çıkartmadım. Sürgün esaret, hapishane meşakkatlerini de yakinen takip ediyorum. Sizden hiçbir an ayrı yaşamadığımı da bilmeniz lazım. Fakat Cenabı- Hakkın takdiri buydu. Birader-i azamım Şeyh Said Efendi büyük bir şeref ve derece ile vazifesini bitirdi. Takdirin bu şekilde olduğuna vakıfız. Ben de bu hadisede onunla beraber Cihadda Diyarbekir’de şehadete nail olmayı arzu ediyordum. Fakat buna nail olamadım. Bundan dolayı epey üzüldüm. Bununla beraber üzerime düşen vazifeyi yaptığıma da eminim. İnşaallah Cenab-ı Hak yevm-ul haşrde bizi de onlarla beraber haşreder.” dedi ve konuşmasına şöyle devam etti: “Birader-i azamım Şeyh Said bana mektup gönderdi ve mutlaka görüşmemiz lazım geldiğini söyledi. Ben de olur diye cevap gönderince ikinci mektubu geldi.

Beni çağırdılar. Ben de ne zaman görüşelim diye haber yollayınca, Gulan’ın ( Mayısın) 15’inde Erzurum’da görüşmenin münasip olduğunu ve Gulabizadelerin köşkünde görüşeceğimizi bildirdiler. Ben de bunun üzerine yola çıktım ve 12 Gulan’da Erzurum’a geldim. Şeyh Said Efendi de 15 Gulan’da oraya geldi. Haber gönderdiler. Ben de gidip ziyaret ettim ve oturduk. Yanında dikkatimi çeken genç Mehdi ve 10-15 yaşında torunu M. Zeki Efendi vardı. Genç Mehdi bana yaklaşarak dedi: Molla Said, "Ben de en az senin kadar ilme sahibim. Fakat senin İstanbul’da şöhretin yayıldığı için tanınıyorsun. Zekâ yönünden de benim zekâm seninkinden geri değil. Benim şairliğim de vardır. Seninle görüşüp konuşmak da istiyordum. Cenab-ı Hakka şükür bizi görüştürdü.” Şeyh Said Efendi ise Şeyh Mehdi’ye hitaben: Mehdi, Mehdi sen dur. Bir Bediüzzaman Molla Said-i Kürdi Hazretleriyle görüşelim ondan sonra artık münakaşa mı edersin münazara mı edersin ne yaparsan yap” dedi. Ben de Şeyh Mehdi’nin hitabını çok sevmiştim. Tabi oturduk. Benim Şeyh Said Efendi ile ilk görüşmemdi. İlk nazarıma çarpan yönü çok ferasetli bir kafa ve çok fasih, beliğ bir hitabete sahipti. Şer’i ilimlere de büyük bir vukufiyeti vardı. Özellikle konuşmalarında daima Hanefilerden İbn-i Abidin’in metinlerini ve Şafiilerden Envar’ın metinlerini tekrar ediyordu. Beraber üç gün geceli-gündüzlü bir arada kaldık. Cihad-ı ekberin yapılması gerektiğini ve bunu Müslümanlar deruhte etmediği takdirde hepimizin mesul olacağını deliller ile izah etti ve ikide bir de benim konu hakkındaki kanaatimin izharını istiyordu. Ben de ona dedim; siz bundan şüphe mi ediyorsunuz. Ben de aynı kanaatteyim onun için şu an buradayım. Sonra dedi: "Siz ne şekilde bize yardımcı olabilirsiniz." Ben de cevaben dedim: "Beraber istişare neticesinde yardımlaşma esaslarını tespit edebiliriz."

Dedi: "Benim Gavs-ı Hizan’ın ailesi ile irtibatım yok. Bitlis ve Muş’ta onların büyük müessiriyeti vardır. Sen onların medreselerinde okuyup oralı olduğun için onları iyi tanırsın. Onun için onlara küfrü mutlaka karşı mücadelenin gerekliliğini izah edip sağlam bir cephe oluşturma noktasından iştiraklerini sağlayabilirsin." Ben de ona dedim:
"Küfrü mutlaka karşı bütün mevcudiyetimizle cihad edeceğimizi ve yapılan küfri icraatların inkılâpların karşısında sed olacağımızı ben inşaallah o bölgenin şeyhlerine anlatırım ve bu davanın tahakkukunu bütün gönlümle istiyor olduğumu da onlara arz edeceğim." Bu kararı aldıktan sonra Karaköse üzerinden Van’a, oradan Bitlis’e gelmeyi planlamıştım. Bir sene sonra Diyarbekir’in Lice veyahut Piran mıntıkasında görüşmek şartıyla birbirimizden ayrıldık. Şeyh Said, Hınıs’ a doğru gitti. Ben ve Mehdi Efendi bir hafta daha Erzurum’da kaldık. Bir hafta boyunca Şeyh Mehdi Efendi ile epey ilmi sohbetlerimiz oldu. Keşke şimdi imkân olsaydı da o münazaralarımızı size anlatsaydım.

Ben Karaköse üzerinden Van’ a gittim. Oradan Bitlis’e gittim. Aldığımız kararları oranın şeyhlerine anlattım. Aradan bir sene geçtikten sonra Diyarbekir’e gittim. Fakat Şeyh Efendi ile görüşemedim. Ondan sonra da görüşmek nasip olmadı. Müslüman halkı irşad vasıtasıyla elde edilecek maddi manevi birlik kuvveti ile hükümeti protestolar ve ikazlarla yola getirme planını sezen yetkililer ve bilhassa İsmet’in münafıklığıyla hadiseyi söndürmek için olayı patlattılar. Tabi kıyam başlarken devlet beni derdest etti. Hapishane ve sürgünlerle elimi kolumu bağladılar. Hapishanede iken beni seven bir gardiyan bir gazete getirdi. Gazetede Şeyh Said Efendi’nin İstiklal Mahkemesi’nde yargılandığı yazıyordu. Birkaç gün sonra bir gazete daha getirdi. Onda Şeyh Said Efendi’nin şehid edildiğini okudum. Bende büyük bir teessür hâsıl oldu. İnanın geceli gündüzlü ağladım, figan ettim.” Sohbetin sonunda Üstad bizlere şunu ısrarla söyledi: “Mutlaka Risale-i Nur’u okuyun. Çok istifade edeceksiniz.” Bu putperest nizamın hücumu ve desiselerine karşı Risale-i Nur’u dikkatle mütalaa etme ve anlamanın çok faydalı olacağını belirtti. Ayrıca Üstad, Şeyh Ali Rıza Efendi’yi ilminden dolayı takdir etti ve “Ben eski Kürdistan medreselerindeki Molla Said olsaydım sen bu kadar rahat yanımda konuşamazdın.” diye latifede bulunduktan sonra ayrıldık.

Dışarı çıktıktan sonra Şeyh Selahaddin, Şeyh Ali Rıza’ya sordu: "Keko sen Bediüzzaman Hazretlerini nasıl gördün?" Şeyh Ali Rıza: “Ben şimdiye kadar Molla Said’i ilmiyle meşhur bir âlim olarak bilirdim. Fakat anladım ki o bununla beraber kalbi kuvvetli bir velidir.” dedi.

Üstad’la Şeyh’in oğullarının görüşmesi 3 Ocak 1960 tarihinde Zübeyir Gündüzalp ve Said Özdemir’in de hazır bulunduğu bir ortamda bu şekilde gerçekleşir. Bu görüşme sabah namazından sonra başlayıp öğle vaktine kadar devam eder. Ayrıca Üstad Şeyh Said’i gördüğü rüyayı da anlatır. Üstad’ın 1948’de Afyon mahkemesinde Şeyh Said’i müdafaa ettiği de verilen bilgiler arasındadır. Bu müdafaa günümüzde bazı kimselerin elinde mevcuttur.

Şeyh Said Efendi’nin Kürd Teavun Terakki Cemiyeti ve Azadi Cemiyeti ile olan ilişkisi, Ermeni tehcirine karşı oluşu, onun irşadları sonucu İslam dinine iltihak eden yüzlerce Ermeni köyü Mustafa Kemal’i daha komutanlık yıllarındayken ilk keşfedenlerden biri olduğu üzerine de bir takım açıklamalarda bulunmak isterdik fakat yazı fazlasıyla uzadığı için burada nokta koymayı düşünüyoruz. İnşaallah Şeyh’in kıyamı ve kıyama taalluk eden hususları ileride yazmayı düşünüyoruz.
*Bu yazı dizisini hazırlarken verdikleri bilgilerden istifade ettiğim eski milletvekillerinden Abdulillah Fırat başta olmak üzere Av. Muhammed Akar ve Av. Abdurrahim Fırat’a teşekkürlerimi sunuyorum.

****

“Kim hayatı isterse şehadet istemeli.”
“Dünyayı cennet eden şehadet devletidir.”
“Şeyh Said-i Palevî ve
rufekası hakiki şehiddirler.”
“Onlar her çendi birader-i azamımı şehid ettiler. Ben de onlardan bir milyon insanı Şeyh Said’in yoluna getirdim. Bu da benim için kafi hizmettir inşaallah.”
Üstad Bediüzzaman
(1)İlk Üç söz Şualar`daki onuncu maddenin el yazması nüshasında geçmektedir.Son sözün ravisi ise kendisini manevi evlatlığa kabul ettiği Abdulillah Fırat`tır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir