• DOLAR 32.478
  • EURO 34.942
  • ALTIN 2428.724
  • ...
Allah Katında İnsan Kimdir
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İslam inancına göre yeryüzünün en şerefli varlığı insandır. İnancımıza göre insanın bu üstünlüğü sadece Müslümanlara mahsus bir özellik değildir. Bütün insan nesline şamil bir üstünlüktür.

“And olsun ki, biz beni âdemi mükerrem kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerine temiz rızıklar verdik. Onları yarattıklarımızdan birçoğuna üstün kıldık.” (İsra 17/70) Bu ayette insanın yüceliğinden bahis edilmektedir. Bu yüce şeref onun Allahu Teâlâ’nın emanetini yüklemede olduğunu görüyoruz. “…yerin ve göğün taşımaktan korkup ta insanoğlunun emaneti yükleme…”

şerefi bu emaneti taşımaktan habersiz olması halinde de zalim ve cahil olduğu vurgulanıyordur.

Bakara 2/30 Allah’ın halifeliği bağlamında beşer için en üst bir makam verildiği emrin sonunda meleklerin bile Âdemin şahsında zürriyetini tazim ettiğini görüyoruz. Buradaki üstünlük, Allah’ın ona verdiği eşyadan alet yapma, düşünme, okuma yazma, konuşma, olaylardan sebep sonuç ilişkisini değerlendirmekle etkilenme ve etkileme. Bundan sonra da geçmişi sorgulayabilme ve geleceğe yönelik plan ve program hazırlayabilme yeteneğinin verilmesidir. Kısaca dünyayı imar edecek niteliklerle donatılmasıdır. Bu üstünlüğün verilişinde bir ırk, kavim, soy, sop gözetilmeksizin verildiğini görüyoruz. “Rabbin meleklere demişti ki Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman derhal ona secdeye kapanın.” (Sa’d 38/ 71–72) bu ayete baktığımızda buradaki üstünlük sadece Müslümanlara ait olmayıp insanlığın geneline verildiğini görüyoruz. Hiçbir şey boşu boşuna verilemeyeceği gibi meziyetler de boşu boşuna verilmemiştir. “İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor.” (kıyamet 75/ 36) bilgisi ve kabiliyeti sınırlı olması hasebiyle sorumluluktan mazeret uydurarak kaçabilirdi. Onun için Rabbul âlemin “Biz müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa 4/ 165)


İnsan, yeryüzüne ve gökyüzüne, aya, güneşe ve yıldızlara bakarak bütün bunları yaratan bir yaratanın bulunduğunu anlayabilirdi. Ancak bu Allah (cc)’a karşı bir görevinin olup olmadığını, varsa bu görevinin ne olup olmadığını ya da nasıl olacağını bilemezdi. İnsanoğlu nereden gelmektedir? Nereye gidecektir? İnsan niye ölümlüdür? Ölümden sonra nasıl ve kim tarafından herhangi bir hesaba çekilecek mi? Bütün bunları bile bilmesi için Allah (cc) kendisi ile kullar arasına aracı mahlûkatlar sebebi ile emirlerini göndermeyi uygun görmüştür.

Bunlar peygamberlerdir. Bu peygamberler Hz. Âdemden başlayıp Hz. Muhammed(salallahu aleyhi ve sellem)’le son bulmuştur. Bütün peygamberler, insan cinsinden olmalarının birçok hikmetleri bulunmakla beraber biri de insanların onları taklit edip onların bulunmadığı zaman ve mekânda diğer insanların onların misyonunu yüklenebilmeleridir. Evet, insanoğlunun yeryüzünde kutsal bir görevi vardır. “Ve hedeynahünnecdeyn” (biz ona iki yolu gösterdik.) Yani, o hem zalim hem âlim olabilir. Hem eşkıya hem enbiya olabilir. Hem veli hem asi olabilmektedir. Onda bulunan bu iki hasletten birini seçmekte o serbest bırakılmıştır. “Eyyüküm Ahsenü amele” (hanginiz daha iyi bir amel işlediğini belirleme içindir.) Bir olan Allah her millete kendi kavminin dilinden bir peygamber gönderdiğini görüyoruz.

“-Allah’ın emirlerini- onlara iyice açıklasın diye her peygamberi kavminin diliyle gönderdik…” (İbrahim 14/4) Bu ayetteki dilden iki hüküm çıkarmak mümkün. Biri, dilin Allahu Teâlâ’nın bir ayeti olup dolayısı ile inkârı mümkün olmayan ilahi mukaddesat içinde oluşu. İkincisi, bu dilden kasıt aynı lisanla beraber anlayabileceği bir dilden yani üsluptan mevzuu bahis ettiğini görüyoruz. Çünkü hiçbir peygamber ve davetçi insan yoktur ki, kendisinin konuştuğu lisan dilinden başka dillerle konuşanlara muhatap olmuş olmasın. Belki bugün İslam`a davet edenlerin büyük problemlerinden biri de içinde bulunduğu ya da muhatap aldığı şahısların anlayacağı dilden yani seviyesinden konuşamamasıdır.

Eğer üslup ve ünsiyette mesuliyet ve mensubiyette sorun yaşandığı için İslam tam manası ile anlaşılmıyorsa, suç sadece anlamayan ve dolayısı ile kabul etmeyende olmayıp anlayacağı dilden konuşmaması dolayısı ile davetçide de aramak lazım. Davetçi peygamber varisidir. Allah (cc) peygamberleri gönderdiği kavme kardeşleri şeklinde takdim eder. “Ad kavmine kardeşleri Hud dedi ki…

Semud kavmine kardeşleri Salih dedi ki… Kardeşleri Şuayb onlara dedi ki…”

Ve daha nice ayetler…

Bütün bunlar gösterir ki, davetçiler kavimlerinin kurtuluşu için çalışır. Ve kardeş ünsiyeti içinde bu işleri yürütürler. “Velekad beasna…” “And olsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl,36) şeklindeki insanların bir kısmı hidayeti bir kısmı da delaleti seçip o iki yoldan birisine göre hayat sürdürürler.


İşte zamanımızda İslam’a birer davetçi olarak bizlere büyük görevler düşmektedir. İnsanlık âlemi bu gün cehennemi bir uçurumun kenarında bulunmaktadır. Bunları bu çirkeften kurtaracak yepyeni bir Kur’an nesli gereklidir. Hedefine küfrü ve zulmü alarak, ehli kıble ile sıfır sorunlu, hizmette atik, yaptıklarını başa kakmayan, ibadetlerinde ihlâs ve takva sahibi, hal ve hareketlerinde sadeliğe giden, kısaca her işini Rabbinin rızası doğrultusunda ele alan yepyeni bir Kur’an topluluğunu inşa etmek lazımdır.

O günlere ulaşmak umuduyla Allah’a emanet olunuz

Cemal Çınar / İnzar Dergisi / Temmuz 2011

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir