• DOLAR 32.587
  • EURO 34.81
  • ALTIN 2512.563
  • ...
"Kadına karşı ayrımcılık bir tür ırkçılıktır"
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HABER MRK - Törene Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in yanı sıra Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de katıldı.

 

Diyanet İşleri Başkanı Görmez törende yaptığı konuşmada kadına karşı her türlü şiddeti doğuran çarpık zihin kalıplarıyla mücadele edilmesi gerektiğini belirterek, "Toplumumuzda ve dünyada kadını şiddetin odağına yerleştiren her türlü anlayış, inanış, gelenek ve törenin karşısında yer almalı, şiddetle mücadelede vahyin merhamet yüklü mesajını arkamıza almalıyız. Şiddeti doğuran çarpık zihin kalıplarıyla mücadele etmeliyiz" dedi.

 

"Hak ihlalleri Hakk'ın gayretine dokunan en büyük günahlardandır…"

Kadına karşı ayrımcılığın bir tür ırkçılık olduğunu ifade eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şöyle devam etti;

 

"Biz, Yaratıcımıza Cenab-ı Hak deriz. Yaratıcımızı hakkın ve hakikatin kaynağı olarak görürüz. Bu sebeple hak ihlalleri Hakk'ın gayretine dokunan en büyük günahlardandır. Hak ihlalleri içerisinde en kötüsü ve bütün insanlığı sorumlu duruma düşüreni ise, hiç kimse tarafından fark edilmeyen, toplum tarafından örtülen ve yok sayılan gizli hak ihlalleridir. Dört duvar arasında kalan ve müdahale edilmediği için bulaşıcı bir hastalık gibi derinden yayılan şiddet, gizlenmeyi değil, fark edilerek durdurulmayı hak etmektedir.

 

"Kadına karşı ayrımcılığın bir tür ırkçılık olduğunu bilmeli ve şiddet ile mücadelede fiili öncülük yapmalıyız…"

Her şeyden önce, kadına karşı ayrımcılığın bir nevi ırkçılık olduğunu, kadını aşağılamanın ve hırpalamanın ne büyük bir suç ve günah olduğunu, çocuk istismarının, zorla ve küçük yaşta evlendirmenin, töre-namus cinayetlerinin inancımız, dinimiz tarafından asla kabul edilemez olduğunu hepimiz bilmeyiz ve şiddet ile mücadelede fiilî öncülük yapmalıyız. Şiddete şimdi, hemen, en yakınımızdan, kendimizden başlayarak dur demeli; merhameti, şefkati, erdemi, fazileti kendimize şiar edinmeliyiz.

 

"Aile, Allah'ın varlık dünyasına vurduğu ilâhî bir mühürdür…"

İlâhî kudretin en çarpıcı alâmetlerinden biridir. O'ndan gelip O'na doğru bir akış içinde olduğumuzun kanıtıdır. Aile kelimesinin"sürekli bir ihtiyaca" işaret ettiği düşünüldüğünde, maddiyatın çok ötesinde bir sevgi ve güven ihtiyacının ailede karşılandığı anlaşılır. Aile sadece nicel bir beraberlik değil, bedenlerin yanı sıra kalpleri buluşturan muhteşem bir birlikteliktir.

 

"Aile, Allah'ın rahmeti ile desteklenen, çocuklar ve temiz rızıklar bahşedilerek güzelleştirilen kutsal bir müessesedir…"

Aile bireylerini birbirine bağlayan meveddet ve rahmet bağları ne kadar güçlüyse, aile de toplum da o kadar güçlü ve sağlıklı olur. Ama bu bağlar zedelenirse aile kendi içinde çözüldüğü gibi, toplum da zayıflar ve huzurunu kaybeder. İşte bu bağları zayıflatarak birliğimizi ve dirliğimizi tehdit eden en ciddi tehlikelerden birisi şiddettir. Aile ve şiddeti bir arada düşünmek istemeyiz. "Baba ocağı, anne kucağı, cennet bucağı" derken, yuvayı "merhametle beraber" anmak isteriz. Nitekim Rahmet Peygamberi olan Efendimiz, "Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Bende aileme karşı en hayırlı olanınızım" buyurur. O, cahiliye gibi barbarlığın hayat biçimi haline geldiği, kabalığın ve şiddetin iletişim dili olarak kabul gördüğü bir topluma, "Allah'ın kadın kullarına elinizi uzatamazsınız!" "Sakın sizden birini eşini döverken asla görmeyeyim!" gibi yüzlerce ifadesiyle bu konunun altını çizmiştir.

 

"Kadın ve erkek, insan olarak yaratılmakla onuru ve sorumluluğu birlikte yüklenmiş olup, varoluşları gereği doğuştan kıymetlidirler…"

"Yeryüzünün halifesi" makamını temsilde birbirlerinin önüne geçemeyecek kadar aynıdırlar. Birbirlerine karşı şiddet uygulamaları durumunda, Allah'ın ruhu ile hayat bulan en şerefli varlığa hürmetsizlik etmiş olacaklardır. Birbirlerine eş olmaları, kendilerini tamamlayan, bütünleyen ve destekleyen bir cana kavuşmaları anlamına gelir ki,bu can Resul-i Ekrem Efendimizin ifadesiyle "Allah'ın en büyük emanetidir.

Veda hutbesinde "Kadınlar konusunda Allah'tan sakının! Çünkü siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın adıyla nikâh kıyarak onları kendinize eş yaptınız." buyuran Hz. Peygamber'in, eşi tanımlarken "Allah'ın emaneti" kavramını kullanması, birbirini tüketmeyen ve örselemeyen bir ilişkiye işarettir. Bu kavram, kadın olsun erkek olsun eşini "sahiplenme" duygusunu, ona"sahip olma" ve dolayısıyla da üzerinde her türlü tasarruf yetkisine haiz olma ile ki bu bir Cahiliye anlayışıdır karıştıran bir zihniyeti yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Emanetin sahibine gün gelip hesap vereceğinin bilincinde olmak, kadına şiddet ile yaklaşmamanın en güçlü saiklerinden biri olmalıdır.

 

"Toplumumuzda ve dünyada kadını şiddetin odağına yerleştiren her türlü anlayış, inanış, gelenek ve törenin karşısında yer almalı, şiddetle mücadelede vahyin merhamet yüklü mesajını arkamıza almalıyız…"

Abdullah b. Ömer der ki, "Hz. Peygamber zamanında biz eşlerimizle yüksek sesle konuşmaktan korkardık. Çünkü haklarımızda vahiy indirilir diye korkardık. Onlara karşı söz söylemekten ve rahat davranmaktan çekinirdik. Ancak Peygamber(sav) vefat edince istediğimizi söylemeye ve rahat davranmaya başladık." Bu söz çok önemli bir sözdür. Demek ki Allah Resulü, kadınla ilişkide merhametli olma konusunda döneminin yaygın davranış kalıpları dışında hareket etmekte ve bu hareket biçimi vahyin gücü ile Allah'ın kitabı ile desteklenmektedir. Şu halde biz de toplumumuzda ve dünyada kadını şiddetin odağına yerleştiren her türlü anlayış, inanış, gelenek ve törenin karşısında yer almalı, şiddetle mücadelede vahyin merhamet yüklü mesajını arkamıza almalıyız. Şiddeti doğuran çarpık zihin kalıplarıyla mücadele etmeliyiz. Zira Cahiliye, sadece bir çağa değil, bir zihniyete ve yaşam tarzına işaret eder. Resul-i Ekrem'in yaşadığı dönem için geçerli olan merhamet eksenli ahlaki dönüşüm ve zihnî yenilenme ihtiyacı, şiddetin yaygınlaştığı her mekan ve zaman için geçerliğini korumaktadır.

 

"İnsanlık vicdanını kaybediyor..."

Çünkü insanlık vicdanını kaybediyor. Birkaç gündür hepimiz evlerimizde televizyonlarımızın karşısına kilitlendik ve bütün insanlığın nasıl vicdanını kaybetmeye başladığına hepimiz şahit oluyoruz. Aslında insanoğlunun öldürme macerası Kabil ile başlanmıştır. Kabil Habil'i öldürerek başlatmıştır. İnsanoğlunun bu en büyük cinayetini, bizim elimizdeki kitaplardaki rivayetlere göre, bu cinayet Kasyun Tepesi'nde Şam'daki Kasyun Tepesi'nde işlenmiş ve biz dünden bugüne Kasyun Tepesi'nde büyük bir insanlık suçunun yeniden işlendiğine şahit oluyoruz. Öncelikle bunu bir vicdan sahibi insan olarak, iman sahibi bir mümin olarak telin etmek her birimizin vazifesi ama telin etmek yetiyor mu, yetmez asıl üzücü olan bir husus daha var asıl üzücü olan birinci husus insanlık vicdanını kaybediyor.

 

"Bütün Müslümanları yeniden vicdan üretecek bir dindarlık üretmeye davet ediyorum..."

İkinci husus Müslümanlığımız vicdan üretmemeye başladı. Çünkü bu cinayetler İslam topraklarında Darussalam olarak bilinen barışın ve esenliğin yurdu olarak bilinen topraklarda ve coğrafyalarda meydana geliyor. Bu büyük cinayetlerle insanlığa karşı işlenen büyük cinayetlerde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Bütün insanlığı yeniden kendi vicdanına yaratıcının yüreklerine yerleştirdiği, fıtratlarına yerleştirdiği o vicdanlarına sahip çıkmaya davet ediyorum. Bütün Müslümanları da yeniden vicdan üretecek bir dindarlık üretmeye davet ediyorum.

 

"Müslümanlar kendi Müslümanlıklarını kendi dindarlıklarını yeniden sorgulamak durumundadır..."

Neden Müslümanlığımız vicdan üretmiyor. Aslında bugün bir araya gelmemize vesile olan ve iki bakanımızı da başkanlıkta buluşturan proje bir Birleşmiş Milletler projesidir ve değerli temsilcisi Zahid-ül Hak dostumuz da burada aramızdadır. Ama o kusura bakmasın BM başta olmak üzere bütün uluslararası kuruluşlar, bütün insani kuruluşlar, toplumlara din ve ahlak öğretmekle yükümlü olan kuruluşlar bugün meşruiyet krizi yaşıyor.

 

"İnsanlığa karşı işlenen cinayetleri önleyemeyenler kadına şiddeti önleyemezler..."

Ben öncelikle BM Temsilcimiz marifetiyle buradan onlara sesleniyorum. Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin. İnsanlığa karşı cinayeti önleyemeyen kurumlar, kuruluşlar toplumların kadına karşı şiddeti, insan hakkını, aile içi şiddeti ve benzeri konuları nasıl önleyebilirler.

 

"BM'nin bir kuruşunu dahi istemiyoruz..."

Dostumuz yine kusura bakmasın sayın bakanlarımızın huzurunda biz 2010 yılından itibaren bu projeye destek veriyoruz. Başta da ifade ettim şahsen bizzat kendim büyük bir özveriyle zaman zaman toplantılarına da katılarak yönlendirici oldum. Ama şimdi bundan sonraki kısmında en azından Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ilgilendiren kısmında BM'nin bir kuruşunu harcamayacağım, kabul etmiyorum o parayı. O parayı insanlığa karşı işlenen büyük suçları ve cinayetleri önlemede kullansın. Bizim kadına karşı şiddeti, insana karşı şefkati ve merhameti toplumumuza, milletlerimize anlatacak kadar hem imanımız var, hem maneviyatımız var, hem de maddiyatımız var Allah'a hamdolsun.

 

"Şiddetin en küçük unsurunu dahi toplumlardan, insanlardan arındırmak için her türlü çaba içerisinde olmak durumundayız…"

Bugün aslında bütün kadın hakları savunucuları ve onların aktivistleri ve onların dernekleri de doğrusu bir meşruiyet krizi içerisine girmişlerdir. Çünkü Rabia meydanında 17 yaşında bir genç kızın Esma'nın nişancıların hedefi haline getirildiği bir dünyada eğer kadınlardan, Hristiyanıyla Müslümanıyla herkesten insanlığın vicdanı burada harekete geçmiyorsa bizim salonlarda oturup öyle sadece kadın haklarından söz etmemizin hiçbir anlamı kalmıyor. Bunlar elbette üzüntünün bana söylettiği cümleler, sözler. Bütün bunlara rağmen bütün kuruluşlarımız, bütün Bakanlıklarımız, bütün müesselerimiz. Şiddetin en küçük unsurunu dahi toplumlardan, insanlardan arındırmak için her türlü çaba içerisinde olmak durumundayız. Ve nitekim belki biz ailede, aile içi şiddeti, kadına karşı şiddeti, düşünce planında şiddet mevhumunun ortadan kalkması için büyük çabalar gösterseydik belki de insanlığa karşı bu büyük cinayetler işlenmeyecekti. Dolayısıyla eğitim müesseselerimizi, aile yapılarımızı, yeniden gözden geçirmek zorundayız. (İLKHA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir