• DOLAR 32.428
  • EURO 35.064
  • ALTIN 2325.979
  • ...
Tarihin Tanıklığı İle Haçlı Barbarlığı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mehmet Emin Özmen / Araştırma / doğruhaber
 
DOĞU-BATI MÜCADELESİ
Tarihin tevhid-şirk, hak-batıl mücadelesinden ibaret olduğu genel kabul gören bir görüştür. Aynı bunlara benzer bir mücadele de Doğu-Batı mücadelesidir. Bu süreçte haklı ve haksızın yeri değişse de Batı genelde savaşın, kanın, barbarlığın temsilcisi olmuştur. Güce dayalı bir hayat tarzını benimseyen sarı saçlı mavi gözlü bu ırk, günümüzde de değişik kisveler ile misyonunu yürütmektedir. Bu ırkın Müslümanlara yönelik en önemli saldırıları Haçlı Seferleri diye bilinir.

HAÇLI SEFERLERİNİN NEDENLERİ
Bu saldırıların arifesinde Avrupa dünyası kendi iç mücadeleleri ile uğraşıyordu. Hâkimiyet kurma ve üstünlük mücadelesinde Avrupa ahalisi çok büyük zarar görüyordu. Ekonominin de kötü olması nedeniyle açlık ve sefalet diz boyu idi. Bu da anarşiyi beraberinde getiriyordu. Papalık var olan kargaşa ortamını gidermenin çarelerini arıyordu. Bunun da en iyi yolu içe dönük saldırganlığın dışa yönlendirilmesiydi. Batı’da Cluny tarikatı, Kudüs sevgisini Hıristiyanlara aşılamakla uğraşıyordu. Bu yöntem Papalığın da hoşuna gitti. Müslümanların elinde bulunan Kudüs’ün kurtarılmasına yönelik propaganda yapmaya başladı.

Ayrıca açlık ve sefalet içinde yaşayan Hıristiyanlara, İslam beldelerinde hazinelerin saklı olduğu anlatıldı. Bu durum barbarlıklarına hitap ettiği için Hıristiyan âlemini ayağa kaldırmaya yetti. Çünkü Papazlar halka, “Müslümanların sokaklarında bal ve süt akıyor” şeklinde propaganda yapıyorlardı. Bir de sefere katılmanın günahların kefareti sayılacağı yalanı ile birçok suçlu ve cani toplumdan uzaklaştırılıp İslam beldelerine gönderildi.

ÖNCÜ HAÇLI GRUBU

Papa II. Urbanus’un çabalarıyla Haçlı seferleri 27 Kasım 1095’te başlamış oldu. Bu çağrıdan sonra Pierre 1.Hermite adındaki keşiş, yalın ayak Fransa ve Almanya’yı dolaşarak halkı sefere davet etti. Etrafına ordu düzeninden yoksun, barbar insanlar toplandı. Bunlar öncü Haçlı grubu olarak kendilerine destek verecek olan Bizans’a geldiler. Bizans İmparatoru Alexsios ve Konstantinopolis (İstanbul) ahalisi bu barbarları görünce korkuya kapıldılar. Ne yapacakları belli olmayan bu barbarların şerrinden emin olmak için hemen onları Anadolu’ya sevk ettiler.

Bu sırada Anadolu Selçukilerinin başında Kılıç Arslan bulunuyordu. Kılıç Arslan Malatya’nın fethi ile uğraştığından dolayı Haçlıları kardeşi Davud karşıladı. Davud (Kulan Arslan), bu Haçlı güruhunu topluca tuzağa düşürdü ve tamamına yakınını imha etti.

ESAS HAÇLI SEFERİ
1096 yılında şövalyelerden oluşan esas Haçlı ordusu Anadolu’ya geçmek için Bizans topraklarına geldi. 600 bin civarında olan bu grup 1097 yılında Bizans İmparatoru Alexios’un sağladığı gemilerle Anadolu’ya geçtiler. Anadolu Selçukilerinin merkezi olan İznik’i hedeflerine almışlardı. Şehir kuşatıldı. Müslümanlar içeride mahsur kaldılar. Ama direniyorlardı. Bu arada Kılıç Arslan Malatya’dan dönerek İznik’teki kuşatmayı yarıp şehre girmeye çalıştı. Ancak başaramadı. Tamamen imha olmamak için geri çekildi. Böylece kaledekiler kaderleri ile baş başa kaldılar. Müslümanlar çareyi İmparator Alexsios’a müracaatta buldular. İmparator’un emanıyla teslim oldular. Ancak durum Haçlıların hoşuna gitmedi. Çünkü katliam yapamadan şehri ele geçirmişlerdi.

Kılıç Arslan vur-kaç yöntemine başvurarak Haçlı ordusunu tahrip etmeye başladı. Böylece Haçlı ordusu Anadolu’yu geçip Suriye civarlarına varıncaya kadar zayiatlar verdi. Çünkü Kılıç Arslan, Danişmend Ahmed Gazi ve Hasan Bey Haçlı ordusuna karşı mücadele ediyorlardı. Ama ordu büyük ve savaşçı unsurlardan oluştuğu için tamamen mağlup edilemiyordu.

URFA, ANTAKYA VE KUDÜS’ÜN HAÇLILARIN ELİNE GEÇMESİ

Hıristiyanlık tarihi açısından Antakya önemli bir kentti. Doğu Başpiskoposluğunun merkezi olan bu şehir Haçlıların hedefindeydi. Şehrin Valisi Yağısıyan savunma harbi yaptı ama Ermeni dönmesi olan Firuz adındaki bir görevlisinin ihaneti neticesinde Antakya Haçlıların eline geçti(1098). Gerçek yüzlerini burada gösteren Haçlılar şehirde Müslüman kıyımı gerçekleştirdiler.

Bu arada Haçlı liderlerinden Baudouin, Urfa’da mukim Ermeniler tarafından şehri teslim almak üzere davet edildi. Böylece savaşmadan Urfa Haçlıların eline geçti ve burada bir Haçlı Devleti kurulmuş oldu(1098).

Antakya’nın ele geçirilmesi Haçlılar açısından Kudüs’ün yolunun açılması anlamına geliyordu. Mısır Fatımilerinin elinde bulunan Kudüs, 5 Haziran 1099’dan itibaren kuşatıldı. Şehir Mısır’dan gelecek yardıma güveniyordu. Ancak 15 Temmuz 1099 günü, yani 15 Temmuz 2013 tarihi itibariyle 914 yıl önce yapılan toplu saldırı sonucu Kudüs düştü.

KATLİAM

Tarihin tanıklık ettiği en büyük katliamlardan biri burada yaşandı. Müslümanlar Süleyman Mabedine, Yahudiler de sinagoglara sığınmışlardı. Ancak Haçlı zihniyetinde mabedlere sığınanları o mabedin hürmetine bağışlama gibi bir âlicenaplık yoktu. O gün 70 bin Müslüman kılıçtan geçirildi. Tabi o günkü katliamdan Yahudiler de kurtulamadı.
Katliamın ufak bir özetini, Selman Özkan, Tarihte Bu Ay’ın 29. Sayısında Raşid Eren’in “Türkler’e Karşı Haçlı Seferleri” adlı kitabından alıntılayarak yapmış: “Kıtlık ve açlık günden güne pek acıklı bir hâl almaktadır. Bu sefere katılmış olan Foucher de Chartres adındaki papazın anlattığına göre haçlılar çevrede yağma etmedikleri bir şey bırakmadıklarından sonradan gelenler ot, ağaç kabuğu, at, eşek, deve, köpek hatta fareleri bile yiyorlardı. Son derecesini bulan açlık, zaten ahlâkı zayıf olan bu topluluğun bütün insanlık duygularını yok etti. Tek imkân olarak görülen insan etiyle karınlarını doyuruyorlardı. Sefere katılmış olan Richard de Pelerin bu konu üzerine yazdığı Chanson d’Anlioche (Antakya Destanı) adlı eserindeki şiirlerden bazıları çok önemlidir. İşte bunlardan biri:

Haydi, şurada ölmüş yatan Türkleri toplayınız,
Tuzlar, pişirirsiniz, pekâlâ yenir onlar.

Kral Tafur: Doğru söylüyorsunuz dedi. Otaktan ayrıldı, avanesini çağırdı. Toplandıklarında on bin kişiden fazlaydılar. Türkler yüzüldü, bağırsakları çıkarıldı. Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı. Elli ile yüz bin arasında bir mevcudu kalan haçlılar 15 Temmuz 1099’da Kudüs’e girdiler, bütün Kudüs’ü kana boyamışlardı. İlk hamlede yetmiş bin Müslüman’ın kılıçtan geçirildiği Kudüs’te, Cami-i Ömer’e sığınabilen ve içlerinde çok sayıda çocukla kadın bulunan insanlar dahi öldürüldü. Batılı kaynakların kendi itiraflarına göre; “Camii Ömer’deki İslam kanı, bir süvarinin dizlerine çıkacak dereceyi bulmuş ve sokaklar cesetlerle tıkanmıştır.”

Bu gibi katliam özetleri birçok Batılı kaynaklara yansımış durumdadır. Örneğin Amin Maalouf bu sahnelerden birini Fransız Tarihçi Rudolf of Caen’den şöyle aktarmaktadır: “Askerlerimiz Maarra’da dinsizlerin (Müslümanların) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar, çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler.” (Amin Maalouf, “The Crusades Through Arab Eyes”; London, al-Saqi Books, bas. 1984, s. 38.) Yukarıdaki bilgi ve buna benzer manzaraların işlendiği Batılı kaynakların bir özetini okumak isteyenler Hürriyet Gazetesinin 22.11.2007 tarihli Oben Kırdök’ün “Batının Bilinmeyen Katliamları” başlıklı yazısına bakabilirler.

NE KADAR DA FARKLIYIZ

Halife Ömer (r.a) 638’de Kudüs’ü Rum Patriğinden teslim alırken bütün kent halkının can ve mal güvencesinin olduğunu ilan etmişti. Şehri gezen Halife’ye Patrik eşlik ediyordu. Kutsal Mezar Kilisesi’nde iken namaz vakti girdi. Patriğin burada namazını kıl önerisini, “Ömer’in namaz kıldığı yeri Müslümanlar sahiplenebilir” endişesiyle kabul etmeyen Halife dışarı çıkıp namaz kıldı. Namaz kılınan bu yerde Ömer Camii’nin inşa edilmesi Halife’nin endişesinde haklı olduğunun göstergesidir.

Bu olaydan 461 yıl sonra Hıristiyanlar Kudüs’ü yukarıda bahsettiğimiz katliamla ele geçirdiler. Peki, bu durum medeniyetimizde bir değişiklik yaptı mı? Bir öç alma duygusuyla acaba bizler de Kudüs’ü ikinci kez ele geçirişimizde bir katliam yaptık mı? Hayır. Çünkü Haçlılardan 88 yıl sonra şehri bu kez Doğu’nun en sevgili komutanlarından Selahaddin Eyyubi Müslümanlar adına ikinci kez fethetti. Hazreti Ömer’in fethinden bu yana 549 yıl geçmişti. Üstelik 88 yıl önce Haçlılar korkunç bir katliam yapmışlardı. Selahaddin, 2 Ekim 1187’de şehre girdiğinde bir tek Hıristiyan’ın burnu kanamadı. Kutsal mekânlara zarar verilmedi. Oysa halk misillemeden korkuyordu. Selahaddin teslim olmaları halinde onlara eman vermişti. Hatta vaat ettiklerinin ötesine geçen Selahaddin yaşlı, dul ve yetimlerin fidyelerini bağışlamakla kalmayıp onlara armağanlar bile veriyordu.

Kim barbar kim medeni? Her şey açık aslında…

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir