• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
Medrese-i Yusufiye’den  Bir Ağıt
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğrusu bir oğul olarak duygulardan uzak bir şekilde babamı tanıtmanın zor, hatta imkânsız olduğunu biliyorum. Babamla ilgili benim alakam bir oğul ilgisinden öte bir aşk bağıysa durumun vahametini varın siz düşünün. Diyebilirim ki devam etmekte olan on (10) yıllık zindan hayatımı dayanır kılan en büyük sabır pınarı, babamın şehadet bereketinden akmaktadır. Babamı şehadetle, beni de bu çeşmeyle şereflendiren Allah’a hamd ediyorum. Bu mesele babamsa, benimkiyse aşksa ve işin içinde bir insanın bir bütün olarak kendini Allah’a takdimi varsa kalemin nesnel öznel demeden yürüyeceğini herkes takdir eder. Fakat şunu da biliyorum ki işin bu nesnellik sorunu yanında bir babayı en iyi tanıyabilecek olan yine oğludur. Zira bir insan kendi öz kişiliğini başkalarından ne kadar saklayabilirse de çocuklarından saklayamaz. Bu yüzden bir insanı en iyi eşi ve çocukları tanır demek, yanlış olmasa gerek.

Babamı kısaca tanıtmam istenseydi, her halde söyleyeceğim “coşkun bir aşk” tabirinden başkası olamazdı. Gerçekten babamın çok coşkun bir hali vardı. İslam için yaptıkları ve çektikleri, mesuliyet duygusunun ötesinde aşk muhârikiyleydi. Allah için olduktan sonra sıkıntılar o yüzündeki meşhur tebessümü daha da açardı. Mevlana, “Eğer yar nedari, çera teleb nemikani / Eger bi yar residi. Çera tarab nemikoni” der. Yani, “Eğer yârin yoksa niçin kalkıp aramıyorsun, bu sessizlik bu sakinlik niye? Eğer yâra (Allah’a) ulaşmışsan yine bu sessizlik bu sakinlik niye?” Niye kalkıp coşmuyorsun, sema yapmıyorsun? İşte bu diziler sanki babamın dostuydu. O, yâra ulaşmış olmanın coşkusundaydı. Konuşmasında bir coşku, yürüyüşünde bir coşku, işinde bir coşku...

Şimdi aradan geçen onca yıldan sonra düşünüyorum da babam gerçekten şehit olacağını biliyordu. O bir şehit olarak yaşıyordu. Buna dair çok delillerim var. Mesela bir keresinde haftalık İslami sohbetleri için evimizde arkadaşlarıyla bir sohbeti vardı. Arkadaşları diyorum, zira henüz ben bu nurlu topluluğa dâhil olmamıştım. Uzak bir memlekette medrese okuyor ve izne arada bir geldiğim oluyordu. İleride söyleyeceğim gibi benim ömrümü nice gençler gibi boş şeyler arkasında çürütmekten koruyan da onun mübarek kanı oldu. Evet, o sohbette Hz. Hamza’nın mevzu bahis olduğu sırada şu duayı yaparken ki sesi ve mimikleri henüz hafızamızda “Ya Rabbi! Hz. Hamza’nın şehadetini bana da nasip et. Benim de göğsüm onunki gibi yarılsın.”

Ya onun şu sözüne ne demeli? Elleriyle gür sakalını üstten aşağıya doğru sıvazlayarak “Vallahi bu sakallarıma şehadet kanıyla kına yapacağım.” dedi. Onun tahakkuk eden bir duası da şuydu: “Ya Rabbi! Kanımı çocuklarımın ve insanların hidayetine vesile kıl.” Bütün bu sözlerini onun şehit olacağını bilmesinden başka nasıl açıklayabiliriz?

Evet, bir insanın ölümden sonra maalesef belirli bazı söz ve davranışları kişinin aklında kalır. Aslında zihin onlarla ilgili çok şey depolamıştır ama depolanan şeylerin bilinç düzeyine çıkması için onları çağrıştıracak ipuçlarına, olaylara ihtiyaç vardır. Babamla ilgili anlatacaklarım da aslında unuttuğum belki de hiç hatırlayamayacağım şeylerdi. Ama ne zaman onun şehadeti esnasındaki ve sonraki olayları yaşadım, bunları teker teker hatırlamaya başladım.

Babamın hastanede yaralı olduğu haberini alınca hastaneye koştuk. Fakat yoğun bakım, şu, bu bitinceye kadar yirmi dört saat onu göremedim. Ancak 24 saat sonra onu görebildim. Teneşir üzerinde bütün heybetiyle uzanıyordu. Kurşun yaralarından, genzinden kan akmaktaydı. Duaları birer birer tahakkuk etmişti. Göğsü, göbek bağının üstünden göğsünün yukarısına kadar otopsi için yarılmış ve henüz kapatılmamıştı. Ahdini de yerine getirmiş, resul sünneti olan sakalına kanla kına yapmıştı, sakalı kana bulanmıştı. Bütün bu işaretler arzuladığı Rabbine ulaştığına şüphe bırakmıyordu ama asıl işaretler, veçhindeki nuraniyetteydi. Onu tanıyanlar bilir, üst rubai dişlerinden birincisi gümüş kaplamaydı. Gülümseyince o dişi çıkar tebessümü daha bir tatlı olurdu. Babamın na’şının başında durmuş öylece temaşa ediyordum. O gümüş dişi görülecek kadar mütebessimdi. Gözleri hafif kısık, dalgın sanki hoş bir hülyaya dalmıştı.

Dedim ya, babam sanki yolcu olduğunu biliyordu. “Beni şehit ederlerse...” diyordu, sonra teker teker biz çocuklarının isimlerini söyleyip “Bunlar yerimi alacaktır” diyordu. Elhamdülillah bu duası da vaki oldu. Kanı bize bilinç oldu, hidayet oldu, şecaat oldu. Rabbim makamını yüceltsin, bizi şefaatinden rızıklandırsın ve oğulları olarak bizi onun hatırasına sahip çıkanlardan eylesin.

Yukarıda yıllardır müebbet almış ve cezaevinde yatmakta olan oğlunun kaleminden bir miktar tanıtmaya çalıştığımız Şehit Melle Fehim, İslam cemaatinin ilk şehitlerindendir. Şehadet tarihi, 26 Haziran 1992. Siirt’te doğup büyümüş, sonra Mersin’e göçmüş, alnının teriyle geçimini sağlayan kahraman bir mücahit idi. İlmi seviyesi yüksek ve kendisini çok iyi yetiştirmişti. Heybetli görünüşünü tamamlayan kuvveti ve cesareti ile Mersin’de insanlık düşmanlarının kâbusu olmuştu. Kendisi, Peygamber Efendimizin soyundandı yani seyitti. Cesaret ve kuvvetine tanık olanlar “Kesinlikle bu, ceddi Hz. Ali’nin damarlarından bir damar taşıyor.” diyordu. Yine oğlu “Hatırladığım kadarıyla babamın kol bileği benim bacağım kadar vardı.” diyor. Bütün bu heybeti, cesaret ve salabeti Müslümanlara sıra gelince durgunlaşır, munisleşir hepsi tevazua dönüşürdü. Birlikte kaldığı bütün Müslümanlara adeta onların en küçük kardeşiymiş gibi hizmet eder ve yardımlarına koşardı. İşte bütün bu hasletleri onu hasletsiz örgütün hedefine koymuştu. Hasletsizler onun bu Alivari tarafını bildiklerinden doğrudan tehdit edemiyorlar, akrabaları da buna alet olan diğer akrabalarına çok kızıyor bazen vuracak gibi oluyorlardı.

“O alçaklar niye doğrudan karşıma çıkmıyor” diyordu.

Mele Fehim’in altı tane çocuğu vardı, bir tanesi şehadetinden sonra doğdu, şu an yedi çocuğu var. Çocukların rızkı için çalıştığı inşaattan bir arkadaşıyla motosikletle eve dönüyordu. Arkadaşının evinin önünde durup eşyaları indiriyorlardı ki beş kişinin silahlı saldırısında kedisi ceddi Hz. Hüseyin (as)’e revan olurken arkadaşı ve mutfakta yemek yapmakta olan arkadaşının hanımı yaralandı. Müslüman bacı hamileydi ve daha doğmamış olan çocuğu şehit oldu. Hain örgüt, “Hizbikontranın elebaşlarından üç kişinin işini bitirdik” diye yayın organlarından olayı üstlendi. Tabi ki bu dedikleri de onların son pişmanlıkları da kendilerine bir fayda vermedi.

Rabbim, Şehid Seyyid Mele Fehim’e gani gani rahmet etsin ve düşmanlarını kendi yalan ve iftiralarında boğsun.

Zübeyi Timur

1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi

A-10-30 / Kocaeli

Bu haberler de ilginizi çekebilir