• DOLAR 32.372
  • EURO 34.968
  • ALTIN 2325.31
  • ...
MOSSAD Şefi Ankara’da Ne Arar?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Hüseyin Sağlam/ ANALİZ/ DOĞRUHABER

İsrail, özür dilemiş olsa da iki ülke arasında halen sürdüğüne inanılan siyasi soğukluk ve siyonist katiller aleyhine açılan Mavi Marmara davasının sürüyor olmasına karşın MOSSAD’çı şefin Ankara ziyaretinin hayra alamet olmadığını en başta belirtmiş olalım.

Yansıyan haberlere göre Tamir Pardo, İran ve Suriye konularını görüşmek ve Türkiye ile bu konular üzerinde istihbarat paylaşımı yapmak için gelmiş. MOSSAD şefi gelir de Türkiye’ye bir hediye getirmeden olmazdı tabii ki. MOSSAD’ın istihbarat soslu hediyesinin içeriği de İran Devrim Muhafızları’nın Muhaberat ile beraber Türkiye aleyhine bir takım komplolar içerisinde olduğu sözde bilgisinden ibaretmiş. Taksim olayları üzerine Erdoğan’a salvolar gönderen siyonist şeflerin durumu ortada iken Devrim Muhafızları ile Muhaberat’ın komplolarından Türkiye’yi haberdar etmek her ne demek oluyorsa…

Suriye’de olup bitenleri, uygulanan senaryoları, yaşanan çatışmaların seyrini inceleyip yorumlamak, siyasi ve medyatik açıdan suç teşkil ettiği için açıkçası kimse buna cesaret edemez olmuş durumda. Kabul edilebilir tek alternatif ise hükümetin dış politikası açısından meseleye yaklaşıp adres gösterilen kavram ve kurallarla belirlenen çizgide konuşmaktır.

Bu zorlamacı tutuma göre İran ve Hizbullah’a küfretmek ve kralların saraylarından yükselen “fetvalara” lebbeyk demek farz sayılırken israil’in İran ve Esad’la işbirliği yaptığı tezini savunmak da cennet kapılarını açan anahtarlarından birisi sayılmaktadır.
Hadi diyelim ki İran ve Hizbullah’a küfrederek “vecibelerimizi” yerine getirdik! İyi de Esad’la işbirliğine gittiği söylenen israil istihbaratının başı Ankara’da ne gezer, sorusuna nasıl bir cevap verilecek?

Üstelik Ankara ziyaretinin Suriye merkezli gelişmelerle ilgili olması, tevbe edip itirafçılığa özenmemişse israil’i neden Ankara kapılarında nefes tüketmeye sevk etsin?

İşte burada, medya ve siyaset kurumlarının tazyiklerine değil, Suriye’de yaşanan gelişmelere yönelirsek, MOSSAD’ın Ankara’ya yansıyan telaşını daha rahat anlayabiliriz.

Suriye’de Batı’nın müdahale etmeyeceğinin anlaşılması, yaklaşan Cenevre süreci ile ihtimal dâhiline giren siyasi süreç ve hepsinden daha önemlisi Hizbullah’ın da doğrudan desteğiyle Kusayr bölgesinin rejim güçlerince kontrol altına alınması, yeni bir fiili durum meydana getirdi.

Muhaliflere yapılan silah sevkiyatının Nursa Cephesi’nin güçlendiği gerekçesiyle azaltılması söz konusuyken Hizbullah’ın da çatışmalara doğrudan müdahale etmeye başlaması, Batılıları tam bir ikilemle karşı karşıya bırakmış durumda.

Hizbullah’ın doğrudan müdahalesinin bu anlamda Suriye sahasında oynanan oyunun kurallarını bir bütün olarak değiştirdiği de söylenebilir.

Hizbullah’ın müdahil olduğu bir alanda israil’in güvenlik kaygılarının artacağı, bu kaygıların aynı zamanda israil hamisi diğer güç odakları nezdinde de belirdiği artık saklanamaz.

Aynı kaygı, Hizbullah karşıtlığını israil’le iş tutarak gösterme geleneğine sahip civardaki Arap ülkeleri için de söz konusu. Hafta içerisinde YDH sitesinin Washington Post’tan çevirdiği bir haber yorumda çizilen tablo, aslında MOSSAD şefinin Ankara ziyaretinin temel nedenine de ışık tutacak cinstendi.

Haberde, Suriye ordusunun kendisi küçük ama stratejik önemi büyük olan Kusayr kentini silahlı gruplardan temizlemesinin İran’ın dostlarını da düşmanlarını da bölgedeki güç dengesinin İran’ın lehine geliştiği düşüncesine yaklaştırdığı görüşüne yer veriyordu.

Çeşitli uzmanlardan görüşlerin de aktarıldığı yazıda merkezi Dubai’de olan Körfez Araştırmaları Konseyi adlı kuruluşun direktörü Mustafa Alani’nin “Bu, (Suriye krizi) İran’ın savaşıdır. Bu savaş uzun bir süredir sadece Suriye’yi ilgilendirmiyor. Bu, bir bölgesel hegemonya meselesi. Bu mesele, Suriye sınırlarını da aşan bir bölgesel hegemonya kurma meselesine dönüştü. Bunun dalları israil-Filistin meselesine, Irak’a hatta Osmanlı dönemine dönmeye ve kendini Arap ülkelerine model olarak sunmaya çalışan Türkiye’ye uzanıyor” ifadelerine yer verildi.

İran’ın Suriye’deki başarısının nükleer programını, Irak ve Lübnan konularını da etkileyeceğini savunan Alani, İran’ın Suriye’den zaferle çıkması ve Beşar Esed’in iktidarını koruması durumunda İran’ın tüm bölgedeki gücünün ve ağırlığının artacağını söyledi.
Yazıda görüşlerine yer verilen Lübnanlı uzmanlardan Muhammed Ubeyd de Beşşar Esed’in kalmasıyla İran’ın Tahran’dan başlayıp Bağdat, Şam ve Beyrut’la devam eden ve israil’in kuzeyine bakan Lübnan’ın güneyindeki Marun er-Ras’a kadar uzanan bir koridor kazanacağını söyledi.

Hizbullah’ın Suriye konusundaki rolüne de değinen Ubeyd, “Hizbullah, İran’ın stratejik bir parçasıdır. Suriye’deki son durum; İran, Irak, Suriye ve Hizbullah bloğunun Amerika tarafından yönlendirilen bloğa karşı zaferidir” ifadelerine yer verdi.

Türkiye, Suriye’ye dönük dış politika tezlerini Esad sonrasına göre ayarlayan bir ülke. İran ise, israil karşısında geleneksel müttefiki Şam yönetimini kimseye yedirmemekte kararlı. Bu durumun karşı karşıya gelmekten özenle kaçınan Türkiye ile İran’ı Suriye sahasında karşı karşıya getirdiği açıktır. İki ülkenin zıt politikalar sürdürmesi, Suriye’de çatışma sürecinin uzamasına yol açmaktan başka bir işe yaramamıştır. Aynı şekilde iki ülke, sahadaki gerçekleri göz önüne alarak Suriye üzerinde bir mutabakata varmaları durumunda kördüğüme dönüşen çatışmaları büyük oranda bitirebilecektir.

Hal bu iken güvenlik kaygısından sıyrılamayan israil’in istihbarat şefinin Ankara’ya gelmesi ve istihbarat konularını görüşmesi ve Türkiye’nin aynı kaygıyla bölgeye müdahil olan diğer Batılı ülkelerin yedeğinde durması, ne Türkiye için ne Suriye halkı için hiç de hayra alamet değildir.

Yanlış da bulunsa bir ülkenin kendince dış politikası anlaşılabilir, ancak israil’in güvenlik kaygılarıyla aynı zeminde buluşan bir dış politikayı anlamak mümkün olmamaktadır. Hele hele bir taraftan Filistin davasına sahip çıktığı görüntüsü veren Türkiye’nin, diğer taraftan velev ki Suriye bile olsa israil’le aynı safta yer alması, Taksim sürecinin “hayr-u bereketi” değilse eğer, ancak akıl tutulması ile izah edilebilir.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir