• DOLAR 32.579
  • EURO 34.974
  • ALTIN 2427.037
  • ...
Mücadele Yolunda Karşılaşılan Zorlukların Sevabı Hesapsız Olacaktır
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
İbn-i Abbas (radiyallahu anh)’a göre ayet-i kerime Cafer b. Ebi Talib ve onunla beraber Habeşistan’a hicrete gidenler hakkında nazil olmuştur. (Kurtubi Tefsiri)
 
Mevla’mız olan Allah (cc), “Ey iman eden kullarım!” diye seslenmektedir. Burada özellikle “iman” vurgusu yapılmaktadır. Eğer dikkat edilirse bu iman vurgusunun Kur`an-ı Kerim’de sıklıkla yapıldığı görülecektir. Müminlerin, imanlarını muhafaza etmeleri, ona şirki bulaştırmamaları ve imani sorumluluklarına daha bir dikkatle yönelmeleri için, kerem sahibi Allah (cc), “Ey iman edenler!” hitabını yapmaktadır. Dünya meşgalesi Müminleri gafil avlamasın, Allah (cc)’a verdikleri ahitlerini unutmasınlar diye bu hatırlatmayı yapmaktadır.
 
“İbadî/kullarım!” tabiri ise, o engin merhametini ve o merhametinin meltemi sıcaklığını hissettirmektedir. O Malikü’l-mülk, Cebbar, Kahhar, Aziz… Olan Allah (cc), mahlûkatı içinde küçük bir cüz olan Müminleri muhatap olarak karşısına alıyor, onu teşrif ediyor, makam ve kıymet olarak en doruklara çıkarıyor. Hitap şekline ve üslubuna bakıldığında ve çıkan nağmeye kulak kesildiğinde, Onun büyüklüğü ve Müminlere bu eşsiz hitaba sırt çevirmek, kulak tıkamak, ilgisiz kalmak, bütün bir varlığıyla yönelmemek, bedbahtlığın en şenii olanıdır.
 
İman vurgusu yapıldıktan ve “kullarım!” diye hitap ettikten sonra Mevla’mız, çok önemli bir konuya dikkatlerimizi tevcih etmekte ve “Takva”yı emretmektedir. Yani emir ve yasak, helal ve haram sınırlarının titizlikle muhafazası emredilmekte ve bütün bir hayatın bu çerçevede tutulması ve bu eksen doğrultusunda icra edilmesi tavsiye edilmektedir. Takva sınırının milim aşılmaması, aksi durumda helakin kaçınılmaz olacağı hatırlatılmaktadır. Münkeratın çepeçevre insanlığı kuşattığı günümüz dünyasında, bu hitabın ve ilahi fermanın Müminler için bir hayat iksiri olduğu muhakkaktır.
 
Bu “takva” emrini, şu hadisi şerifin muhtevasıyla değerlendirdiğimizde, işin ciddiyeti ve ehemmiyeti daha bir anlaşılmış olur: Enes radiyallahu anhdan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Siz bazı işler yapıyorsunuz ki, onlar sizin gözlerinizde bir kıl kadar bile görünmemektedir. Oysa biz bu tür işleri Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam döneminde helak edici amellerden sayıyorduk.” (Buhari)
 
Ashab neslinin henüz yaşamış olduğu bir toplumda, helal ve haram sınırlarının muhafazasında ve takvanın gözetilmesinde bu denli kaygılar yaşanmış ve gevşeklikler baş göstermişse, bizim ümmet olarak içine yuvarlanmış olduğumuz durumun vahametini idrak etmek, hiç de zor olmasa gerek. Enes radiyallahu anh, bugün ortaya çıkıp hayatımıza ve yaptıklarımıza bakmış olsaydı, dehşete kapılacağı muhakkaktır. Karşılaşacağımız felaketler konusunda ıstırap duyacağı bir gerçektir.
Müslümanlar olarak, İslam davasının mensupları olarak “takva” konusunda çok daha dikkatli olmamız ve hayatımıza daha bir çekidüzen vermemiz kaçınılmazdır. Karşılaşacağımız korkunç akıbetle gözlerimiz yerlerinden fırlamadan evvel, gidişatımızı takva boyasıyla boyamamız ve bu istikamet üzeri sebat etmemiz gerekmektedir. Hususen genç kardeşlerimin ve bacılarımın, bu ilahi hitaba ve takva fermanına daha bir dikkat kesilmeleri, ürpermeleri ve bütün varlıklarıyla tehlikesini fark etmeleri gerekir. Takva sınırını korumada Müminler olarak çok daha ciddi ve çok daha ihtimamlı olmamız, Rabbimizden korkmamız ve Ondan utanmamız lazımdır.
 
“Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır.” Müslümanlar olarak iyilik ehli olmamız ve her anımızı iyilikle değerlendirmemiz gerekir. Rabbimizin bizlere bahşetmiş olduğu ömür sermayemizin bitmez tükenmez bir hazine olmadığını ve çok kısa bir süreyi kapsadığını, iyi kavramamız gerekir ki, bu muvakkat olan ömrü heder etmiş olmayalım. Ömrümüzün her dakikasını, nefeslerimizin bütününü ve harcadığımız enerjimizin tamamını hayır yolunda değerlendirmemiz gerekir ki, ahiret hayatımızın o sermedi olan yolculuğunda, kayda değer bir sermayemiz oluversin. Eğer ömrümüzü bir bütün olarak hayırlaştırmazsak, kendimize ve sorumluluğunu taşıdıklarımıza yazık etmiş oluruz.
 
“Allah’ın arzı geniştir.” Allah (cc)’a kulluk noktasında, hayatı ve hayatın şartlarını daraltmamak gerekir. Allah (cc) bütün bir yeryüzünü biz Mümin kullarına tertemiz kılmış ve mescid olarak emre amade kılmıştır. Yeryüzü bunca genişliği ve sunmuş olduğu sayısız imkân ve şartlarıyla dururken, Müslümanlar olarak kendimizi dar mekânlara ve sıkıntılı ortamlara hapsetmemiz lazımdır. İslami mücadele yolundaki çalışma alanlarımızı dar kalıplarda tutmamamız gerekir. Allah (cc)’ın rızasını varlığımızın ve hedefimizin merkezine yerleştirip çalışma alanlarını geliştirmemiz gerekir… Allah (cc)’ın lütuf ve kereminin her tarafta üzerimize boşaldığına tanık olacağız.
 
Allah (cc)’ın bütün bir yeryüzünü, İslam’ın hâkimiyeti altına sokma sorumluluğuyla bizleri mükellef tuttuğunu bir an olsun zihnimizde ve hesaplarımızda çıkarmamamız gerekir. Rabbimiz, önümüze bu kadar büyük hedefler koymuşken ve böylesi büyük bir hedefi gerçekleştirmeye de bizleri namzet kılmışken, en basit meselelerde, en sıradan işlerden tıkanmamız ve acziyet göstermemiz, büyük şahsiyetimize yakışır bir durum değildir. Büyük düşünmemiz, büyük hesaplar içinde olmamız ve özellikle de kâfir ve mürtetlerin varlığı konusunda fazla müsamahakâr olmamamız gerekir. Büyüklük bize küçüklük ise hasımlarımıza, izzet bize zillet ise yine hasımlarımıza, galibiyet bize mağlubiyet ise hasımlarımıza yakışır. Bütün hesap ve kitaplarımızı bu anlayış üzerinde bina etmemiz gerekir. 
 
“Sadece sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.” İnsanoğlunun zayıf düştüğü konulardan birisi de, kuşkusuz sabırdır. İnsan aceleci ve zayıf olarak yaratılmıştır. Bu zayıf noktalarını, Allah (cc)’a kulluk ile güçlendirmesi gerekir ki, imtihan yolunda yürürken sabırsızlanmasın, sağa-sola savrulup devre dışı kalmasın. Bu yolculuğun çok zahmetli ve sıkıntılı olduğu muhakkaktır. Öyle ki, peygamberlerin sabrı bile zaman zaman daralmış ve ilahi yardım imdatlarına ulaşmıştır. Bugün Suriye’de Müslümanların maruz kaldığı kıyımlar ve arşı titreten zulümler, on senelerdir bütün şiddetiyle kesintisiz olarak devam etmektedir. Tankların ve diğer ölüm kusan makinalıların namlusunda çıkan mermilerle ve paletler altında lime lime olan bedenlerle on binler can vermiştir. En vahşi işkenceler altında yine onbinler can vermiş ve ortalıktan kaybedilmişlerdir. Mervan Hadid gibi yiğitler, gözleri önünde eşlerine yapılan onursuzca muameleler ve onların çığılıklarının yaktığı yüreklerle kahrolup oracıkta şehid olmuşlardır. Ey Rabbimiz! Bir asrı aşkındır bu feryatlarımız ve çığlıklarımız hiç ama hiç dinmedi. Artık bu zalimlerin sonunu getir ve bu topraklara biz Mümin kullarını varis kıl Rabbimiz!
 
Şu, gönüllere inşirah veren ve sürura gark eden hadis-i şerifle konumuzu noktalamış olalım: Enes (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam şöyle buyurmuştur: “Mizan kurulur. Sadaka / zekât veren kimseler getirilir, sevapları tartılarak verilir. Aynı şekilde namaz ve hac ehli için de aynı işlem yapılır. Bela ehli olanlar da getirilir, ancak onlar için ne mizan kurulur ve ne de divan oluşturulur. Onların sevapları hesapsız olarak üzerlerine boşaltılır…. Öyle ki, dünyada belalara maruz kalmayanlar, bela ehlinin götürmüş olduğu hesapsız mükâfatı görünce, bedenlerinin makaslarla doğranıp lime lime edilmiş olmalarının arzulayacaklardır.” (İmam-ı Suyuti / Dürrü’l-Mensur)
 
Faruk Hamza / İnzar dergisi / temmuz 2011

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir