• DOLAR 32.586
  • EURO 34.962
  • ALTIN 2430.04
  • ...
HÜDA PAR'dan halkı mutlu edecek öneri
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HABER MERKEZİ

HÜDA PAR haftalık değerlendirme raporunda iç ve dış gündem ele alındı. Sağlık Sisteminde yaşanan sorunlara değinilen açıklamada "MHRS’den randevu bulmanın büyük bir lüks haline geldiği" belirtildi.

İşte haftalık gündem değerlendirme  raporu

SAĞLIK SİSTEMİ SORUNLAR YUMAĞINA DÖNÜŞTÜ

Sağlık sisteminde, yanlış politikalar nedeniyle yaşanan sorunlar kronikleşerek devam etmektedir. Çalışma şartlarının ağırlığı ve özlük haklarındaki sıkıntılar nedeniyle hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanlarının yurt dışına çıkmaları veya özel sektöre geçiş yapmaları, sağlık sistemini çökme noktasına getirmiştir. Ne vatandaşlar ne sağlık personeli ne de devlet işleyişten memnundur. Her geçen gün devasa bir boyut kazanan, büyüdükçe de hantallaşan sistem, ihtiyacı karşılayamayacak noktaya gelmiştir. Düzensiz ve plansız hizmet, mükerrer ve gereksiz tetkikler ve diğer harcamalar, kamunun sırtındaki sağlık harcamalarını şişirdikçe şişiriyor. MHRS’den randevu bulmanın büyük bir lüks haline geldiği kamu hastaneleri, gerekli sağlık hizmetlerini sunmakta yetersiz kalmaktadır.

Hastane hastane dolaşarak ya da haftalarca randevu bekleyerek gerilen vatandaşların durumuna zor şartlar nedeniyle tahammülü azalan hekimlerin durumu eklenince herkesi üzen birtakım şiddet olayları da yaşanabilmektedir. Sağlık hizmetlerini aksatan ve hasta ile hekimi karşı karşıya getiren politikalardan vazgeçilmelidir. Hekimler ile sağlık personelini istifaya götüren nedenler ortadan kaldırılmalı, özlük haklarında gerekli iyileştirmeler yapılmalıdır. Acil vakaların gerekli tedaviyi zamanında alabilmesi için hastanelerdeki yoğunluk azaltılmalı, aile hekimleri, koruyucu hekimlik hizmetleri ile sevk zinciri bir an önce başlatılmalıdır. Öte taraftan özellikle doğu ve güneydoğu illerinde uzman hekim göçü engellenmeli, sağlık hizmetlerine ulaşmada bölgeler arasındaki fark giderilmelidir. Son dönemlerde ilaca ulaşmada ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. İlaç stokçuluğu yaparak halkın sağlığını hiçe sayanlar, ilaç takip sistemiyle tespit edilmeli ve caydırıcı yaptırımlar devreye konulmalıdır.

GIDADAKİ KDV İNDİRİMİ ENERJİDE DE YAPILMALIDIR

Ekonomik şartlardan kaynaklanan zorluklar halkın öncelikli gündemi olmayı sürdürüyor. Ücretlerin artan enflasyon karşısında her gün biraz daha erimesi ile alım gücünün düşmeye devam etmesi, geçim endişesini daha da körüklüyor. TL’nin döviz karşısında yarı yarıya değer kaybetmiş olması, buna karşın enerji ve hammadde başta olmak üzere girdilerin önemli bir bölümünün ithalat yoluyla karşılanması sektöre yüksek maliyetler olarak geri dönüyor. Bu durum, enflasyonda artışa ve hayat pahalılığına sebep oluyor.

Hükümetin bu açmazı aşmak adına attığı adımlar devede kulak mesabesindedir. Halkın temel ihtiyaçlarını teminde çektiği sıkıntıları hafifletmek için daha fazla adıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu anlamda gıda ürünlerinde KDV oranının yüzde 1’e indirilmesi bir ilk adım olarak önemlidir. Ancak ciddi bir rahatlama getirmediği de ortadadır. Benzer adımların devam etmesi gerekir. Bu anlamda akaryakıt ve doğalgaz başta olmak üzere maliyeti yükselten fiyat artışlarının bir noktada durması gerekir. Zira maliyet artışları, gıdadaki KDV indiriminde olduğu gibi fiyat indirimlerini kısa sürede yutarak işlevsiz hale getirmektedir. Enflasyonu tetikleyen unsurların başında enerji maliyetleri gelmektedir. Tüketiciye yansıyabilecek ciddi bir indirimin sağlanabilmesi için KDV indirimlerinin elektrik ve doğalgaz fiyatlarında da uygulanması gerekir.

28 ŞUBAT SÜRECİNİN UYGULAMALARI DEVAM EDİYOR

28 Şubat postmodern darbesi, üzerinden geçen 25 yıla rağmen etkisini yitirmemiş, zihin kodları üzerinde bıraktığı izler devam edegelmiştir. Toplumun dinî, ahlakî ve kültürel yapısına savaş açan darbe bütün gerçekliğiyle anlaşılamamış, bürokrasi, medya, akademi, iş dünyası ve daha pek çok kesimdeki darbe destekçilerinden hakkıyla hesap sorulmamıştır. Halen darbenin mağdurları cezaevinde aklanmayı beklemekte, mesleklerinden ihraç edilenler ise özlük haklarına kavuşmayı ummaktadır. Darbeci bürokratlar ise taltif üzerine taltifle görevlerini sürdürmektedir. Kamuda başörtülü eğitim ve çalışma hakkı yasal bir güvenceye kavuşmamış adeta pamuk ipliğine bağlanmıştır. 28 Şubat’ın istihbari zihin kodları kullanılmaya ve insanlar aynı yöntemle fişlenmeye devam etmektedir.  28 Şubat failleri ile hesaplaşılmadığı ve darbecilik geleneğine karşı yasal ve anayasal önlemler alınmadığı için 15 Temmuz kalkışması meydana gelmiştir.

Anayasal devlet nizamını ortadan kaldırmayı hedefleyen darbecilik anlayışının devam etmesi, statükocu zihniyetin toplum ile barışmamakta ısrar etmesinin bir sonucudur. Darbe kültürünün önüne geçmek için devletin her şeyden önce kendi toplumunun değerleri ile barışması, özüne ve inanç değerlerine bağlı vatandaşlarını tehdit olarak görmekten vazgeçmesi ile mümkündür. Bu anlamda yasal ve anayasal düzenlemeler ivedilikle tamamlanmalı, toplumumuzun tarihi, kültürü ve inancıyla uyumlu sivil bir anayasa yapılmalıdır. Aksi halde bu kısır döngü devam edip duracaktır. Bu vesile ile 28 Şubat postmodern darbesini şiddetle kınıyor, sebep olduğu bütün mağduriyetlerin giderilmesi çağrımızı tekrarlıyoruz.

ZİRAİ ÜRETİM STRATEJİK ÖNEMDEDİR

Bazı temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki artışın % 100’ü aşması nedeniyle dar gelirli vatandaşlar hayat pahalılığını iliklerine kadar hissetmeye başlamıştır. Hükümet vatandaşın haklı tepkisini dindirecek pansuman tedbirler yerine meseleye çözümler üreterek halkı rahatlatmalıdır. Muhalefet de maalesef çözüm önerileri geliştirememekte, erken seçim talebini yeterli görmektedir. Vatandaşlarımız hükümet ve muhalefet arasında cenderede kalmıştır. Hayat pahalılığından dolayı eskiden kilo ile alınan sebze ve meyve artık taneyle alınır olmuştur. HÜDA PAR olarak, ıskalanan bu hayati konuya siyasetin dikkatini çekmek isteriz. Kendi kendine yeterlilik açısından zirai üretim stratejik önemdedir. Elektrik ve mazot fiyatlarının fahiş derecede yüksek olması ise tarımsal üretimi tehlikeye atmaktadır.

Gıda enflasyonunun asıl nedeni adamakıllı bir tarım politikasının olmamasıdır. Çiftçi kazanamadığı için mesleğini terk etmektedir. Çiftçinin toprağını işlemekten vazgeçmesi üretimin düşmesine, gıda fiyatlarının daha fazla artmasına neden olmaktadır. Çiftçinin mazot fiyatları nedeniyle tarlasını ekmemesi, ektiğini elektrik zamlarından veya dağıtım şirketlerine olan borcundan dolayı sulayamaması, katlanan fiyatlar nedeniyle gübre kullanamaması büyük bir gıda krizi tehlikesini işaret etmektedir. Üretim planlaması yapmak, maliyetlerin artmasını engellemek ve çiftçiyi desteklemek hükümetin öncelikli görevlerindedir. Çiftçi için faturasının ödeyemediği için elektriğinin kesilmesi, akaryakıt ve gübre parası dert olmaktan çıkarılmalıdır. Çiftçi hiçbir şartta zarar ettirilmemelidir. Millet olarak müteahhitlerin yüz milyonlarca dolar zararını ve garanti edilen kârını zaten ödüyoruz. Müteahhit ve çiftçi arasında bir tercih yapılacaksa yoksul vatandaşın ucuz gıdaya erişimi için tercih çiftçi yönünde olmalıdır.

KADIN CİNAYETLERİ

Son dönemlerde kadın cinayetleri etiketi ile haberlerde ve sosyal medyada birçok olay gündeme taşınmaktadır. İşlenen cinayetler polisiye tedbirlerle ve kadın sığınma evleriyle önlenmeye çalışılsa da yıllardır uygulanan bu yöntemin işe yaramadığı görülmüştür. Zira evden uzaklaştırma gibi yaptırımların neden olduğu psikolojik tahribatlar meseleleri büyütmekte ve daha kötü sonuçları beraberinde getirmektedir. Yapılan araştırmalar, kadın cinayetlerinin arkasında alkol, uyuşturucu, aldatma, kumar, şiddetli geçimsizlik, manevi boşluk, maddi sıkıntılar ile genel ahlakı hedef alan olumsuz yayınlar gibi sebepler olduğunu göstermektedir. Özellikle kapitalist sistemin bireye dayattığı sınırsız özgürlük, ahlak dışı ilişki ağlarına sosyal medyada kolay erişim, gerekli tedbirler alınmadan çalışma hayatının kadına bir dayatmaya dönüştürülmesi ve aile bağlarının zayıflaması eşlerin birbirine olan sadakatini azaltmakta, aradaki bağları zayıflatmaktadır. Kadın cinayetlerinin önlenmesine yönelik tedbirler sadece maddi ve güvenlikçi yönden düşünülmekte, manevi tedbirler ise göz ardı edilmektedir. Kadına yönelik şiddet bütün yönlerden ele alınmalı ve tedbirler, bütün sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik düşünülmelidir.

AHLAKSIZ TV YAYINLARI

Ahlak dışı yayınlar yapan televizyon programları her geçen gün daha pervasız bir hale gelmektedir. Gündüz kuşağı programları gizli failler olarak evlere sızmakta ve aile huzuruna kastetmektedir. Buralardaki gayri ahlaki yayınlar toplumu ifsat etmek kastıyla yapılmaktadır. RTÜK’ün bu yayınlara yönelik yaptırımları sadece para cezaları ile sınırlı kalmakta, programı yayından kaldırma veya yayın durdurma gibi etkin bir müeyyideye dönüşmemektedir. TV kanallarının bu programları nedeniyle toplumun akıl, ruh ve düşünce dünyası her geçen gün daha kötüye giderken ahlaksızlık ise normalleşmektedir. Yapılan şey aslında bir kültür emperyalizmi ve zihinsel işgaldir. Değerlerimizden uzaklaştıkça, aile kurumunda buhranlar kat be kat artmaktadır. Ahlakî değerlerimize tamamen ters düşen ve toplum tarafından asla kabul görmeyecek olayların TV kanallarında pervasızca konuşulması kabul edilemez. RTÜK bu hususta üzerine düşeni yapmalı ve bu programları ivedilikle yayından kaldırmalıdır.

AVUSTRALYA’NIN HAMAS’I ‘TERÖR ÖRGÜTÜ’ İLAN ETME ADIMI!

Avustralya, Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas'ı terör örgütleri listesine alacağını açıkladı. Siyonist rejimin işgal ve saldırılarına karşı meşru bir direniş hareketi olan Hamas’ın ‘terör örgütleri’ listesine alınması kabul edilemez. Filistin topraklarında işgal ve soykırım gerçekleştirerek uluslararası hukuku çiğneyen Siyonist rejim emperyalistlerce korunurken işgale karşı direnenler açıkça hedef gösterilmektedir. İslami hareketleri hedef alan ve her türlü ihlali gerçekleştiren Siyonist rejimi müdafaa eden Batılı rejimler gerçek yüzlerini son kararla bir kez daha göstermiştir. Ancak şaşırtıcı olan İslam dünyasının ortasında bir virüs gibi yayılan Siyonist rejimle normalleşme yarışına giren ve direnişi ‘gayrimeşru’ olarak gören İslam ülkeleridir. Batılı rejimler her türlü zulme karşı Siyonistlere destek veriyorken İslam ülkeleri Filistin halkının meşru savunmasına destek olamamış aksine direnişi karalayan ve işgali meşrulaştıran adımlar atmıştır. İslam dünyasının artık içinde düştüğü zilletten sıyrılarak direnişe destek olması ve işgalin sona ermesi için harekete geçmesi gerekir.

ABD EŞKIYASI AFGANİSTAN PARASINA EL KOYDU

ABD 20 yıl boyunca işgal ettiği Afganistan’dan çekilirken arkasında harabe bir ülke ve nüfusunun yarısından fazlasını temel gıdaya muhtaç bir halde bıraktı. BM, yoksulluk, yeterli gıdanın olmaması ve kışın çok sert geçmesi gibi nedenlerle milyonlarca çocuğun ölme tehlikesi altında olduğunu, nüfusun yarısından fazlasına tekabül eden 22,8 milyon kişinin ciddi anlamda gıda sıkıntısı yaşayabileceğini öngörüyor. Yoksulluk ve açlık krizini aşmak ve hayatta kalabilmek için ailelerin bir veya birden fazla çocuğunu satması insanlık adına bir utanç tablosudur. Afganistan halkı bir ekmeğe bile muhtaç iken Afganistan Merkez Bankası’na ait 7 milyar doların ABD tarafından bloke edilmesi, bu paranın yarısını 11 Eylül saldırısında ölenlerin ailelerine dağıtma kararı alması ve Biden’ın bunu imzalaması tam bir hırsızlık ve eşkıyalıktır.

Bu karara karşı ne dünya kamuoyundan ne BM’den ne de İslam âleminden tepki gelmemesi çok manidardır. Bu zorbalığı buradan lanetliyor ve ifşa ediyoruz. Dünya buna sessiz kalmamalı ve Afganistan halkının parasının iade edilmesini sağlamalıdır. Ortada tazminat ödemesi gereken birileri varsa bunlar ABD ve müttefikleri olmalıdır. Uluslararası hukuk ve bütün insani ilkeleri çiğneyerek Afganistan’ı 20 yıl boyunca işgal ettiler. Ülkeyi harabeye çevirdiler. Masum ve sivil yüz binlerce insanı katlettiler. Bütün bu zararlar son kuruşuna kadar onlardan tazmin edilmelidir.

Bu haberler de ilginizi çekebilir