• DOLAR 32.369
  • EURO 34.975
  • ALTIN 2325.427
  • ...
Bu Zamanın Sümeyye ve Yasirleri: Feqe Sabri ve Hayriye
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mehmet Emin Özmen / Araştırma
Bölgede bir şeyler oluyor. Hakkınızda yalan yanlış bir sürü şey söyleniyor ve siz bunlara sabrediyorsunuz. Gerçekten de bu sabırdan başka bir şey değildi. Kürt ve Türk ulusalcılarının medyasını bir nebze anlasak da, İslami medyanın görüşümüzü almadan olayları yazmaları affedilecek türden değildi. Bunun için Kürt-Türk ulusalcılarının medyasını değil, İslami medyayı Allah’a havale ediyoruz.

12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASINDA BÖLGENİN DURUMU VE PKK’NIN KURULUŞU

12 Eylül öncesi sol fraksiyonda birçok Kürt örgütü kurulmuş ve ideolojik-eylemsel faaliyetlerde bulunuyorlardı. Ancak İslam dini ile mesafeli olduklarından dolayı halk arasında taban bulamamış ve belirli bir kesimin dışına çıkamamışlardı. Tabii var olan örgütler kendi aralarında da tartışmalar yaşıyorlardı.

PKK’yı kurma fikri ilk olarak 1973 yılında Ankara Çubuk Barajı yakınlarında düzenlenen bir piknikte dile getirildi. 1974 yılında ise Ankara’nın Tuzluçayır semtinde bir istişare toplantısı yapılmış, bölgeye gidilerek örgütlenme çalışması yapılması kararlaştırılmıştır. PKK kurulduktan sonra ilk olarak diğer Kürt örgütlerini saf dışı bırakma yöntemine başvurdu ki; bu tavrı Kürt aydınları arasında PKK’nın ajan örgüt olduğu söylemlerine neden oldu. Çünkü PKK kurulur kurulmaz kendisi dışındaki Kürt örgütlerine karşı şiddet uyguladı.

Kürdistan’da kendisi dışındaki Kürt yapılanmalarının tasfiye edilmesi görüşündeydiler. Bu nedenle DDKD (Devrimci Demokrat Kültür Derneği) ve KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) gibi belirli bir taban kazanmış sol Kürt çevreleri tasfiye edildi. Bu durum Devletin de istediği bir şeydi. Solcu örgütlerden arta kalan Kürtçüler PKK safında yer aldılar.

HİZBULLAH’IN KURULUŞU
PKK içinde yer alma fikri Kürtçü aydınlar açısından bir sakınca teşkil etmiyordu. Ancak İslami kesim için bu düşünülemezdi. Kürt illerinde dağınık ve daha çok okumuş kesim arsında, İslami fikirli aydınlar bulunmakla birlikte, bunlar bir cemaat kuracak seviyede değillerdi. İlk olarak sorunu teşhis edip, bir cemaatin elzem olduğunu ileri süren kişi, Hüseyin Velioğlu idi. Bu amaçla bölgenin köy ve ilçelerine ziyaretler gerçekleştiren Velioğlu, uzun zamandır bir cemaatten yoksun olan bölge halkını yaptığı çalışmalar neticesinde, adına “CEMAAT’’ denilen ve daha çok Mısır’daki İhvan türü bir yapılanma ortaya çıktı.
PKK için durum hazmedilmeyecek bir olaydı. Yıllardır bu yönde mücadele verip bölgede tek başına kalmışken, kendisine alternatif olabilecek bir cemaatin ortaya çıkması PKK’yı son derece rahatsız etti. Bu da beraberinde baskı ve şiddeti getirdi. Çünkü bu zamana kadar hep baskı ve şiddet yöntemiyle diğer örgütleri sindirmişlerdi. Aynı yöntemin İslami kesim için de geçerli olabileceğini zannediyorlardı. Bu nedenle Cemaatin; “Yapmayın, etmeyin, çatışmadan devlet kârlı çıkar’’ şeklindeki tekliflerine; “Ya bize katılın, ya buralardan gidin ya da hepinizi öldürürüz” şeklinde karşılık veriyorlardı.

PKK güçlü olduğu yerlerde Cemaat fertlerine baskı uygulamaya başlamıştı bile. İslami kesimden bazılarından sakallarını kesmeleri istenmiş, dükkânlarına ambargo konulmuştu. Baskı o derece arttı ki, cemaat fertleri evlerinden çıkamaz hale geldiler. Çevre il ve ilçelerdeki İslami kesimden yiyecek isteyecek kadar çember daraltılmıştı. Cemaat, ya teslim olacak ya gidecek ya da ölecekti. Bu baskılara boyun eğmeme kararı alan bölge Müslümanları ile PKK fertleri arasında İdil Lisesinde kavgalar çıkmaya başladı. Karşılıklı çatışmalar sonucu yaralanmalar oldu.

İLK ŞEHİTLER: FAKE SABRİ VE HAYRİYE KARAASLAN
Tüm bu mücadeleler arasında İdil’de Karaaslan ailesi ön plana çıkıyordu. Evin ortanca oğlu kendi halinde bir genç iken, Cemaat ile tanıştıktan sonra hareketli, aktif biri oluvermişti. PKK ile yaşanan tartışma ve kavgalarda hep O’nun ismi geçiyordu. Baba Fake Sabri ve anne Hayriye Karaaslan aslında kendi hallerinde yaşayan dindar, fakat herkes gibi PKK’dan çekinen insanlardı. Bundan dolayı oğullarını uyarıyor ve davadan vazgeçirebilmek için epey çapa harcıyorlardı. Kendileriyle konuşulduğunda aslında oğullarının haklı olduğunu, İslam’dan başka çıkar yol olmadığını ancak PKK’nın zalim olduğundan dolayı oğullarına böyle davrandıklarını söylüyorlardı. İş o hale geldi ki, ortanca oğulları evi terk etmek zorunda kaldı.

Bir süre sonra anne Hayriye oğlunun evden ayrı kalmasına gönlü razı olmadı ve Fake Sabri’nin talebiyle oğlu evine geri döndü. Fake Sabri inançlı, dürüst, onuruna düşkün bir kişiliğe sahipti. Medreselerde talebelik yaptığından dolayı kendisine Fake/Fakih deniyordu. Gıda işi üzerinde bakkallık/toptancılıkla uğraşıyordu. İş komşusu olan Rıdvan isimli şahıs kendisi hakkında şunları kaydediyor: “Fake Sabri ile dükkânlarımız yan yana idi. Babam vefat ettiği için ben ile kardeşim Abdurrahim dükkânımızı idare etmeye çalışıyorduk. Ancak bilgi ve tecrübemiz yoktu. Fake Sabri amcamız bizimle Gaziantep’e geliyor, toptancılarla tanıştırıyor, işimizde başarılı olmamız için gayret sarf ediyordu. Hâlbuki bizler O’nun için ticari rakiptik. Buna rağmen ayakta kalabilmemiz için bize her türlü yardımı yapıyordu.”

Fake Sabri sadece bu şahıslara değil, tüm İdil halkına yardımcı oluyordu. Maddi sıkıntısı olanlar borç istemek için kapısına vardıklarında boş dönmüyorlardı. Bu hususa tüm İdilliler şahitlik etmektedirler. Düşkünlere olan bu yardımseverliği nedeniyle şehit edildiğinde PKK’lılar dâhil tüm İdil halkı taziyeye geldi.

Zaten şehit olmadan önce Fake Sabri ve eşi Hayriye oğullarının davasında haklı olduklarını söylüyorlardı. Sadece oğullarının hayatından endişe duydukları için biraz mesafeli idiler. Ama oğullarının kararlı tavrı onların davaya teslimiyetini sağlamıştı.

ÇATIŞMANIN BAŞLAMASI
Gerginleşen hava içerisinde PKK’nın sert bakışları bu aileye yoğunlaştı. PKK, evlatlarını kaçırmak niyetindeydi. Bu amaçla 07.05.1991 günü Karaaslan’ların evlerini bastılar. Fakat baba Fake Sabri’nin oğlunu teslim etmeye niyeti yoktu. PKK’lılara; “Ben oğlumu vermem. Çağırın arkadaşlarınızı, şu odayı size müsaitleştirelim, konuşun ve aranızdaki sorunu halledin.” diyordu. PKK militanları ise onu götürmeye dair emir aldıklarını söylediler. Fake Sabri, “PKK onun götürülmesini emretmişse, Cemaat de onun kalmasını emretmiştir.” diyerek kapıyı kapattı. Bu şekilde gelişen olay üzerine militanlar kapının üst penceresinden içeriye doğru ateş ettiler. Baba Fake Sabri ve anne Hayriye ağır yaralandılar. Bir yaralı daha da vardır. O da küçük torunları Şahadet’di.

O gece yaralılar alınıp Diyarbakır’a kaldırıldı. Anne ve baba şehit oldu. Cemaat fertleri konvoy halinde İdil’e gelip şehitleri defnettiler. Aslında bu PKK’nın ilk saldırısı değildi. Daha önce de bölge Müslümanlarına saldırmışlardı. Fakat Fake Sabri ve Hayriye’nin şehadeti bardağı taşırmıştı. Hizbullah’ı öfkelendirmişlerdi.

Aileye saldırılar bununla kalmayıp, evin büyük oğlu Mehmet Şerif, 28.12.1991 günü yani anne ve babasının şahadetinden 7 ay sonra İdil’de, Alanya Caddesi üzerinde, iş yerinden evine giderken, özel aracında taranarak şehit edildi. Ayrıca İdil’de Aşağı Çarşı’daki dükkânları da kundaklandı.

Kısacası aile hem mal hem de can ile davaya kurbanlarını sunmuşlardı. Yani Sümeyye-Yasir ailesi gibi…

BİR RÜYA
İdil’deki herkes bu aileyi iyi bilirdi. Onlara haksızlık yapıldığının farkındaydılar. Ama PKK’nın korkusu gerçekleri dile getirmelerine engel oluyordu. Daha Mehmet Şerif şehit edilmeden önce İdil’li bir bayan bana bir rüyasını anlatma cesareti göstermişti. Rüya şöyleydi: “Gördüm ki rahmetli Hayriye her bir taşı ayrı bir renk olan Cennettin bir kasrının penceresinden bana bakıyor. Yanında iki kasr daha var. Ben de evlere olan hayranlığımı dile getiriyorum. Rahmetli bana; ‘Bu yanımdaki kasr eşim Fake Sabri’nin, bu da oğlum Mehmet Şerif’in kasrıdır’ dedi.

Bu rüya daha Mehmet Şerif şehit edilmeden önce o bayan tarafından bana anlatılmıştı. Demek ki şehit olmadan önce Mehmet Şerif’in kasrı hazırdı bile.

Allah şehadetlerini kabul etsin!
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir