• DOLAR 32.532
  • EURO 34.814
  • ALTIN 2440.426
  • ...
Dünya Basınında Bugün
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HABER MRK - 30 Haziran Perşembe Dünya basınında yer alan bazı haber özetleri:

 

Keyhan gazetesi İslami İran`ın ``Büyük Peygamber 6`` füze tatbikatının dünya medyasında geniş yankı bulduğunu ilk sayfadan duyuruyor. Bu bağlamda NewYork Times gazetesinin İran`ın elde ettiği teknolojilerle, olası saldırılarda, füze tesisatını koruyabileceğini yazdığını duyuruyor. 
Gazete ayrıca Guantanamo hapishanesinde insanlık dışı işkencelere karşı Amerika`nın New York kentinde halkın protesto gösterisi düzenlemesi, OPEC yetkililerinin Avrupa`nın petrol piyasasına müdahalesini eleştirmesi, Mısır`ın devrik lideri Hüsnü Mübarek ile Siyonist rejim arasındaki onlarca işbirliği anlaşmasının açığa çıkması gibi haberler geniş şekilde yer alıyor. Gazete ayrıca bölgedeki diktatörler arasındaki benzerlikleri konu eden bir değerlendirme yazısını okuyucularla paylaşıyor. Yazıda kısaca şu ifadeleri okuyoruz: 

Coğrafyamızdaki diktatörlerin ortak yanları çoktur. İlk bakışta farklılıkları göze çarpıyorsa da dikkatli bir bakış önümüze farklı bir tablo çıkaracaktır.Hüsnü Mübarek, Sedat suikastı sonrası ortaya çıkan boşlukta dengeleri gözeterek başa geçti. Mısır`da meclisi, hükümeti, yargıyı, sermayeyi kontrol ediyordu. Göstermelik de olsa seçimler yapılıyordu ve partiler vardı. Oğulları ve yakın akrabaları her yere söz geçiren konumlardaydılar. Amerika ve Siyonist israille güçlü bağları olan bir diktatördü.Abdullah, kral olan babasının yerine oturdu. Ürdünde hükümet, ordu ve sermaye onun ve işaret ettiği kişilerin kontrolündedir. Kral olduğu için kendisi göstermelik de olsa halkın önüne çıkmaz.Kaddafi darbeyle geldi ve geldiğinden beri hükümetin atamasını yaptı. Kendisi aday olmadı, çünkü kendine Libya`nın ebedi lideri gözü ile bakıyor. Libya`daki servetini çocukları idare ediyor ve miktarını rakamlara dökmek bile zor.Diktatölerin siyasi duruşları, yakınlıkları ve dünyaya bakışları farklı da olsa ortak bir yönleri var. Tümünün batı tarzı bir yaşamları var. Amerika`ya sırtlarını dayayan bu diktatörlerin hiçbir islami hassasiyet taşımaması, islam kültürüne olan düşmanlıkları onların zihniyetlerini deşifre ediyor aslında. Örneğin bu rejimlerin tümünde islami kitaplar yasaktır ve bulunduranlara ağır cezalar verilir. Tunus`ta yıllarca bazı bölgelerde örtü yasağı uygulandı.Mısır`da islami hareketlere yönelik operasyonlar, işkenceler her zaman basının gündemindeydi.Kaddafi`nin muhaliflerinden kimse haber bile alamıyordu. Diktatörler direniyor. Ama gidecekleri kesindir. Mübarek ve Bin Ali gibi.Diktatörler sonrası, mazlum islam coğrafyasının hayra kavuşmasını temenni ediyoruz.

 

Risalet gazetesinde İşgalci siyonist rejimin, Güney Lübnan hava sahasını ihlal etmesi, İran`ın serdeşt kentine Irak`ın devrik lideri Saddam Hüseyin rejimince kimyasal saldırı yapılmasının yıldönümünü anma merasimi düzenlenmesi…., Hırvatistan`ın İran`la ilişkilerini geliştirmesine vurgu yapması, Afganistan`da 2 yabancı askerin daha hayatını yitirmesi, Pakistan`ın yeni nükleer santral yapacağının duyurulması, Rusya`nın yeni balistik füze denemesi yapması gibi haberler ön plana çıkarılmakta. Gazete ayrıca `` ``küresel ekonomik kriz ve bölgedeki gelişmeler`` başlıklı bir yazıyı okuyucularla paylaşıyor. Yazıda kısaca şu ifadelere yer verilmektedir: 
Küresel kriz olmasaydı, Amerika`nın başını çektiği emperyalist güçler, bu özgürlüğü kendi menfaatine çevirmek için her türlü yola başvuracaktı.ABD ve Avrupa`nın küresel ekonomik kriz yüzünden yönünü zorunlu olarak sömürgeci politikalardan, iç sorunlara yöneltmesi, bölge ve İslam dünyasına verilen büyük bir şans olarak değerlendirilmeli.Bunu zaman sahibinin verdiği büyük bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz.Ortadoğu ülkeleri ve İslam dünyası bu fırsatı iyi değerlendirirse, ekonomik ve siyasal bağımsızlıklarına kavuşan halklarla bölge, ABD, Avrupa ve Uzakdoğu blokuna karşı bir küresel güç haline dönüşebilir. 

"Amerika Birleşik Devletleri ve Taliban Münih`te nasıl bir araya geldi?" Taliban konusunda uzman gazeteci Ahmed Rashid, Afganistan`da çatışan bu iki gücün gizli müzakerelerini Financial Times`a bu başlıkla yazdığı yazıda değerlendiriyor. 

Rashid Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai`nin uzun zamandır Taliban`la bir yandan savaşırken bir yandan da gizli müzakereler yürüttüğünü ve bu müzakerelere son dönemlerde ABD`nin de dâhil olduğunu yazıyor. 
İlk görüşme Münih`in dışında bir köyde 28 Kasım 2010 günü yapılmış, Raşid`in batılı diplomatlardan aldığı bilgiye göre… Görüşme Alman bir diplomatın başkanlığında, ABD yetkilileri ve Taliban üyeleri arasında ve Katarlı yetkililerin katılımıyla gerçekleşmiş. 15 Şubat 2011`deki İkinci görüşmenin mekânı ise Katar`ın başkenti Doha. 
Bu görüşmeden üç gün sonra, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton "Bu çatışmaya siyasi bir sonuç getirmek için diplomatik atak başlatıyoruz" açıklamasını yaparak önemli bir adım attı. Mayıs ayındaki üçüncü görüşmede ise "yaptırımların kaldırılması, cezaevindeki Taliban militanlarının serbest bırakılması ve bir Taliban temsilciliğinin açılması" gibi güven artırıcı adımlar müzakere edilmeye başlandı. 

Perde arkasındaki müzakerelerin sonuçlarını diplomatik hamlelerle de izleyen Raşid, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi`nin ABD`nin talebiyle El Kaide ile Taliban`ı ayrı değerlendirmeye karar verdiğini de aktarıyor. Bundan sonra el Kaide üyelerine yönelik önlemler doğrudan Taliban üyelerine de uygulanmayacak. 

ABD ile Almanya`nın hedefi, Afgan geçici hükümetinin 2001`de Bonn`da kurulmasının yıl dönümünde düzenlenecek toplantıya Taliban`ın da katılmasını sağlayarak müzakere sürecini resmileştirmek. 
Önceki gün akşam saatlerinde başkent Kabil`de genellikle yabancıların kaldığı lüks Intercontinental Hotel`e saldıran ve saatlerce çatışan Taliban militanlarının eylemi bu sürecin öneminin altını daha fazla çizmekten başka bir şey yapmıyor Raşid`e göre.

 

Financial Times`taki makalede ayrıca, Taliban`la müzakerelerin yalnızca Afganistan`ın değil, Pakistan dahil olmak üzere bölgenin genelindeki barış üzerinde önemli etkisi olacağı fikri de işleniyor.

 

Daily Telegraph gazetesi, Taliban`ın önceki gece başkent Kabil`deki otele düzenlediği saldırıyla ilgili haberin yanında, "Afgan ordusu Taliban isyancılarına karşı koyabilir duruma gelebilecek mi?" başlığıyla bir değerlendirme de yayınlıyor. 

Dean Nelson`ın kaleminden çıkan değerlendirmede, "Afgan ordusu kendi başkentindeki bir oteli bile koruyamıyorken tüm ülkenin güvenliğini NATO`dan devralmaya hazır olabileceği nasıl düşünülebilir?" diye soruyor. 
"Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, 33 bin Amerikan askerini gelecek yıl içinde çekeceğini, geri kalanların ise 2014 yılına kadar ülkelerine döneceklerini söyledi. Afgan ordusunun görevi devralmaya hazır olma ihtimali düşükse Obama`nın bu hedefleri gerçekçi değil" diyen Nelson, yazısına `devir` için "Afganların savaşmaya değer bir şeyleri olduğuna ve NATO`nun bir gün onları yalnız bırakacağına inanmaları gerek" sözleriyle son veriyor. 



İngiltere gazetelerinin ana gündemi, emeklilik haklarında yapılacak kesintilere karşı yaklaşık 750 bin kamu çalışanının katılması beklenen eşgüdümlü grevi. Gazeteler, grevin başarılı olması durumunda, bugün İngiltere`de on binlerce okulun kapanacağını, havaalanlarındaki pasaport kontrollerinden mahkemelere kadar birçok sektörde işlerin aksayacağını yazıyor.

 

Guardian gazetesi haberi "Sendikalar emekli maaşları düellosuna çağırıyor" başlığıyla manşetinden duyuruyor. 
Haberden öne çıkan satırlar şöyle: 

"Koalisyon hükümeti, kemer sıkma önlemlerine karşı ilk grev dalgasıyla bugün karşı karşıya kalacak. Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası (PCS) lideri Mark Serwotka bunun sendikasının tarihindeki en önemli grev olduğunu söyledi ve ekledi `Bugüne kadar uğruna çalıştığımız her şey saldırı altında. Hükümet ise ortamın daha da ısınmasını engellemeye çalışıyor. İş Dünyasından Sorumlu Bakan Vince Cable `Müzakere süreci tamamlanmadan neden greve çıkılıyor? Kamuoyu bunu anlamayacaktır,` derken Sendikalar Konfederasyonu Başkanı Brendan Barber ise `Hükümetin kamu sektöründeki kesintileri göz önüne alındığında, grevlerin sürpriz olduğunu söylemek zor` diyor." 
`Müzakereler sürerken grev yanlış`

 

Independent gazetesi ise birinci sayfasında silahlı kuvvetler mensuplarının, sağlık çalışanlarının, öğretmenlerin, memurların ve itfaiyecilerin ortalama emekli maaşları ile birlikte milletvekillerinin alacağı emekli maaşlarının ortalamasını yan yana verip, "Kamu sektörü emekli maaşları: Farklı olanı bulun" diye soruyor ve diğerlerinin iki katı kadar olan zaten farklı renge boyanmış milletvekili maaşlarını işaret ediyor. 

İngiltere Başbakanı David Cameron`ın, "Greve gitmek için güçlü bir neden olduğuna inanmıyorum. Sadece müzakereler sürdüğü için değil, grev kararının azınlıktaki bazı sendikalar tarafından alınmış olması nedeniyle de böyle düşünüyorum." dediğini aktaran gazetenin yazarı Simon Carr ise odağına muhalefetteki İşçi Partisi`nin lideri Ed Miliband`i almış. 
İşçi Partisi `grev` sözcüğünü kullanmıyor 

Yunanistan sokakları alevler içindeyken ve İngiltere tarihinin en önemli işçi hareketlerinden biri söz konusuyken tüm gözlerin İşçi Partisi lideri Ed Miliband`e çevrildiğini yazan Carr, İşçi Partisi liderinin grev sözcüğünü sarf etmekten özellikle kaçındığını ve başbakanı bazı teknik meseleler ve bireysel, mikro vakalar üzerinden sıkıştırmaya çalıştığı gözlemini aktarıyor.

 

Grevin sendikalar için stratejik bir hata olduğunu savunan Times gazetesinin yazarlarından Roland Watson ise Başbakan Cameron`ın sendikalarla çatışmaya istekli olmadığını ve bir şey yapmama stratejisini böl-ve-yönet taktiğiyle birleştirerek uyguladığını belirtiyor. 

Başbakan sendikaları `böl ve yönet`e başvuracak 
Watsona`a göre başbakan bu amaçla, öfkeli olmak yerine üzgün bir şekilde konuşuyor ve örneğin sendikalar için grev yapmayı zorlaştıracak kanunlar çıkarma yoluna gitmiyor.

 

Times yazarı şöyle devam ediyor: 
"Sendikalar kısa zaman içinde kendilerini tek tek farklı kamu kurumlarıyla emeklilik haklarının ayrıntılarını müzakere ederken bulabilirler. Farklı bakanlıklar, yapacakları tekliflerle sendikaların birlikteliğini kırabilir. Dayanışma düzeyi azaldıkça, bazıları anlaşmaya yanaşabilir. Cameron, yalnızca bu strateji başarısız olursa ve 1926`daki genel grevin bir benzeriyle karşı karşıya kalırsa planlarını değiştirecek."

 

Washington Times gazetesi Senato Dışilişkiler Komitesi`nin Libya`da askeri güç kullanılmasını onayladığını yazıyor. 
`Senato Dışilişkiler Komitesi dün Başkan Obama`nın Libya`da Amerikan askeri gücü kullanma kararına destek verdi. Böylelikle konuyla ilgili Kongre`nin eleştiri yağmuruna tutulan Beyaz Saray`a Senato`dan büyük moral verilmiş oldu. 5`e karşı 14 oyla kabul edilen karara göre Obama Libya`ya Amerikan savaş uçaklarıyla saldırıya devam edebilecek. Karar Amerikan askerlerinin ülkeye gönderilmesini savaş sırasında ya da sonrasında yasaklıyor.`

 

Washington Post gazetesi Yunanistan parlamentosunun önemli mali kısıntılar üzerinde oylamaya gideceğini yazıyor. 
`Yunan parlamentosunda bugün yapılması planlanan oylamada milyarlarca dolarlık uluslararası kredi almanın yolu açılmış olacak. Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu yetkilileri ülkenin mali krizini çözebilmek için çalışmalara devam ediyor. Atina`da parlamenterler 40 milyar dolarlık vergi artırımı ve bütçe kısıntısı paketini tartışırken üç yıldır ekonomik durgunluk yaşamakta olan Yunan halkı da protestolar için sokaklara döküldü`

 

Los Angeles Times gazetesi silahlı saldırganların ve intihar bombacılarının Kabil`deki ünlü İntercontinental Hotel`e saldırdığını ve 10 kişinin öldüğünü yazıyor.

 

`Afgan yetkililer 10 kişinin öldüğü ve silah seslerinin saatler sürdüğü saldırının NATO helikopterlerinin müdahalesi ile sona erdiğini belirtti. Saldırganların 8`i de olayda yaşamını yitirdi. Militanların Kabil`in en çok korunan binalarına bile saldırma kapasitesinin olduğunu gösteren olay son günlerin en dramatik saldırısıydı`

 

Çin Başbakanı Ven Ciabao`nun Almanya`da hükümetlerarası danışma toplantısı çerçevesinde euroya destek mesajı, Yunanistan`daki kriz ve Gazze`ye yardım filosu tartışmaları, Avrupa basınında öne çıkan konular.

 

Fransız Le Monde gazetesi, Çin Başbakanı`nın euro krizinin aşılmasında yardım teklifini konu alıyor: 
"Bu, anlamlı bir olay. Çoktandır Amerikan devletini finanse eden Çin, şimdi Avrupa`nın bankerlerinden biri haline geliyor. Avrupa`nın borçlarını satın alıyor, bize kredi veriyor. Burada söz konusu olan sadece devlet tahvillerini satın alması değil. Çin aynı zamanda Avrupa`da önemli bir yatırımcı. Ama bizim de bazı çekincelerimiz var. Çinli yatırımcıların şeffaflıklarıyla ünlü oldukları pek söylenemez. Çin devletine çalışıp, bazı endüstriyel sırlara gözleri kayabilir. Onlara kamu ihalelerimizin kapılarını açıyoruz. Ama Çin`in kamu ihaleleri bizim için kapalı kalmaya devam ediyor."

 

Polonya`nın başkenti Varşova`da yayımlanan Dziennik gazetesi ise Yunanistan krizinin, AB`deki yapısal sorunların bir ürünü olduğu değerlendirmesinde bulunuyor: 

"Yunanistan bir kaza değil, ortak pazar fikrinin yozlaşmasının doğal bir sonucudur. Ortak pazar fikri, yerini bir mali piramit felsefesine bırakmış durumda. Buna göre sonsuz para akışı tüm katılımcıların ekonomik büyümesini güvence altına alacak, Avrupa`nın en zenginleri yeni pazarlara açılarak kârını artıracak ve kazandığı parayı Yunanistan, Portekiz, İspanya, Polonya ve Bulgaristan`a hediye edecek. Bu ülkeler sonuçta Alman ya da Fransız mallarını satın alabilsin diye. Her piramitte olduğu gibi bu sistem de çöktü."

 

İtalyan La Stampa gazetesi ise `Avrupa Yunanistan`dan ibaret değil` diyor ve 1 Temmuz`da AB Dönem Başkanlığı`nı devralacak olan Polonya`ya işaret ediyor: 

"Yunanistan`da yaşanan kaos ve tüm Euro Bölgesi`nin içinde bulunduğu kriz döneminde AB, dönem başkanlığını ilk kez Polonya`ya emanet etmeye hazırlanıyor. Doğu Avrupa`nın şu an en istikrarlı ve dinamik ülkesi olan Polonya, kendini en iyi yönleriyle göstermek istiyor. Bu hiç de banal değil. Özellikle de ülkenin trajik ve talihsiz geçmişi dikkate alındığında. 18`inci yüzyılda devletin yıkılmasıyla başlayıp 20`nci yüzyılda Hitler ve Stalin arasında zalimce paylaşılmasına kadar giden olaylarla Polonya, iki yüzyılı aşkın bir süre korkunç aykırılıklara sahne oldu. Bugün ise AB içinde, geçmişin karanlığından gençleşerek çıkmış, ekonomik büyümesiyle olumlu bir örnek. Avrupa`yı izlemek isteyen gözlerin sadece Yunanistan vakasını değil, Polonya`yı da algılaması iyi olur."

 

Fransız Liberation gazetesi, Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde`ın Uluslararası Para Fonu Başkanlığı`na atanmasını konu alıyor: 
"Tecavüze yeltenme suçlamaları nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Dominique Strauss-Kahn skandalının ardından Fransa`nın bir vatandaşını dünyanın en güçlü kuruluşlarından birinin başına getirebileceğini kim düşünebilirdi ki? Bu zorlu diplomatik süreçte Fransız cephesinin becerisini övmek ve bundan ders çıkartmak gerek. AB tek sesle konuşmayı başardığında, çıkarlarını kabul ettirmek için her tür şansa sahip olur. En karmaşık uluslararası meydan muharebelerinde bile. Kalkınmakta olan ülkeler bu acı deneyimi yaşamak zorunda kaldı. Ortak bir adayda hızla uzlaşmayı başaramadılar ve mali krizin istikrara kavuşturulmasında oynadıkları önemli role rağmen önlerindeki fırsatı değerlendiremediler."

 

Hollanda`dan de Volkrant gazetesi ise Gazze`ye doğru yola çıkmaya hazırlanan ikinci yardım filosunu konu alıyor ve İsrail`in iyi niyet göstermesi gerektiğini belirtiyor: 

"Benyamin Netanyahu hükümetinin, denizden askerî yöntemlerle durdurulması gereken bir tehlike varmış gibi yapmasının nedeni ne? Geçtiğimiz yıl ilk protesto filosuna yapılan, dokuz insanın öldüğü ve İsrail`in imajını ciddi bir şekilde zedeleyen baskının ardından şimdi taktik olarak daha zekice bir tepki gösterilmesi gerekir. Teknelerle silah kaçırıldığına dair işaretler olmadığı sürece İsrail denizde bir çatışmaya girmemelidir. İsrail, filoyu şiddet kullanmadan Gazze`ye yönlendirerek iyi niyet sergileyebilir."

İLKHA

Bu haberler de ilginizi çekebilir