• DOLAR 32.557
  • EURO 34.848
  • ALTIN 2428.494
  • ...
Vefat Yıldönümünde Zübeyir Gündüzalp Kimdir?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Araştırmacı Mustafa Köfkeci, vefat yıldönümünde rahmetle yad edilen Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in Afyon Valiliği’ne gönderdiği dilekçeyi yazdı.

Emirdağ’da kendisinden habersiz olarak el konulan 600 civarındaki Risale-i Nur eserlerinin iade edilmesini talep eden Gündüzalp’in hukuki bir metin ortaya koyduğu dikkat çekiyor.

Mustafa Kökfkeci, mektubu ve mahiyetini Risale Haber’e anlattı:

VEFA ABİDESİ ZÜBEYİR ABİ

Günümüz Risale-i Nur talebeleri için birer yâd-ı cemil olan kahramanlardan birisi de merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeydir.

Bütün dikkatini, nazarını ve zamanını İslam’a, Kur’an’a, sonra da Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a tahsis etmiş. Güzel ahlâkı hayat hâline getirmiş. İnsanlığın nazarlarını İslam’a, Kur’an’a, Peygamber Efendimiz’e (asm), Bediüzzaman’a ve Nurlara çevirme hususunda kıskançlık ölçüsünde bir hassasiyet gösterir. Ciddiyet ve vakar abidesi, azim, sebat, gayret ve teslimiyet timsali kahraman bir dava adamı olarak tanındı. Yanında başka şeylerin konuşulmasından asla hoşlanmayan, sürekli mesleğin esaslarından bahisler açan Üstad-ı Azam’ın vefalı temsilcilerinden birisidir.

Üstad`la ilk karşılaşması 1946 senesinde Emirdağ ziyaretinde olur. Üstad`ın yanına vardığında Üstad, "Hoşgeldin kardaşım!" diye karşılar ve ismini sorar. "Ziver Efendim" cevabını verince, Üstad, "Hoşgeldin Zübeyir kardaşım!" der. Gündüzalp, "İsmim Zübeyir değil, Ziver, Efendim" diye düzeltmeye çalışır, ancak Üstad yine "Hoşgeldin Zübeyir kardaşım…" diye tekrarlar. Bu olaydan sonra hep Zübeyir ismini kullanır ve öyle anılır.

1948 yılında Afyon hapsinde Bediüzzaman`la birlikte bulunurken yanlışlıkla tahliye edilince, sırf Üstadından ayrılmamak için, tahliyesinin yanlış olduğunu bildirerek, tekrar tevkif edilmesini sağlamış. O dönemde yaptığı samimi, yürekten ve adeta kanıyla yazmaya hazır olduğu intibaını veren müdafaalarla adı adeta hafızalara kazınır.

1953 senesinden itibaren Üstad`ın da arzusuyla devamlı yanında kalır. Üstad`ın vefatından sonra Nur talebeleri için müşküllerin halledildiği, hizmet stratejilerinin çizildiği devamlı bir müracaat mercii olmuştur. Hayatı boyunca bedeni pek çok hastalıktan kurtulamayan Zübeyir ağabey, 2 Nisan 1971 günü yaklaşık on senedir ikamet ettiği Kirazlımescid`deki mütevazi medresedeki daracık odasında fani hayata veda eder.

İşte mana aleminin sultanlarından biri olan bu vefa abidesi muhterem ağabeyimizin kaleme aldığı ve Afyon Valilik Makamına yazdığı bir dilekçesini vefatının 42 yılı vesilesiyle okuyucularla paylaşmak istedim.

1960’lı yılların başlarında Emirdağ’ında altı yüz adetten fazla olduğunu tahmin ettiği kitaplarının habersizce el konulması üzerine müsadere edilen eserleri geri alabilmek maksadıyla Valilik Makamına uzunca bir dilekçe yazar.

Daktilo ile yazılan bu dilekçenin teksirle çoğaltılan bir nüshası da beray-i malûmat olmak üzere Isparta Sav kasabası Nur talebelerinden Merhum Ahmet Avşar’a da ulaşmıştır. İşte o dilekçe ve yazılanlar:

VALİLİK YÜKSEK MAKAMINA

Merhum Bediüzzaman Said Nursi’nin vefatına kadar 10 seneye yakın hizmetinde ve yanında bulundum. Bu zaman zarfında kendi paramla aldığım matbu ve el yazması Risalelerden mürekkep nadide kıymetli Risale-i Nur kitaplarını kiralık bir meskenimiz olan Emirdağ’ındaki evde bırakmıştım. Haber aldığıma göre orada bir taharri yapılmış ve mezkur kitaplarımın hepsi alınarak makamınıza teslim edilmiş. Bu eserler gayet kıymettar el yazmaları ve antika mahiyetinde maddi ve mânevi değeri yüksek kitaplar olup nesl-i âtiye intikal edecek yekta bir hazine hükmündedir.

İçlerinde suç unsuru bulunup bulunmaması keyfiyeti ise, hem 1950’den evvel, hem 1950’den sonra inkılap hükümetimiz zamanında, askerî mahkemeler de dahil, cem’an kırk elli kadar Türk mahkemeleri Türk milleti adına Nur Risaleleri hakkında beraat ve iade kararları vermişlerdir. Bu kadar Türk mahkemelerinin mümessili bulundukları millet adına verdikleri âdil kararlar karşısında; hususî bir emir ve tamimin yanlışlığı aşikâr bulunmaktadır. Mevzu-u bahs tamimde isnad edilen mahkeme kararının suret-i cereyanı şöyledir:

İstanbul’da eski kitaplar satan bir kitapçının kitapları arasında Risale-i Nur eserlerinin de bulunması ile eski kitaplar hakkında verilen müsadere kararına Risale-i Nur da dahil oluyor. Risale-i Nur kitaplarını bastıranın ifadesine müracaat edilmeden, müdafaası alınmadan, habersiz bir adlî zühul vukua gelmişse de kanunî bir muamele olarak elbette kırk-elli mahkemenin kesinleşen iade ve beraat kararı esas ittihaz edilecek. Eğer Dahiliye Vekâleti Risale-i Nur külliyatı hakkında verilmiş bu kadar beraat kararının mevcudiyetinden evvelce haberdar olmuş olsa idi o bir tek kararı nazar-ı itibara almazdı. Türk adliyesinin verdiği kaziyye-i muhkeme haline gelen kararlar kanun mesabesinde lazımı-ı ittiba oldukları halde tahkik ve tetkik mevkii olmayan bir yerin hususî bir emri ile bu kararların bozulmayacağı malûmunuzdur. Bu âdil hükümleri hiçe saymak, Türk adliyesine ve Türk hakimlerine ve dolayısıyla mümessili bulundukları Türk milletine bir hakaret olur. Şu anda Türk adliyesinin mezkûr kitaplar hakkında verdiği beraat ve iade kararlarından bulabildiğim yirmi iki tanesinin suretini ve diğerlerinin tarih ve numaralarını verebilirim. Muhtelif din mütehassıslarının tetkikinden geçmiş ve Türk hakimlerinin süzgecinden geçmiş İslâm ve ahlâkî bir fikir sisteminin baskı ile zor ve şiddetle imhasına çalışmak her şeyden evvel ilan edilen vicdan ve fikir hürriyeti ile hangi cihetle bağdaştırılabilir?

Risale-i Nur kitapları 1947’de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ve profesörlerden müteşekkil bir ehl-i vukufa tetkik ettirilmiş ve bu ehl-i vukuf 22/4/944 tarihli raporlarında (Gerçi Said Nursi’de bir enerji var. Fakat bu enerji tarikat gütmek, mezhep çıkarmak, cemiyet kurmak, tedrisat icra etmek enerjisi değil. “Benim vazifem Kur’an’ın hakikatlarını anlatmak ve ciddi arzu edenleri ilimden faydalandırmak” enerjisidir.) demekle verdiği müsbet raporu üzerine Denizli Ağır Ceza Mahkemesi 16/6/1944 gün ve 199/136 sayılı hükmiyle Risale-i Nur kitapları hakkında beraat ve iade kararı vermiş ve bu karar 30/12/1944 tarihli ilâmla Temyiz Birinci Ceza Dairesi’nde tasdik edilerek kaziyye-i muhkeme haline gelmiştir.

Afyon Ağır Ceza Mahkemesinde 956’da bütün Risale-i Nur eserlerinin Diyanet İşleri Reisliğindeki Müşavere ve Dinî Eserler İnceleme Hey’etinden müteşekkil ehl-i vukufa tetkik ettirilmiş. Bu heyet 23/Mayıs/956 tarihli raporlarında (Said Nursi’ye ait olup münderecatlarının hiçbir şahıs zikredilmeyerek yalnız Kur’an-ı Kerim ve Ehadis-i Şeriften ilham alınarak madde aleminden temsiller getirmek suretiyle izahları yapılmış ve hal-i hazırdaki nev-i beşeri ve bilhassa memleketimizdeki küçük ve büyük insan kitlelerini gafletten ikaz ile fikrî şehevanî dalaletten ve su-i itikad ve su-i ahlâk zirvelerinden kurtarmağa matuf ifadelerden ve onlar devletimizce dahi matlub olan güzel ahlâka sevk edebilecek yazılardan ibaret bulunmuş olduğu; diye müsbet rapor vermeleri üzerine Afyon Ağır Ceza Mahkemesi 21/Haziran/1956 gün ve 854/218 sayılı hükmiyle bütün Risale-i Nur kitaplarının beraat ve iadesine karar verilmiş ve bu karar kesinleşerek kaziyye-i muhkeme haline gelmiş olup bütün kitaplar merhum Müellifine ve sahiplerine iade edilmiştir.

Evvelki iki hükümet zamanında böyle muhtelif beraat kararları verilmekle beraber inkılap hükümeti zamanında da muhtelif on beş mahkeme kesinleşmiş bulunan beraat ve iade kararları vermişlerdir. İnkılaptan sonra yani 17/Ekim/1960 tarihinde Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği kararın sonunda:

(Risale-i Nur hakkında verilen raporlarda:
Bu kitapların muhtevasında hiçbir tarikatın adab, erkân ve ayinlerini beyan eden bir yazının görülmediği ve bil’umum yazılarının hülasa ve neticesi: Vatandaşları İslamî itikad ve ibadetlerinin ifasına Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviye ye ittibaa teşvik ve terğibden başka bir gaye takib etmediği) yekdiğerini te‘yiden anlaşılmıştır. Mahkemece kitapların tetkikiyle de aynı neticeye varılarak bu eserlerin İslamiyet’in iman esaslarını takviye ve telkin maksadıyla ve sırf dinî gayret ve mücahede saikasıyla yazılmış, âlem-i İslâmın ve beşeriyetin mânevi ve insanî yolla yükselmesini isdihdaf ettiği müşahede edilmiştir.

Bu itibarla Prof. Akdağ’ın ihtisası harici ve sathî bir tedkik mahsulü bulunduğu anlaşılan mütalaaları şayan-ı kabul görülmemiştir. Maznunların ibadet gayesinde ayrı olarak toplandıkları ve Nurcu namı altında bir cemiyet bulunduğu hakkında en küçük bir karineye rastlanmamıştır. Cemiyet teşkili için ve icabeden organizasyonun adem-i mevcudiyeti dolayısıyla Nurcu denilen bu şahıslar arasında aynı kitapları okumanın neticesi doğan maddilikten mücerred mânevi bağlılık suretinde bir birliğin mevcudiyeti varid bulunmuştur. Bu suret’le maznunlardan her birine isnad edilen suçların sabit olmaması, sübutu kabûl edilen fiillerinde suç unsurlarını ihtiva etmemesi dolayısıyla beraatlarına ve hüküm kesinleştiğinde kefalet paralarıyla maznunlardan alınan emanette kayıtlı kitap, Risale vesairenin kendilerine iadesine demek suretiyle mezkûr Risale-i Nur kitaplarının 17/10/1960 gün ve 1953/165 sayılı kararıyla sahiplerine iade edilmiştir.

İnkılâptan sonra 28/5/1960 tarihinde Kargı Sorgu Hakimliği, 31/Mayıs/1960’da Sivas Sûlh Ceza Mahkemesi, 1/6/1960’da Adapazarı Sorgu Hakimliği, 14/7/1960’da Bursa 2.Asliye Ceza Mahkemesi, 30/9/1960’da Diyarbakır Sorgu Hakimliği, 17/10/1960’da Aydın Ağır Ceza Mahkemesi, 14/11/1960’da Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 29/12/1960’da Kütahya Cumhuriyet Savcılığı, 31/3/1961’da Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesi, 15/5/1961’de Konya Ağır Ceza Mahkemesi Risale-i Nur Hakkında beraat ve iade kararları vermişlerdir. Mahkemelerin bu kadar lehde kararları karşısında mevcud kararlar muvacehesinde vicdan ve fikir hürriyetine istinaden kitaplarımı istemek en büyük hakkımdır. İCABEDERSE bu hakkımı mahkeme huzurunda bir daha isbata hazır olduğumu ve altı yüz adetten fazla olduğunu tahmin ettiğim kitaplarımın tarafıma teslimini arz ve istida eylerim.

risalehaber

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir