• DOLAR 32.468
  • EURO 34.551
  • ALTIN 2474.68
  • ...
Merve Kavakçı ve `Başörtüsünde Tedricilik` Meselesi
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mustafa Başaran / haber - yorum / doğruhaber
 
Özetlersek, Başbakan, "Başörtüsü sabır işidir. Kur`an bile 23 yılda indi. O zaman alkol bile aşamalı yasaklanmıştı” şöyle devam etmiş ve sözü Merve Kavakçı olayına getirmişti:
 
"Fiziki durum var, hukuki durum var. Merve Kavakçı olayı niye yaşandı? O zaman ‘Merve seni yalnız bırakırlar` dedim ve yalnız da kaldı. Sonra cezaevinden çıkışımdabana ‘haklıymışsın` dedi. Toplumda kutuplaşma olmadan çözülmeli, ayrım olmadan toplumhazırlanmalı. Avukatlar artık başörtüsü ile duruşmaya girebiliyor. Bir doğum bile 9 ayda olur. Erken doğarsa sakat olabilir.”
 
Yine Başbakan`ın bu sözlerini yorumlarken "Tabi gelinen noktada Merve Kavakçı bu işe ne der, bilinmez…” diyerek, açıkçası Merve Kavakçı`nın bu gerekçelere ne cevap vereceğini hayli merak etmiştik.
Nitekim yazı günü geldiğinde hem Merve Kavakçı biz yanıltmadı, bu meseleye değindi, hem de kendisi üzerinden yasakçılığa kılıf arayışlarına adeta isyan etti, haklı olarak.
 
Vakit gazetesindeki köşesinde "Yine 28 Şubat, Yine Yasak” başlığıyla yayınlanan yazı, tıpkı bizim gibi Merve Kavakçı da Kur`an`ın nüzul sürecindeki tedriciliğin bugünkü yasakçılığa kılıf olarak değerlendirmesine isyan ettiği gözlerden kaçmadı.
Özetle şunları yazıyordu, Merve Kavakçı:
 
"Sayın Başbakan yaptığı bir konuşmada Kavakçı Olayı`na da değinmiş, yaşanan zorlukları hatırlatmış, partimin gerekli desteği vermediğine atıfta bulunmuş. Konunun genel olarak zorluğuna dikkat çekmiş. Doğrudur, yalnız kalıverdim, sağ olsun Sayın Başbakan da eşi de yalnız bırakanlardan olmadılar o dönemde. Aksini yapanların bir kısmı da AK Parti`nin baş köşelerindeler şimdi, o da ayrı mesele. Konuşmasında biz başörtülü kadınlara da sabır tavsiye etmiş…

Ama diyelim ki konu ile ilgili değerlendirmesi bununla sınırlıydı, akla gelen bazı sorular olmaz mı? Nasıl oluyor da Türkiye bu kadar hızlı, bu denli büyük bir oranda değişiyor da Sayın Başbakan`ın başörtüsü konusunda 2002 itibariyle kurduğu cümle hiç değişmeden aynı kalabiliyor: "Toplumsal mutabakat” diyor Sayın Başbakan. On iki senede toplumsal mutabakat sağlanmadı mı? Ben mi bir şey kaçırıyorum bu süreçle ilgili tartışmada. Memur Sen`in topladığı on iki milyonu çoktan aşan imzayı nereye koyacağız o zaman? Hala toplumsal mutabakat yoksa, bize bir yol gösterebilir mi Sayın Başbakan, ne yapması lazım başörtülü kadınların bu toplumsal mutabakata ulaştırmak için bu ülkeyi.

Nasıl oluyor da o gün, on iki sene önce de başörtülü kadınlara "sabır” tavsiye ediliyor da bugün, aradan geçen bu kadar zamana rağmen, herşey değişiyor, herkes değişiyor, öyle ki o gün başbakanın ve partisinin kuyusunu kazanlar, şimdi AK Parti`ye en yakın yayın organlarında köşe başlarındalar, bu denli değişiyor Türkiye. Sayın Başbakan Yağmur Atsız`ı bilir mi mesela? Star gazetesi yazarı. Basın danışmanına bir arşiv taraması yaptırır mı mesela, yazılarına, Faziletmeab yazısına, mesela, bakabilir mi acaba. Listemi genişletmeli miyim bu konuda… Bendeki uzunca da zira…

Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, ama başörtüsü konu olunca, hiçbir şey değişmemişçesine, statik, konstant yani sabit bir konumda, AK Parti`nin iktidar olduğu on iki sene önceki argümanların aynısı, ve yine aynı tonda, başörtülü kadının karşısına konuveriyor. "Sabır!” Vahye atıfta bulunuyor Sayın Başbakan, yirmi üç yıl diyor, elimizi kolumuzu bağlıyor. Amenna! doğrudur, ama bunun başörtüsü ile nasıl bir ilişkisi olabilir, ben mi bir şey kaçırıyorum acaba… Başörtülü avukatların girişine atıfta bulunuyor Sayın Başbakan. Ancak yanılıyor, problem hala çözülmedi. Sadece avukat kadınlar için değil, öğrenciler için bile sorun devam ediyor. Çankaya Üniversitesi`nde yasağın devam ettiğini biliyor mu Sayın Başbakan?..

Koç Üniversitesi`nde neden bir tek başörtülü öğrenci yok, merak eder mi mesela? Koç ailesiyle buluştuğu onlarca programda sebebini sorgular mı mesela?

Ufuk Üniversitesi Rektörü Rıdvan Ege`nin başörtülü öğrencilere yaptığı eziyetten haberdar mı mesela? Çok değil, daha sadece bir kaç ay önce, dönemin Sağlık Bakanı Sayın Akdağ`ın da katılımıyla gerçekleşen program sırasında bile, başörtülü öğrencilere zulmetmekten çekinmeyen Ufuk Üniversitesi`ni nereye koyacağız şimdi biz, biri çıkar da açıklar mı biz başörtülü kadınlara mesela….

AKDER`den Fatma Benli`yle konuyu hiç görüşmüş müdür Sayın Başbakan mesela? Çünkü o, yasağın bitip bitmediğini, nerede, nasıl yaşandığını çok iyi bilenlerdendir.”

Başbakan`ın Kur`an`ın inişiyle ilgili "tedricilik” metodundan başörtüsü mağdurlarına çıkardığı "Sabır!”ı Merve Kavakçı olayıyla izah etmesine her halde en güzel tepki, böylece Merve Kavakçı`dan gelmiş oldu.
 
Sahi, yeri geldikçe "Türkiye artık eski Türkiye değildir!” demekten gurur duyan Başbakan, söz konusu başörtüsü olunca "Eski Türkiye”ye dönüş yapması ne anlama geliyor?
 
"Eski Türkiye”de Başbakan`ın iktidara hazırlık sürecinde başörtüsü serbestisi bağlamında duyulan güvenin de eski günlerdeki gibi yeniden tazelenmesini mi istiyor? Beklentilerle ilgili kasetin yeniden geri sarması mı hedefleniyor? "Hedef 2023” olduğuna göre bu hedef aynı zamanda "Tedricilik” aşamasının tamamlanacağı yıl olduğunu mu ima ediyor?

Daha da önemlisi, "2023”e kadar iktidarda kalacağına dair bir "garanti” mi söz konusu?
 
Değerlendirmemizi, Merve Kavakçı`nın yazısı içerisinde yer alan şu soruyu tekrarlayarak noktalayalım:

"Nasıl oluyor da Türkiye bu kadar hızlı, bu denli büyük bir oranda değişiyor da Sayın Başbakan`ın başörtüsü konusunda 2002 itibariyle kurduğu cümle hiç değişmeden aynı kalabiliyor?”
 
 
 

Ankara`da ‘Merkel` Rüzgarı
Almanya Başbakanı Angela Merkel`in merakla beklenen Türkiye ziyareti gerçekleşti. Başbakan Erdoğan`la yapılan görüşme sonrasında yapılan ortak basın açıklaması, "Terörle Mücadele” bağlamında ziyarete atfedilen öneme dair bazı ip uçları da verdi.
Siyasi suçlamalar nedeniyle Türkiye`de barınamayan kişilerin sığındıkların ülkelerin başında gelen Almanya, Türkiye`de "Terörle mücadele” konsepti gereği hep sivri sözlerin hedefi olageldi. "Terörle mücadele”de işbirliği yapmaya yanaşmadığı hep söylenerek defalarca kınamaların hedefi oldu.
 
Siyasi suçlar nedeniyle bir çok Avrupa ülkesi gibi Almanya`nın da sığınmacılar üzerinden geleceğe dönük kendine has bazı politikaları mutlaka vardır. Ancak bu durum, salt "teröre destek" ya da işbirliğine yanaşmama ile izah edilemeyecek bir yanının da bulunduğu muhakkaktır.
 
Nitekim basın toplantısında Merkel`in, "Bir iade talebi olduğunda bu talepler çok hassas ve dikkatlice inceleniyor. Bu konuda bazı mahkeme kararları var, örneğin tutukluluk ya da hükümlülük koşullarına bakılıyor ve Türkiye`de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olacaksa, mahkemeler iadeyi kabul etmeyebiliyor” sözleri, meselenin Türkiye`nin uygulamalarına dönük eleştirel boyutuna vurgu yapması yönünden anlamı vardı.
 
Türkiye`nin özellikle aranan kişilerin iadesi noktasında sürekli dile getirdiği şikayet, bu şekilde Türkiye`deki bir takım uygulamalar gerekçe gösterilerek genelde reddediliyor.

Gerçi sığınmacı ülkelerin tümü gibi Almanya da iade talepleri konusunda farklı siyasal görüşlere karşı iki yüzlü bir tutum sergilese de, neticede gerekçe olarak Türkiye`deki hukuk sistemindeki çarpıklıklar ve cezaevlerindeki malum uygulamalar, iadelerin gerçekleşmemesinin en önemli sebepleri olarak hala varlığını korumaya devam ediyor.
 
Ankara`nın son zamanlarda siyasi suçluların iadesi yönünde başlattığı kampanyanın, ABD Ankara Büyükelçiliğine DHKP-C tarafından düzenlenen eylemden sonraya denk gelmesi, bu anlamda olası iade işlemlerinin gerçekleşmesinde ABD`nin de desteğini alarak özellikle Almanya üzerinde bir psikolojik baskı oluşturma hedefine dayanıyor.
 
Oysa Merkel`in açıklamaları, topun mahkemelerde olduğuna işaret ederek siyasi bir garanti vermemek şeklinde oluyor.
Peki Merkel haksız mı? AİHM`ye yapılan başvurularda rekorun Türkiye`de olduğu, verilen cezalarda da yine Türkiye`nin açık ara farkla önde olduğu bir ortamda Türkiye`nin bu alanda bir çok isteğinin geri çevrileceği zaten bekleniyor. Uzun tutukluluk, suçların niteliğini hayli aşan multi cezalar, yargı sürecindeki aksaklıklar ve hukuksuz uygulamalar, verilen cezaların suçla orantısızlığı, cezaevi koşulları ve uygulanan kötü muameleler Türkiye`de bile tartışma konusu iken sığınmacılar üzerinde farklı hesaplar da güden Almanya gibi ülkelerin bu tür durumları görmezden gelmesi beklenebilir mi?
 
Yargı sürecindeki hukuksuzluklar ve cezaevi koşulları Türk hükümetinin başını ağırtan öncelikli sorunlar arasında olmaya devam ederken, hukuki süreçlerdeki garabetler yeri geldiğinde bizzat Başbakan tarafından bile yerden yere vurulurken bu tablonun tüm günahlarını Almanya`ya yüklemek ne kadar mantıklı?
 
Türkiye değil mi ki her yıl düzinelerce yargı paketlerini meclise sevketmesine rağmen bir türlü hukuksuzlukların önüne geçemiyor.
 
İnsanların sudan ucuz bahanelerle polis-savcı ikilisi tarafından ihdas edilen uyduruk delillerle ultra cezalara çarptırıldığı bir hukuksal süreçte yaşanan hukuksuzlukları gideremeyen bir ülkenin çuvaldızı Almanya`ya batırmadan önce iğneyi kendisine batırması gerekmez mi?
 
İade edilecek şahıslar, "Siz nasıl benim Genelkurmay başkanıma terörist diyebilirsiniz?” açıklamasıyla bizzat Başbakan tarafından sert eleştirilere muhatap olan bir yargının insafına nasıl bırakılabilir?
 
Mahkumları hücrelerinden sağ salim aldıktan sonra felçli halde geri getiren cezaevi idarelerine insanlar nasıl emanet edilebilir?
Bu tür uygulamalarla "Terörist” üreten bir Türkiye gerçekliği ortada dururken başkalarını "Teröre kol kanat germekle” suçlamak olacak iş midir?
 
Yeri gelmişken şunu bir kez daha vurgulamak gerekir. İadeler noktasında PKK ve diğer sol örgütlerle ilişkilendirilen kişilerin iadeleri noktasında Türkiye`ye deyim yerindeyse avucunu yalatan Avrupa ülkelerinin, söz konusu İslami kesimler olunca Hitler mantığıyla hareket etmeleri, netice itibariyle iade işlemlerinde insan hakları özgürlük kriterlerinden ziyade biraz da emperyal politikalarıyla ilgili bir durum olduğunu da belirtmekte yarar vardır.
 
 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir