• DOLAR 32.56
  • EURO 34.78
  • ALTIN 2492.728
  • ...
`Ergenekon Efendi` de Yapardı, Ama Bu Şekilde Değil!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Ahmet Selam/DOĞRUHABER

"Ergenekon Efendi” de Yapardı, Ama Bu Şekilde Değil!

Malumunuz, "İşkence ve kötü muameleye sıfır tolerans” sloganı, hukuksuzluklar ülkesi Türkiye`de şu an ki siyasi iktidarın en heyecan verici sloganlarındandı.

Daha ziyade gözaltı süreçlerindeki işkence, kötü muamele ve bilumum hukuksuzlukların gündemde olduğu bir dönemde yükselen bu slogan, umut verici bulunsa da, kötü muamelelerin gözaltı merkezlerinden cezaevlerine kayması, meseleye esas yönünden değil, usul yönünden yaklaşıldığını ortaya koymuş durumdadır.

Cezaevlerinde "terör” boyutuna varan mahkumları sindirme haberlerinin sıklığının geçmiş dönemlerde gözaltı merkezlerindeki vahşet haberlerini solladığı bir süreç yaşamaktayız. "Asmayalım da besleyelim mi?!” felsefesinin modern tezahürü olan cezaevlerindeki yeni sindirme vakaları, artık "istisna” olmaktan çıkmış, "kural” haline gelmeye başlamıştır.

Hafta içerisinde, Bolu ve Tekirdağ`daki cezaevlerinden Doğruhaber gazetesine yansıyan iki ayrı vaka haberi, ne demek istediğimizin somut örneklerindendir. Haberler özetle şu şekilde:

Tekirdağ F Tipi cezaevinde yatan Abdulsettar Yıldızbakan ile Yıldırım Ataş, gardiyanlar tarafından çırılçıplak soyulduktan sonra kelepçelenerek "Süngerli Oda” diye tabir edilen bir mahzene atılırlar. Namaz kılmak için elbiselerini talep etmeleri, gardiyanların tehdit ve hakaretleriyle karşılık bulur. Neticede yerdeki sünger parçasını yırtıp namazda "Setri avret” niyetine kullanırlar. Akabinde savcılığa suç duyurusunda da bulunurlar. Ancak savcılık soruşturması, yırtılan sünger gerekçesiyle mağdurlar aleyhinde ve "kamu mallarına zarar vermek” şeklinde gelişir.

İkinci haber ise Bolu cezaevinden geldi. Yasal haklarını talep eden Cihan Yeşil adlı mahkum, 8-10 kişilik bir gardiyan grubunun saldırısına uğrar. Tecrid odasına götürülen Cihan Yeşil`e üç buçuk saat boyunca işkence yapılır. Bunun neticesinde aradan günler geçmesine rağmen Cihan Yeşil`in vücudunun hala yara bere içerisinde olduğu, bilincini büyük oranda kaybettiği, sol kolunda felçlik yaşandığı, böbreklerinin işlevsiz hale geldiği, yürümekte zorlandığı belirtilmektedir. Üstelik olayı telefonla bir yakınına aktardığı için başka bir mahkum da benzer muamelelerle tehdit edilir. Cezaevi idaresinin "adam öldürmeye teşebbüs” suçunun arkasında durması dikkatlerden kaçmazken, savcılık soruşturmasının mahkumun aleyhinde gelişmesi de büyük olasılıklar arasında bulunmaktadır.

Bu olay, aslında daha önce, yani "Ergenekon Efendi” döneminde gözaltında yaşanan tipik bir uygulamanın cezaevleri zeminine taşınarak sürdürüldüğünün göstergesidir.
Evet, Türkiye`de bir takım gelişmeler/değişmeler oldu. Ancak gözaltı merkezlerinden cezaevleri zeminine taşınan uygulama yöntemleri "sıfır tolerans” sloganını sorgulamayı gerektirirken, aktör ve zemin değişimlerinin ne derece gelişme sayılması gerektiğini şu hikaye herhalde daha iyi anlatır:

"Köyün birinde bir mezar soyguncusu varmış. Cenaze gömüldükten bir gün sonra mezara bir gidilirmiş ki, mezar soyulmuş, bütün ziynet eşyaları çalınmış. Köylü bu mezar soyguncusunu bilirmiş bilmesinede bir türlü yakalayamazmış. Gel zaman git zaman bu böyle sürüp giderken mezar soyguncusu ölüm döşeğine düşmüş ve oğlunu çağırarak şöyle seslenmiş:

-Bak oğlum! Ben bugüne kadar sizin rızkınızı mezar soyarak temin ettim. Ancak şimdi ölüp gidiyorum. Arkamdan tüm köylü bayram edecek. Bir kişi bile `Allah rahmet eylesin` demeyecek. `Oh be, öldü de kurtulduk` diyecekler, diye itirafta bulunmuş. Bu olay oğlanın çok gücüne gitmiş. Babasına;

-Baba sana söz veriyorum, herkes arkandan rahmet okuyacak demiş.
Ve derken mezarcı ölmüş. Bütün köylü adeta bayram yapmış. Birkaç gün sonra köyden yine bir cenaze çıkmış. Ama köylünün içi rahat. Cenaze tüm ziynetiyle beraber gömülmüş. Bir gün sonra mezarlığa gidildiğinde, o da ne!
Mezar yine soyulmuş. Ancak bu kez eskisinden farklı olarak cenazenin ortasına koca bir kazık çakılmış. Köylüler bunu görünce;
-Yahu Allah Rahmet eylesin, eskisi de mezar soyardı, ama hiç olmazsa kazık çakmazdı, demişler

İşte böyle! "Ergenekon Efendi” döneminde gözaltı merkezlerinde "Mezar soyuculuğu” revaçtaydı. "Ergenekon Efendi”nin ölümüyle rahat bir nefes alalım derken "Hacı Efendi” herhalde "babasına” rahmet okutmaya and içmiş görünmektedir.

 

Eli Kana Bulaşmayan Kaldı mı ki?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, TBMM`de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Toplantısı`nda Suriye konusuna değinirken şunları söyledi:
"İran Dışişleri Bakanı ile Suriye konusunu konuştum ama anlaşamıyoruz. Anlaşamıyoruz ama diyaloğu kopartmamak, kanalları açık tutmak lazım.
Suriye`de insani sorumluluğu alırız ama siyasi vebal, BM Güvenlik Konseyi`ndedir. Halk kimi seçerse Türkiye`nin dostudur. Avrupa`nın da aynı netlikte konuşması lazım. ‘Şu grup gelirse tehlikeli olur` derseniz bizdeki 28 Şubat, 27 Mayıs`ın önünü açarsınız…
Muhasebe yapma vakti geldi. Siyasi diyalogsa hemen şimdi, ama eli kana bulaşmamış olanlarla. Suriye`de krizin dondurulması en büyük tehlikedir…”
Suriye`deki olayların başlangıcında İran tarafı "diyalog” önerisini gündemde tutarken, Türkiye tarafının önerisi yönetimin devrilmesi idi. Bu da "diyaloga” kapalı olmak anlamına geliyordu.
Ancak olaylar, kriz boyutuna ulaştığında "diyalog yöntemiyle çözüm önerileri daha fazla belirleyici olmaya başlamışken, bu kez de tarafların diyalog dahilindeki şartları zıtlık teşkil etmeye başladı.
Muhaliflerle diyalog şartlarını daha önce açıklayan Beşar Esad, "eli kana bulaşmamış olanlarla diyalog” şartını ortaya sürdü.
Muaz El Hatip`in "diyalog” çağrısı gündeme gelince bu konu etrafında şahıslar, kesimler, taraflarla ilgili yine "kana bulaşmamış temiz el” şartı konuşulmaya başlandı.
Nitekim taraflardan biri olan Türkiye`nin de çıkmaza giren olaylarla ilgili "diyalog” söylemine yanaşması en azından insani kriz boyutuna gelen sorunun çözümüne yönelik olumlu katkılar sağlayacaktır.
Ancak Davutoğlu`nun öne sürdüğü "Siyasi diyalogsa hemen şimdi, ama eli kana bulaşmamış olanlarla” şartı, ister istemez insana şu soruyu sordurtmaktadır:
Suriye sahasına mudahil olup da eli kana bulaşmamış kimse kaldı mı ki?


Tünelleri Kapatmak, Mısır`daki "İç Barışı” Korumanın Şartlarından mıdır?

Mısır askeri kaynaklarından alınan bilgiye göre, kaçakçılığı ve yasadışı girişleri önlemek amacıyla Mısır -Gazze arasındaki yaklaşık 30 tünel suyla doldurularak kapatıldı.


Tünellerden birinde çalışan Filistinli Ebu Muhammed Berhum AA muhabirine yaptığı açıklamada, ``Mısır güvenlik güçleri, birkaç gün önce tünelleri kapatmaya başladı. Refah sınır kapısının doğusunda ve batısında birçok tünel kapatıldı. Kapatılan tünellerden gıda ve inşaat malzemesi geçiyordu`` dedi.


Tünellerin suyla kapatıldığını belirten Berhum şunları söyledi: ``Mısır yönetimi, tünellerin kapatılması için 2 yeni su kuyusu açmaya çalışıyor. Mısır güvenlik güçleri, tünelleri kapatmak için genellikle atık su kullanıyor. Sular, yıkmadığı yerde tünellerin zayıflamasına sebep oluyor bu da her an yıkılma ihtimalini doğuruyor. Refah sınır kapısındaki birçok tünelde yıkılma tehlikesi nedeniyle çalışma durdu.``


Mısır, Hüsnü Mübarek sonrası neden Gazze tünellerini kapatma yoluna gitmektedir? Gazze`nin dünyaya açılan tek kapısı Refah sınır kapısıdır ve o da Mısır`a açılmaktadır. Mursi döneminde Hamas`tan yana pozitif bir değişim olduysa da bu değişimin, yıkıcı ambargonun kaldırılmasına ciddi şekilde yansıdığı söylenemez. Hala Gazze`nin ihtiyaç duyduğu hayati önemdeki bir çok malzeme, tüneller vasıtasıyla sağlanmaya devam ediliyor. Ambargo tam kalkmadan tünelleri kapatmaya çalışmak, söylem düzeyindeki destek ilanına rağmen ambargoya eşlik etmek demek mi oluyor?

Ama yine de Mursi yönetiminin Gazze`ye yürekten bir muhabbet beslediğine inanmakla beraber tünellere yönelmesi ardında ciddi bazı kaygıların olması gerektiğini belirtmek gerekir. Bununla alakalı olarak, Mısır`da yönetime karşı kışkırtılmaların sürüp gittiğini düşünürsek, acaba bu kışkırtmalar, ambargoya bağlılık karşılığında bir şantaj aracına mı dönüştürülüyor?

Ambargoyu devam ettirmeye gönüllü olamayacağına göre, bu durumda yönetim, "maslahat” ilkesini mi gözetiyor? "İslami yönetimin maslahatına” binaen Gazze`ye yönelik bazı kısıtlamalara göz mü yumuluyor?

Eğer &`;maslahat” belirli bir süre için bazı acı gerçeklere katlanmayı gerektiriyorsa ve bu da tolere edilebiliyorsa, ki Mısır için tolere ediliyor, o halde bir çok buhranın faturasının kesildiği ülke olan İran`ın çokça başvurduğu söylenen "maslahat” ilkesi neden yerden yere vuruluyor?

Buradaki fark, "maslahat”ların "hikmetinde” midir? Yoksa aktörlerin mezhepsel aidiyetlerinin farklılığında mıdır?

 

 
Siyonist`in Gözüyle İran – Filistin İlişkisi


Siyonist rejimin son Gazze saldırısı ile işgalciyi şoke eden direnişin savunma kapasitesi üzerine hazırlana bir rapor, Ocak 2013`te yayınlandı.

Siyonist rejim istihbarat merkezlerinden THE MEIR AMİT INTELLIGENCE AND TERRORISM INFORMATION CENTRE tarafından "İran`ın Filistinli Terör Örgütlerine Sağladığı Destek” başlığı ile yayınlanan rapor, özet halinde Velfecr haber sitesinde yer aldı. Direnişin silah kapasitesinin, bunda İran`ın etkisinin irdelendiği raporda ayrıca İran`a bağlı unsurların Gazze`ye yaptıkları silah sevkiyatının yanı sıra, İran ile Filistinli gruplar arasındaki ilişkiler de önemli yer tutmuş.

Söz konusu rapor, özet haliyle şöyle:

1. Hamas`ın ve Filistin İslami Cihad hareketinin askeri kapasitesi "Bulut Sütunu” operasyonunda ortaya çıktı. Bu örgütlerin sahip olduğu geniş çaplı askeri yetenekler, tamamıyla İran`ın bu örgütlere sağladığı destekler neticesinde üretilen binlerce roketlik cephaneliğin etkisi ile oluşmuştur.

2. İran`ın Hamas`a ve İslami Cihad`a yıllardır sürdürdüğü yardımlar, Gazze Şeridi`ne ulaştırılmak üzere hava ve deniz yolu üzerinden Mısır`a gelerek buradan kaçakçılar ve tüccarlar tarafından içeri sokuluyordu. Bu kaçakçılığın ana rotası İran`dan Sudan`a, Sudan`dan Mısır`a ve buradan da Hamas kontrolündeki tüneller vasıtasıyla illegal bir biçimde Gazze Şeridi şeklinde idi. Diğer yandan deniz yolu da kullanılıyordu. 15 Mart 2011 yılında ele geçirilen Vitoria isimli yük gemisi bunun en bariz örneğiydi. Bu gemi, Mısır üzerinden Gazze`ye gitmek üzere silah ile yüklü olan bir gemi idi. Eğer bu gemi Gazze`ye ulaşmış olsaydı Filistin`deki örgütlerin askeri kapasitelerine çok ciddi katkısı olacaktı. Gemide bulunan silahlar arasında C704 tipi gemi savar füzeler vardı ki; bu füzeler askeri ve sivil gemilerin yanı sıra İsrail`in güneyindeki Aşdod ve Aşkelon şehirlerindeki stratejik noktaları da vurabilecek potansiyele sahip idi.

3. Bulut Sütunu Operasyonu`na kadar olan süreçte İran ve onun desteklediği örgütler siyasi kaygılardan ve güvenlik endişelerinden ötürü İran`ın desteğini ve Gazze Şeridi`ndeki çabalarını gizli tutuyorlardı. İran`ın Filistinli örgütlere yönelik sağladığı askeri desteğin en bariz göstergesi Sudan`daki silah fabrikasıydı ki; burası Ekim 2012 tarihinde zaten bombalandı. Medyada çıkan haberlerde burada üretilen silahların İran yapımı olduğu ve Gazze`deki örgütlere gönderilmek üzere üretildiği yazılmıştı.

4. Bulut Sütunu Operasyonu`nun sonuna doğru İran, Gazze`deki örgütlere verdiği desteği tamamen açıklamaya karar verdi. Bunun iki sebebi vardı: Birincisi Mısır, Türkiye ve Katar`ın bu operasyonda Hamas`a arka çıkması ve bunun üzerinden siyasi propaganda yapmaya başlaması; ikincisi ise İran`ın Gazze`ye yaptığı askeri yardımlar üzerinden üstlendiği rolün gölgede kalmaya başlamasıydı.

5. İran, yaptığı yardımları açıklayarak Mısır, Türkiye ve Katar`ın oluşturduğu siyasi havanın önüne geçmek istedi. Özellikle Bulut Operasyonu`nun bitmesi hususunda Mısır`ın üstlendiği rol, İran`ın "direniş ekseni” dediği şeyde oluşacak bir çatlağın habercisiydi. Bu hareketle Mısır öncülüğündeki Müslüman eksen daha güçlü hale gelebilecekti.

6. Neticede İslami Cihad ve Hizbullah Gazze`ye sağladığı destekten dolayı İran`a teşekkürlerini bildirmeye başladılar ve İran`dan övgüyle bahsetmeye başladılar. Bu kampanyaya Hamas sözcüsü de dahil oldu ve bir yandan İran`a teşekkür ederken bir yandan da Hamas`ın bağımsız bir örgüt olduğunu ve İran ile herhangi bir bağlarının olmadığını beyan etti.

7. İran`ın en özel ve elit askeri birliği olan İslam Devrimi Muhafızları Kudüs Gücü birliği, İslam Devrimi`nin ilhamını diğer bölgelere taşımakla görevli olan birliktir. Diğer birliklerin haricinde Kudüs Gücü birliğinin "direniş ekseni” denilen eksene ait olan grupları askeri ve siyasi açıdan eğitme görevi bulunuyor. Görevlerinden bir tanesi de Gazze`deki Filistinli örgütlere sağlanan askeri desteğin sorunsuz bir şekilde bölgeye ulaşmasını sağlamaktır. Bu hedef doğrultusunda profesyonel tekniklerle Gazze`ye silah sızdırmakta, bölgedeki militanları eğitmekte, silah üretimi noktasında teknik bilgiler vermekte ve maddi destek sağlamaktadır.

8. Gazze`deki örgütlere ulaştırılan yardımlardan sorumlu olan iki önemli ve üst rütbeli isim var:

a) Kudüs Gücü birliğinin komutanı Kasım Süleymani, Filistin`e İran`ın üst mercilerinden destek sağlanmasından sorumlu olan kişi.

b) Birliğin komutan yardımcısı İsmail Kaani ise daha çok Filistinli örgütlere sağlanan askeri destekten sorumlu olan isim.


9. İki yıl önce başlayan Orta Doğu ayaklanması, Hamas ile İran arasında ciddi bir siyasi ayrışmaya sebebiyet verdi. Bu durum, Hamas ile (İran`ın stratejik müttefiki olan) Suriye arasındaki ilişkinin bozulması ile ortaya çıktı ve Hamas Mısır`a doğru eğilim göstermeye başladı. Bunun yanında Katar, Hamas`a çok ciddi maddi yardımlarda bulunuyor ve Türkiye siyasi propaganda desteği sağlıyordu. Özellikle Bulut Operasyonu sürecinde bu destekler maksimum seviyede kendini hissettirdi. Tüm bunlara rağmen, Hamas halen daha İran`dan çok ciddi askeri yardımlar alıyor. Bu durum, Bulut Operasyonu neticesinde zarar gören Gazze`deki askeri altyapının yeniden inşa edilmesi açısından zaruri bir durum. Diğer taraftan İran kendi çıkarları üzerinden, Filistin`in roket altyapısını güçlendirmek ve Hamas`ı "direniş cephesi”nin bir üyesi olarak tutmak istiyor.

10. Dolayısıyla İran ve Hamas arasında siyasi bir ayrışma olmasına rağmen İran`ın Hamas`a sağladığı askeri desteğe devam etmesi, her ikisinin çıkarları açısından da kesişiyor. Filistin İslami Cihad hareketi lideri Ramazan Şallah, yaptığı konuşmalarından bir tanesinde İran`ın Mısır üzerinden Gazze`ye gönderdiği silahların bölgeye gelmeye devam edeceğini açıkladı. Yine Lübnan gazetelerinden birinde, Hasan Nasrallah`ın Hizbullah yetkilileri ile yaptığı bir görüşmede İran`ın geçmişte olduğu gibi bundan sonra da Hamas`a "yüksek kalitede ve çok sayıda silah” göndermeye devam edeceğini söylediği yazıldı.

11. İran`ın Bulut Operasyonu sebebiyle hasar gören Hamas ve İslami Cihad`ın askeri altyapısını imar etmek için desteğe devam ettiğine ve edeceğine dair bulgularımız var. Özellikle Gazze`ye girecek olan orta menzilli füzelere dikkat etmek gerekir ki bu füzelerin Gazze`ye ulaşması demek, İsrail`in kuzeyden (Hizbullah) ve güneyden (Hamas ve İslami Cihad tarafından) gelecek roket yağmuru tehlikesi altına girmesi demek. Mısır ile aramızdaki gerginliğin artması pahasına dahi olsa bu durum engellenmelidir. Çünkü Mısır, Bulut Sütunu Operasyonu`nun neticesinde varılan anlaşmayı bozarak İran`dan gelen silahların tüneller vasıtasıyla Gazze`ye geçişine müsaade ediyor.”

 

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir