• DOLAR 32.43
  • EURO 35.1
  • ALTIN 2324.71
  • ...
Ölüm meleğinin sırrı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğruhaber - İhsan Güzeler

Ölüm Meleğine gelen İlahi emir, onu harekete geçirdi. Emri yerine getirme arzusu ile var gücüyle yola koyuldu. Bir kadının ruhunu kabz edecekti.
İçinde çok sayıda insanın da bulunduğu bir yük gemisi batmış, gemiden sadece bir kadın ve henüz kundakta olan küçük bebeği kurtulmuştu..
Ölüm Meleği olay yerine vardığında, kadını kucağında henüz bir kaç aylık bebeği ile bir kütüğe sarılmış halde buldu.. Azgın dalgalar kadın ve bebeğini bir o yana bir bu yana savurup duruyor, gah suyun dibine gah üstüne batırıp çıkarıyordu. Çaressizlik içinde kıvranan kadın, bir eli ile çocuğuna sımsıkı sarılmış onu yanında tutmak için çabalarken diğer eli ile kütüğü tutunmuş hayatta kalma mücadelesi vermekteydi.. Yorgunluktan ve boğazına kaçan tuzlu suyun etkisinden bitap düşmüş, gücü tükenmişti. Korku içinde kendisine uzanacak bir yardım eli bekliyor arada "imdat" diyerek yardım istiyordu.
Bebek ise durmadan ağlıyor, ağladıkça ağzına dolan tuzlu sulardan içip içip kusuyordu.. Zoraki nefes alan minik bebek, ölüp ölüp diriliyordu. Zavallı bebeğin rengi morarıp benzi atmıştı.. Durum tam anlamı ile dehşet verici ve vahimdi. Allah'ın dışında seslerini duyup hallerini gören yoktu. Ve Allah, Ölüm Meleğini tam da bu kadının ruhunu teslim alması için oraya göndermişti. Kadının ruhu alınacak bebek ise koca denizin içinde dev dalgalarla tek başına bırakılacaktı.
Ölüm Meleği usulca aşağı inip yanlarına sokuldu. Bir gözü bebekte bir gözü ruhunu kabz edeceği kadındaydı. Kadının bedeninden ruhunu çekeceği sırada bebek ile göz göze geldi. Bebeğin gözleri tuzlu suyun etkisi ile kan çanağına dönmüştü. Bebek onu görür görmez tebessüm ederek güldü. Bir eli ile annesinin sinesini tokatlarken diğer elini ise Ölüm Meleğine uzattı. Minik parmakları ile meleğin kanadındaki bir tüycüğe tutundu. Küçük gülüşü koca bir kahkahaya dönüştü..
Oğlunun sesini duyan anne, heyecan ile oğlunun bakmakta olduğu tarafa yöneldi. Gözü bir kurtarıcı bulma telaşı ile çevreyi taradı. Bir şey görme ümidi ile uzun uzun bakındı. Fakat heyhat ki tek gördüğü şey onu boğup öldürmek isteyen azgın su ve hırçın dalgalar idi. Umudu tükenen gözler yorgunca bebeğe döndü. Anne usulca yavrusunun ıslak yanağından öptü ..Kısık ama merhamet dolu bir ses ile; "zavallı yavrum" dedi.
Bu söz ağzından çıkan son söz oldu.. Son defa yanağını bebeğinin yanağına sürüp son defa elini ıslak tenine değdirdi. Evladının kokusunu alma çabası deniz kokusunun galebesine yenik düştü. Bebeğin sırtındaki eli ağır ağır kayarak küçük ayak topuklarından kopup boşluğa düştü. Karanlık suların dibine doğru sürüklenirken başı yukarıda, gözleri açık, elleri ise bomboştu. Gözlerinden akan son göz yaşı okyanus suyuna karışıp belki de bebeğinin ciğerlerine kaçtı. Gözünde bulanıklaşan evladının cismi önce bir karartıya ardından ise zifiri bir karanlığa dönüştü.
Meleğin yumuşak tüyleri ile oynayan küçük bebek başını çevirip annesine döndü.. Annesi yoktu...Avucunda tuttuğu şeyin annesinin eli olduğunu sanıyordu ama tuttuğu şey kütüğün bir parçası idi.. Etrafına bakıp annesini aradı ..Göremedi ..Geri dönüp az önce kanadını tuttuğu Meleğe, annesini soracaktı ki onu da göremedi. İç çekti ilkin. Ardından küçük pembe dudaklarını büzüp sevimli yüzünü buruşturdu.. Rengi morarıncaya kadar uzunca soludu...Ve bir volkan gibi patladı.. Ağlama sesi dünyayı terk etmekte olan Ölüm Meleğine ve yanında götürdüğü ruha bile ulaştı..
Ruh irkildi Melek ise sükut etti.
İlahi hikmetten şek ve şüphe duymayan Ölüm Meleği bu duruma içerlemedi. Belki çocuğa acıdı belki vicdanı sarsıldı ama emri yerine getirme hususunda miskali zerre tereddüt yaşamadı. Yanına aldığı emaneti sahibinin huzuruna çıkarmak üzere yoluna devam etti..
..............
Denizin açıklarında, teknesinin üstünde yaşı geçkin, kır saçlı, saçlarına nispeten beyazlığı fazla olan ak sakallı, avurtları çökmüş, zayıf ve her halinden bakımsız olduğu anlaşılan balıkçı, sabırla oltasına düşecek balığı beklemekteydi. Bugün,son zamanlarda olduğu gibi saatlerdir beklediği halde tek bir balık tutamamış nasibine henüz bir şey düşmemişti.. Balık doldurmak için getirdiği sepeti yanı başında bomboş durmaktaydı. Uzun süredir suda bekleyen söğüt dalından yaptığı oltasını ağır hareketlerle yukarı çekerek ucuna yem takıp tekrar suya fırlattı. Oltayı tekneye sabitleyerek ayağa kalktı. Dengesini korumaya özen göstererek kendi etrafında daire çizercesine dönüp çevresine bakındı. Bir kaç mil ötede yaşadığı kasabayı ve kasabanın biraz dışında kavak ağaçlarının gölgesinde, üflesen yerle bir olacakmış gibi duran derme çatma kulübesini gördü. Beyaz atı kulübenin önünde küçük adımlarla gezinip otlanmaktaydı. Yaşlı balıkçının yüzü güldü. Kaç gündür rahatsız olan ve hiçbir şey yemeyen atı onu üzmüş adeta kedere boğmuştu. Ama neyse ki bugün kendine gelmiş, uzun süreli açlığın verdiği duyguları bastırmak için iştahla bahçedeki taze yeşil otları yemekteydi. Balıkçı yönünü denize çevirip uzun uzun bakındı. Aklına gelen kötü bir hatıra ile yüzündeki mutluluk suya düştü. Başını esefle sallayarak denize sitemkarca baktı.. Bakışları o kötü anı yaşarcasına tepki verdi.. Küçük bir damla göz yaşı yanağından süzülüp sakalının arasında kayboldu. Eli ile sakalını kaşıyıp gözlerini sildi.. Kısa süre sonra eski yerine oturup oltasını eline aldı.. Olta yine boştu.. Oltanın ucuna tekrar yem takarak var gücü ile uzağa fırlattı. Suyun içine düşen oltanın sesi her zaman ki gibi ruhunu okşadı.. Sabırla beklemeyi sürdürdü." Daha güneşin batmasına çok zaman var ve bugün eli boş dönmemeliyim" diye düşündü. Oltayı geri çekip ucuna yem takması ve suya fırlatması defalarca tekrar etti. Fakat sepet olabildiğince boş durmaya devam ediyordu. Artık zamanı tükenmişti. Güneş kızıla boyanmış batmak için fırsat kolluyordu. Son bir umutla çektiği oltasının boş oluşuna üzülerek kayığını harekete geçirdi. Ağır ağır kürek çekerek evin yolunu tuttu.
Eve vardığında bir süre atı ile zaman geçirerek onu tımar etti. Havanın kararması ile atını her zaman ki yerine bağladı.. şefkat ve merhamet dolu bir ifade ile ‘sana bir şey olursa ben ne yaparım’ dedi.. At başını sahibine sürterek onu teskin etti.. Yaşlı balıkçı atını yanağından öpüp vedalaştı ve kulübenin içine girdi..
Sabahın ilk ışıkları ile uyanan balıkçı günlük rutin işlerini bitirip kayığı ile denize açıldı.
Öğlene doğru kasaba halkı Krala bağlı askerlerin isteği üzerine meydana toplanmıştı. Bugün ayda bir gerçekleşen rutin bir vergi ödeme günüydü. Süvari birliği, komutanlarının arkasında saf tutmuş, komutanları ise tek sıra halinde bekleyen köylüleri elinde tuttuğu listeye göre yanına çağırıp vergi tahsili yapmaktaydı. Üstleri başları per perişan olan zavallı köylüler yanlarında getirdikleri en değerli mallarını gönülsüzce bırakıp uzaklaşıyor Kral ve sisteme beddua ediyorlardı. Komutan listeyi gözden geçirip’ balıkçı’ diye seslendi.. Köylülerden biri korku dolu bir ifade ile;
-Denize gitti ... şu an denizde balık avlıyor.. dedi eli ile denizi işaret ederek.
Komutan arkasında duran askerlere hitaben;
-Gidip getirin onu ..diye emir verdi.
Emri duyan askerlerden üçü atlarını denize doğru koşturdu.
Yaşlı balıkçı kıyıda kendisine doğru bağırıp çağıran üç atlıyı fark ederek kayığın küreklerine sarıldı.
Az sonra üç atlı, yanlarında koşmaktan bitap düşmüş Yaşlı balıkçı ile komutanın huzuruna vardı..
Çatık kaşlı sert bakışlı komutan öfke dolu bir sesle ;
-Bu günün vergi ödeme günü olduğunu bilmiyor musun? neden burada değildin?
Yaşlı balıkçı nefes nefese kalmıştı. Derin bir soluk alarak;
- size verebileceğim bir şeyim olmadığı için gelmedim.
Bu söz komutanın öfkesini artırdı. Sesini yükselterek
-Ne demek verebileceğim bir şey yok. Son üç aydır bu bahane ile vergi vermekten kaçıyorsun. Bunun büyük bir suç olduğunu bilmiyor musun? Diyerek azarlarcasına sordu..
Yaşlı balıkçı çaresizce yanıtladı.
-Biliyorum ama elimde ne var ne yok size verdim.. Elimde başka bir şey kalmadı..
Komutan askerlere dönerek;
-Gidip evini arayın ne bulursanız alıp gelin ..diye emir verdi.
"Emredersin" diyen üç asker atlarını koşar adım balıkçının evine doğru sürdü. Yaşlı balıkçı askerlere eşlik etmek için davranmıştı ki komutanın "sen burada kal "ihtarı ile olduğu yerde kaldı. İç sesi "merak etme elleri boş dönecekler evde alabilecekleri bir şey yok "diyor onu sakin olmaya davet ediyordu. Çaresizce beklemeye başladı.
Bir süre sonra üç atlı yanlarında balıkçının beyaz atı ,zafer kazanmış bir eda ile geri geldi..
Yaşlı balıkçının göğsü daralıp nutku tutuldu.." hayır "dedi kendisinin duyabileceği bir ses ile "onu benden alamazsınız"
Komutan yerinden kalkıp ileri doğru yürüdü. Memnuniyeti yüzüne vurmuş sinsice sırıtıyordu.
-Birde verecek bir şeyim yok diyorsun dedi balıkçıyı suçlayarak..
-Çok değerli bir malın varmış.. diyerek alay edercesine ekledi.
Yaşlı balıkçı titrek bir ses tonu ile:
-Lütfen onu benden almayın, o benim her şeyim. diyerek yalvarmaya başladı..
Komutan atı gözleri ile süzüp eli ile okşuyor Yaşlı balıkçıyı duymuyordu.. Belki de hayatın da ilk defa bu kadar güzel bir at görüyordu. Kralın bu atı görünce ne kadar sevineceğini düşünüyor duyacağı iltifat ve tebrikleri hayal ediyordu..
Yaşlı balıkçı Komutanın ayaklarına sarılarak;
-Lütfen onu benden almayın….İsterseniz size kayığımı hatta evimi bile veririm, ama onu almayın.. dedi yalvarırcasına
Komutan kahredercesine gülerek..
-Siz ve sahip olduğunuz her şey Kralımızın malı.. Kralımız istediği an istediği şeye el koyar ..anladınız mı? dedi köylülere bakarak.
Köylülerden tek ses çıkmadı. Kafalarını önlerine eğip çaresizce dinliyorlardı...
Komutan sesini yükselterek devam etti.
-O hem sizin Kralınız hem de Tanrınız. O'na verdiğiniz şeyler sizi fakir yapmaz aksine sizi değerli kılar..
Yaşlı balıkçı kısık bir ses tonu ile;
-Tanrı bağışlayıcı olur, zulmedici değil dedi..
Komutan şaşkın bir ifade ile ;
-Ne dedin? Kralımıza zalim mi demek istedin…eğer bunu kastettiysen kelleni alırım ihtiyar diye tehdit savurdu..
Yaşlı balıkçı ölümü göze alamadı.. sözünü değiştirip;
-Bu at Kralımıza layık değil, lütfen bana geri verin dedi.
Komutan, Yaşlı balıkçıyı omuzlarından tutup hiddetle iteleyerek askerlere hitaben;
-Alın şunu ayağımın altından.. diye emir verdi ve hemen ekledi..
-Toparlanın gidiyoruz..
Emri duyan askerlerden ikisi balıkçıyı yaka paça uzaklaştırırken diğerleri dönüş için hazırlıklara başladı.. Köylülerden aldıkları envai çeşit eşyaları atlı arabalara yükleyerek Kral için seçtikleri iki kızı atlara bindirdi. Kızlar hıçkırarak ağlıyor çaresizce anne babalarına bakıyorlardı.. Anne babaları da ağlıyor lakin Kral ve askerlerine itiraz etmenin acı sonunu çok iyi bildikleri için ses çıkaramıyorlardı..
Hazırlıkların bitmesi ile harekete geçen askerler, yükselen feryat ve figanlara aldırış etmeden yola koyuldu. zavallı köylülerin birbirilerini teskin etmekten başka yapabileceği bir şeyleri yoktu.
Yaşlı balıkçı bir heykel gibi orta yerde durmuş gidenlerin arkasından bakmaktaydı.. yumruğunu sıkmış dişlerini birbirine kenetlemişti. askerler gözden kayboluncaya kadar öylece durdu...kendisini boş sözleri ile avutmaya çalışan köylülerine tek söz etmeden evinin yolunu tuttu..
O gece Yaşlı balıkçı için hüzün ve acılarla dolu bir gece oldu. Gözüne uyku girmedi.. sadece düşünüyor düşündükçe daralıp bunalıyordu.. Kralın zulmü canına tak etmişti..Neyi var neyi yok elinden alınmış en son dünyada sahibi olduğu tek canlıdan da koparılmıştı. Her şeye dayanmıştı ama buna dayanabilir miydi kendisi de bilmiyordu..’ Birinin buna dur demesi bunları cezalandırması gerekir’ dedi hırsla....ama gel gör ki herkesin beklentisi kendisi değil, başka birisiydi. Kimse cesaret edip bu gidişe dur diyemiyordu…Düşündü düşündü düşündü.. Gecenin sonuna doğru aldığı karar onu bile ürküttü.. Kralı öldürecekti..

Halk sefalet ve açlık ile boğuşurken, Kral büyük bir servet harcayarak, inşa ettiği sarayında zevk ve sefa sürmekteydi. Yüzlerce cariye ve binlerce hizmetçisi ile bin bir gece masalarındaki gibi bir hayat sürmekteydi.. Yiyip içtiğinin haddi hesabı olmaz, sahip olduğu servetin miktarı bilinmezdi...Halkın sorun ve sıkıntılarını kulak asmaz en küçük bir şikayette bulunup sesini duyuranı ise gün batmadan darağacında sallandırırdı.. Adalet iki dudağının arasında tecrit olmuş bir mahkum hak ise taşa dönüp yosun bağlamış olan vicdanının ta kendisiydi.
Ocağı tütmeyen memleketin insanlarının yüzü gülmez olmuştu. Kimse halinden memnun değildi. Tüm halk sıkıntılar ile boğuşup hayatta kalma mücadelesi vermekteydi. Ve hatta bir zamanlar neşe ile şarkılar söyleyen kuşlar bile bu memleketten göçüp uzaklaşmıştı...
Geceyi köylerden toplatılmış masum genç kızlarla her türlü iğrençliği yaparak geçiren Kral öğlene doğru uyandı. onlarca çeşit yiyecek ile donatılmış sofrada kahvaltı yaparak, vezirini huzuruna çağırttı. Vezire, şehrin içinde gezmek istediğini bunun için gerekli hazırlıkların yapılması emrini verdi.. Kısa sürede sarayın her tarafında duyulan bu haber telaş ve koşuşturmaya sebep oldu.. Sarayın içindeki hizmetçiler kralın elbiselerini sergileyip beğenisine sunmak için çaba sarf ederken sarayın dışındaki çalışanlar ise kralın binebileceği atları eyerleyip hazırlamakla meşguldü. Saray muhafızları da boş durmuyor seyahat için gerekli hazırlıkları yapıp prosedüre uygun tedbirleri planlıyorlardı.
Kralın elbise seçimi ve kişisel hazırlığı uzun sürdü. Hazır kıta bekleyen muhafızların beklemekten ayakları şişmiş dizlerinde derman kalmamıştı. Süslenen atlar bile huysuzlanmış kendilerini tutmaya çalışan adamlara zorluk çıkarmaktaydı.
Uyarı borazanının sesi ile sarayın bahçesindeki tüm insanlar ve muhafızlar rüku vaziyeti alıp Kralın saraydan çıkmasını bekledi.. Kısa bir bekleyişten sonra Kral üzerinde rengarenk elbiseleri, başında altın tacı, elinde mücevher topuzlu altın asası ile kapıda görünüverdi. Kendisine eşlik eden ay yüzlü cariyelerini orada bırakıp sarayın sağ tarafında hazırda bekletilen atlara doğru yürüdü. İlk defa gördüğü beyaz attı işaret ederek yanına istetti. Atı dikkatle inceleyip yelelerini okşadı. Gözlerini attan ayırmadan seyise sordu;
-Bu at yeni mi?
Seyis başı önde gözleri yerde cevap verdi.
-Evet sayın Kralım, dün getirildi..
-Yabani değil dimi?
-Hayır efendim çok uslu ve akıllı bir at..
-Buna bineceğim..
Kralın bu sözü ile seyis atın önüne çömelerek Kralın sırtına basarak ata binmesini bekledi.. Kralın ata binmesi ile Muhafız birliğinin komutanı komut verdi. Komutu alan muhafızlar doğrulup tek sıra halinde yürüyüşe geçti.. Yüzlerce asker ve onlarca koruma eşliğinde sarayın bahçesinden çıkıldı.. Kral dik bir duruş kibir dolu bakışlarla etrafını seyrediyordu. Elbiseleri yırtık, açlıktan bir deri bir kemiğe dönmüş halkın hali umurunda değildi. Hatta bazı insanların hali, tiksinip yüzünü buruşturmasına sebep oluyordu.
Şehrin pazarının kurulduğu alana geldiklerinde bütün esnaf ve alışverişe gelen halk işlerini bırakıp Kralın önünde rüku halinde eğildi. Gürültü ve bağrışmaların merkezi olan Pazar, bir anda sükuta büründü. Yavaş adımlarla ilerleyen atın üstündeki Kral, kibirli ve yapmacık bir tebessüm ile etrafı seyrediyordu. Yaşlı genç, kadın erkek, çoluk çocuk hatta kundaktaki bebeler bile önünde eğilmiş ona hürmet ile tazimde bulunuyordu.
Yaşlı balıkçı sabahın ilk ışıklarıyla kayığı ile takas yaptığı ata binmiş Kralın bulunduğu şehre gelmişti. Kralın bugün halkın içine karışacağını duyunca sevinmiş ‘gün bu gün’ diyerek planını hazırlamıştı. Kralın yanına yaklaşmanın imkansız olduğunu bildiği için onu uzaktan bir atış yaparak öldürmeyi tasarlamıştı. Fakat ikinci bir şansı olmayacağı için çok dikkatli olmalıydı. Planını uygulamak için takipte bulunmuş nihayetinde pazarın içine girip bir köşede mevzilenmişti. İşte Kral karşısında ve kendisinden zorla alınan atının üstündeydi. Herkesin eğilmesi ile önü açılmış aradığı fırsat ayağına gelmişti. Elini usulca beline götürüp hançeri çıkardı. Hançeri sivri ucundan tutup heyecanla uygun anı beklemeye başladı. Kralı önden veya arkadan vurmanın yandan vurmaktan daha kolay olacağını bildiği için sabırla bekledi. Kısa bir süre sonra Kral yönünü ona doğru çevirip onunla göz göze geldi. İlkin afalladı, neredeyse arkasında tuttuğu hançeri elinden düşürecekti. Nefesi hızlanıp kalp atışları şiddetlendi,
Çevresini süzen Kralın bakışları Yaşlı adama takıldı. Yaşlı adam ona tanzimde bulunmamış aksine nefret dolu gözlerle ona bakmaktaydı. Tam ağzını açıp ’muhafızlar’ diye seslenecekti ki üstüne bindiği at şaha kalktı. Var gücü ile atın yularından tutup yere düşmemek için çabaladı. Yere düşmedi fakat gözünü yaşlı adama çevirdiğinde ‘keşke düşseydim’ diye iç çekti.
At sahibini görünce kişneyip şaha kalkmış yine sahibinin işareti ile sakinleşmişti.
Yaşlı balıkçı, Kralın kendini atın üstünde toparlamasını fırsat bilerek var gücü ile hançeri fırlattı. Hançer döne döne hedefine doğru hızla ilerlemekteydi..
Kral kendisine doğru fırlatılan hançeri görmüş korkunun etkisi ile taş gibi hareketsiz kalmıştı..
O esnada Orta yaşlı, kır saçlı, ciddi yüzlü, sert bakışlı, dik duruşlu, köylüler gibi giyinmiş bir adam Kralın hemen önünde belirdi..
Kral hançeri bekliyor ama hançer bir türlü kendisine yetişip canına saplanmıyordu.. Şaşkınlığı atının boynunu tutan yabancı adamın sesi ile doruğa ulaştı..
-Bana bak ey zelil.. gözlerini bana çevir.
Kral gözünü havada asılı kalan hançerden ayırarak adama çevirdi...Önce ne diyeceğini bilemedi hemen ardından;
‘Muhafızlar’ diye bağırdı, ardından ’şu adamı yakalayın’ diye emir verdi
Emredersiniz diyen olmadı.. Hatta kimse kılını bile kıpırdatmadı.. Siniri artıp hiddeti yükseldi..
‘Muhafızlar size sesleniyorum beni duymuyor musunuz’ diye sordu ve bağırarak.’ And olsun bu akşam hepinizi darağacında sallandıracağım.’ dedi.
Yine cevap veren olmadı. Elinde tuttuğu asayı en yakınındaki muhafıza doğru hiddetle savurdu...Fakat asa hedefe ulaşamadan güçlü bir el tarafından havada yakalandı.. Atının başını tutan adam asayı havada yakalamış muhafıza değmesine engel olmuştu.
‘Bu ne cüret ‘diye bağıran Kral var gücü ile asayı adamın elinden geri çekerek..’ canına mı susadın’ diyerek gürledi..
Adam gayet rahat ve sakin bir eda ile Kralın atının yelesinden tutup gözünü Kralın gözlerine dikti.. Kralın gözleri kendisine yabancı gelmemişti. Bu gözleri daha önce görmüş gibiydi ama nerede.. Aklından geçen bu soru ve düşünceleri bir kenara bırakarak tane tane konuşmaya başladı..
‘Sakin ol!...bizi kimse duyup göremez, senin saatin geldi ve sen artık benimsin’
Bu sözler ve bu rahat davranışlar Kralı önce şaşırtıp sonra korkuttu. Dili tutuldu. Kelimeler hançer gibi boğazına saplandı. Kısık ve titrek bir ses ile’ sen kimsin?’ diyebildi.
Adam ‘Ben ölüm meleğiyim’ dedi gözlerini kırpmadan..
Kralın rengi uçtu göğsü daraldı midesi bulanmaya başladı.. Elinde tuttuğu asa yere düşüp ölüm meleğinin ayaklarının önüne doğru yuvarlandı.. Ölüm meleği, asayı ayağı ile durdurarak hafif bir hareket ile az öteye itti.
Kral korku dolu bir ifade ile ‘lütfen’....’lütfen bana mühlet ver, yapmam gereken bitirmem gereken işlerim var lütfen’ diyerek yalvarmaya başladı..
Ölüm Meleği istifini bozmadan konuştu.;’ sana verilen süre bitti. Ne kadar yalvarırsan yalvar zamanın doldu’…...’sen’ dedi ölüm meleği sesini yükselterek.’ Allah ın seni zengin kılması ve seni makam sahibi yapması ile şımarıp ilahlık tasladın öyle mi?’...Halen rüku halinde bulunan insanları eli ile işaret ederek ’insanları kendine tazim de bulunduruyor sizin Rabbiniz benim diyordun öyle mi’....‘Öyle ise şimdi benim gerçekte kim olduğumu görecek ve beni tanıyacaksın’
Ölüm Meleği, Kralın dehşetle yuvalarından fırlayacakmış gibi açılan gözlerinin önünde şekil değiştirdi.İnsan sıfatı gitmiş yerine katrandan bile daha kara, kocaman vücutlu, gözlerinin içinde şimşeklerin çaktığı bir cisim gelmişti.. Ölüm meleğinin bir elinde çengelli zincirler öbür elinde ise keskin dişli demir bir tarak vardı..
‘İşte’ dedi Ölüm Meleği ‘Sen ve senin gibiler beni bu şeklim ile görür.’ ve gürleyerek ekledi.’ Ve bundan sonra sana asla şefkat ve merhamet ile muamele edilmeyecektir.
Kral korkudan zangır zangır titremekte kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi atmaktaydı..Kekeleyerek;’lü lü lü lütfen ben ben ben ço çok piş piş piş pişma pişm pişmanım’ diyebildi.
Ölüm meleği elindeki kancalı zinciri hiddetle yere vurarak’ bana pişmanlığından söz edip mühlet isteme demedim mi sana.. sen sana verilen müddeti gaflet ve delalet içinde geçirdin, şimdi atın üzerinden yere in..çabuuuk’ diye haykırdı..
Kral attan inmek isterken bir çuval gibi yere yığıldı. Altın tacı kafasından düşüp rüku halinde bekleyen insanların ayağının önüne kadar yuvarlandı...Kral yüzünü toprağa gömdü. Kollarını kendini korumak istercesine başına dolayıp bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamaya başladı. ‘ölmek istemiyorum..’ diye sayıklıyor durmadan ağlıyordu..
Ölüm meleği keskin pençeleri ile ensesinden kavradığı Kralı hiddetle ayağa kaldırdı. Çenesinin altına yerleştirdiği demir tarak ile başını yerden kaldırıp yüzünü yüzüne yaklaştırdı.’ Seni bu denli Allah a karşı cüretkar eden ne idi? diye sordu ve ekledi. ’Bu kadar aciz iken nasıl olur da kainatın ve henüz isimlerini bile bilemediğin bütün mevcudatın hakimi ve tek sahibi olan Allah a karşı gelip ona isyan edersin. Sen kimsin ki yaratılışına bakmaksızın yüce Allah ı kendine düşman edinirsin. Nasıl ve hangi güç ile ilahlık taslarsın…
Ölüm meleği, Kralın boynunu hançerin hedefine oturtarak;
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun’ dedi.
Zaman akmaya başladığında, Kral boynuna saplanan hançer darbesi ile kanlar içinde kalmış son nefesini vermekteydi. Muhafızlardan bir kısmı Kralın etrafını sararken bir kısmı Yaşlı balıkçıya saldırdı. Zavallı adam keskin kılıç darbeleri ile vahşice öldürüldü.
Olay yerine çağırılan hekim kısa sürede yanında yardımcıları ile Kralın başucuna geldi. Bütün müdahalelere rağmen Kralı hayata tutunduramadı. Kral ölmüştü.
Rivayet olunan bir hadiste ;
Cenabı Hak, Azrail Aleyhisselam'a;

"Ya Azrail!.
Bir kimsenin ruhunu alırken hiç üzüldüğün oldu mu?
diye sordu. O:

Ya Rabbi her şey Sana malûm...
Yalnız bir kulunun ruhunu alırken çok üzüldüm.
O da bir gemi dalgalar arasında parçalanıp batmıştı.
Fakat o gemide kundakta bir bebek vardı.
Anasının ölümü emrolunmuştu.
Bebeğin annesinin ruhunu alırken çok üzüldüm.
Sonra o bebek bir tahta parçasının üzerinde karaya çıkarak kurtuldu ve öksüz kaldı, dedi.

Bu sefer Hak Teâlâ:
"Sevinerek ruhunu aldığın bir kimse hatırlıyor musun?
diye sual ettiğinde Azrail (Aleyhisselam):

Evet Ya Rab! Zalim bir hükümdar vardı.
Halk ondan bizar kalmıştı.
İşte o zalim sultanın ruhunu kabzederken de sevindim, dedi.
Allah (Celle Celaluhu):

"O zalim padişahın kim olduğunu hatırlıyor musun?"

Azrail Aleyhisselam:

‘’Hayır hatırlamıyorum Ya Rab!..’’
deyince Cenabı Hak şöyle buyurdu:

"Hani o anasının canını üzülerek aldığın bebek var ya, işte odur o zalim padişah!

Bu haberler de ilginizi çekebilir