• DOLAR 32.373
  • EURO 35.073
  • ALTIN 2325.319
  • ...
Van Şehidlerine İthafen...
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Evet, yine bir Şubat ayı gelmişti ve yine sulamak lazımdı ümmet ağacını. Fakat bu seferki kahramanların bu kadar yakınımızdakiler olacağını nerden bilecektik. Oysa o zamanlar şehadetin kokusunu en derinden hissediyorduk. Belki de bir adım kalmıştı…

Zemheri soğukların en şiddetli estiği bir zamanda 21. Asrın başındaydık. Bir fırtına esiyordu ki her şeyi ile alt üst ediyordu; ortamları, kavramları, kelime ve sözcükleri. Kimin nerde durduğunu, kimin neci olduğunu da belli ettiriyordu aynı zamanda. Mazlumların sorul(a)madığı, tanı(nma)dığı sahiplerinin Allah (c.c.)tan başka olmadığının aynelyakin görüldüğü. Düşeni bir sorup, bir el atmak şöyle dursun; “iyi olmuş! Az bile olmuş!” deyip “dur bi tane de ben vurayım” diyen kardeşlerimiz(!) vardı o zamanlar maalesef. Zeyneb’i olmayan bir kerbela yaşadık ama bizden başka ne göreen ne duyaan ne de zaten soran vardı. Olsun! Olsun, Allah biliyor ya! Elbet bir gün bir Zeynep de bizi anlatır. Anlatır da belki bilmeden konuşan bazılarının yüzü (varsa) kızarır.

İşte daha bıyıklarımızın bile terlemediği o zamanda, ellerini kollarını sallayarak bir gece karanlığında evimizi basıp aldılar kibarca!... Arabanın içinde ayaklar altındaydık. Gözler bağlı ve… “ve”sini bilenler bilir artık. Emniyetin alt katında aç kurtların arasında kalmıştık. Her biri bir parçamızdan koparmakla meşgulken; 7. günün sabahıymış (tabi sonradan öğreniyorsunuz içeride zaman kavramı yok.) tek kişilik hücremde girdiğimizden beri bir an bile durmayan yüksek sesli müzik (nasıl bir müzik olduğunu da oradan geçenler bilir)  kesilmiş; sessiz bir ortam oluşmuştu. Bi tuhaflık vardı biliyordum.

Birden kalabalıklaştı; sesler geliyor. İçlerinden biri diğerlerine çok galiz laflar ediyor, onları azarlıyordu. Sonra yine bir sessizlik oluştu bir kaç saat kadar. Bir süre sonra yeniden kalabalıklaştı.  Bir anlam vermeye çalışıyorum. Sonra yan tarafımdaki odaya seslerinden -çıkarabildiğim kadarıyla- bir bayan ve bir çocuk getirmiştiler. Çocuk ağlıyordu “babam! Babam! Anne babam nerde, ne oldu babama?” Ben ürkmüştüm. Buraya bir bayan mı getirdiler diye.

Bu düşünceler içindeyken o bayanın cevabı beni şok etmişti.  Oğlum! Oğlum! Baban ŞEHİD oldu...  Bir anda bulunduğum ortamın dehşetini unuttum. Bu kimdi, ne diyordu böyle?  ...ve zaman  durdu....  Bu düşünceler içerisinde bir süre sonra sesler kesilmişti. Bayanı götürmüştüler.

Sonra cezaevine gidince öğrendim ki o sebatkâr, fedakâr, cefakâr bayan, doğru söylemişti. Çocuğun babası ve dört arkadaşı beraber şehit olmuşlardı. İnfaz edilmiştiler, katledilmiştiler. Şehit Sabahaddin Sap, Şehit Nuri Balka, Şehit Murat Hayva, Şehit Zahir Hayva, Şehit Nureddin Baran! Bizler şehadetinizin ve imanınızın şahitleriyiz.

Dedim ya o zamanlar kimseler sormuyordu mazlumları, mazlumca vurulanları. Bu beş aziz insan katledildiler. Kimse hesap soramadı; neler olmuştu, nasıl olmuştu. Mazlumların zalim, zalimlerin mazlum gösterilip tanıtılığı dönemdi.  Bunlar ne yapmıştılar, suçları neydi? Evet, o zamanlar güçlü olanlar eziyordu. Fakat her ne olursa olsun, tarih sizi iftiharla yâd edecek. Akan kanlarınız bu topraklarda tomurcuklar yeşertti ve onlar çiçeğe duruyor şimdi. Arkanızdan sizleri tanımış, anlamış, mücadelenizden ders almış; başı dik, alnı açık, durmaksızın; bıraktığınız yerden davayı devr almış nice kahramanlar boy verdi şimdi. 

Soğuktu çok soğuktu. Yanlış anlamayın, kışın soğuğunu kast etmiyorum. Ona zaten alışıktık. İçimizi üşüten, taa ciğerimize işleyen yaralar açıldı. İşkencenin yaraları da bir süre sonra kapanır ama o zamanların tarifi o kadar kolay değil. Bizden beş can aldılar, beş can karşılığında. İçimizdeki en aziz olanlarımızdı. Beş kahraman beş cesur insan... Teslim olmayı zillet bilmiştiler. Kitlelerin uyuşturulup, korkutulup, sindirildiği bir  dönemde, onlar canlarını ortaya kurbanlık olarak koymaktan çekinmediler. Zillete götürebilecek tüm seçenekler arasından izzetli bir ölüm daha şirin gelmişti onlara. Dostlarının arkasından hiç tereddüt etmeksizin kendilerini atıvermiştiler aşkın denizine.

Şehidlerin efendisinin ardından nice kahramanlar destanlar yazarak gittiler. Günümüze kadar bu aşkla tutuşanlar yine destanlar yazmaya devam edecek peşi sıra. Fakat yüzlerine ölü toprağı serpilmiş olanlara Habibullah’ın şu hadisini hatırlatmak gerekir. ‘kalbinde şehit olma arzusu olmadan ölen, münafıklık alametlerinden biri üzerine ölmüştür’

14 Şubat 2000’de Van’da beş aziz kardeşimiz şehit oldu. Allah şehadetlerini kabul etsin. Onların şefaatlerinden mahrum etmesin. Sizleri asla unutmadık ve asla unutturmayacağız.

(Erkan Yıldırım/hurseda.net)

 

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir