• DOLAR 32.518
  • EURO 34.802
  • ALTIN 2424.816
  • ...
Başörtüsü Sorunu İçin Ulusalcı/Laikçilerin Rızası mı Bekleniyor?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mardin`e bağlı Mazıdağı ilçesini ziyaret eden İçişleri bakanı Muammer Güler, İlçe Kaymakamlığı`ndan sonra halkın sorunlarını dinlemek için çarşı merkezini dolaşırken, emekli öğretmen Ahmet Urat`ın "Başörtüsü her alanda ne zaman serbest kalacak? Okul birincisi başörtülü kız öğrencilerimiz bu yasaktan dolayı okullarına devam edememektedir. Bu soruna ne zaman bir çözüm getireceksiniz?" şeklindeki sitem dolu sorusuna bakan Güler hiçbir yanıt vermemiş.
Elbette bu sorunun vebali, tümüyle çiçeği burnundaki yeni bakanın boynunda değildir.

Topyekün hükümet, özellikle de hükümetin ağır topları bu sorunun birinci dereceden muhatabıdırlar.

Eskiden bu tür sorular karşısında "ezber” haline getirilen bir cevap vardı: "Toplumsal uzlaşı olmadan bu sorunun çözümü zor” şeklindeydi.

Ancak taleplerin kapsamı, toplumsal uzlaşı sınırlarını da aştı. Maalesef bu sorun yine çözülemedi.
Kaldı ki Ergenekon ve Balyoz davalarına ilişkin hükümetin yeni açılımı, toplumsal uzlaşı sözünün zaman kazanmaya dönük bir masal olduğunu da gösterdi.

Toplumsal uzlaşının olmadığı bu davalarda hükümet çevreleri giderek daha da hassaslaşırken, hükümetin anladığı uzlaşı kültürünün aslında elitist ulusalcı laikçi çevrelerin rızası olduğu gerçeği kendini ele vermektedir.

Bu durumda hükümetin daha önce tekrarlayıp durduğu "Toplumsal uzlaşıdan” kasıt, acaba ulusalcı/laikçi azınlık tayfasının rızası mıydı? Sorusunu yöneltirsek, haksızlık mı etmiş oluruz?

Önce Hükümet… Sonra Ricciardone… Şimdi de Tuncay Güney!

Bir televizyon programına canlı bağlanan Ergenekon tasarımcısı Tuncay Güney, ilginç açıklamalarda bulunurken şunları söyledi:

"Ergenekon davası bir projeydi bitti artık. İçerdekilerin çıkması gerekir. Benim yüzümden tabii ki insanlar cezaevine girmesinler. Ben vicdanen rahatsızım. İşkence görmeseydim o konuşmaları yapmazdım. Ergenekon`un temeli sayılan emniyette verdiğim ifadeler geçersizdir. Devlet beni kullandı. Ergenekon terör örgütü değildir. Komutandan, doçentten terörist olmaz. İşkence görmesem o açıklamaları yapmazdım. Zekariya Öz`den sonra Ergenekon dosyası kapandı. Perinçek`in Bekaa`daki fotoğraflarını ben çektim. Talabini, Barzani ve PKK ile görüştüğümde ABD`ye sırtlarını dayamaları gerektiğini söyledim. Özgürlüklerin ABD ile geleceğini düşünüyorum.”

Tuncay Güney`in kişiliği, ilişkileri, söyledikleri tabii ki "duy ama inanma” cinsinden olan şeyler. Güney`in dile getirdiği gibi, son zamanlarda hükümet kanadında da beliren Ergenekon-Balyoz sevdası, Ricciardone`nin hassasiyetleriyle beraber düşünüldüğünde, pişmanlık sürecinin, Ergenekon startının verildiği ana merkezden kaynaklı olduğu izlenimi doğuyor. Zahiren beliren bu rahatsızlığın gerçekten insani duygulardan mı kaynaklandığı, yoksa yeni hesaplaşmaların/restleşmelerin ayak sesleri mi olduğunu ise zaman gösterecek.

Ama daha önemlisi, Ergenekon sürecinde Tuncay Güney`in ifadelerini adeta "kutsal metinlere” dönüştürüp "Ilımlı İslam`ın” yeşil kitabına çevirenlerin bir süredir yaşamaya
mahkum oldukları irtifa kaybının nerelere varacağı olmalıdır.

 Obama`nın ‘Ketum Adam` Portresi Ne Anlama Geliyor?

Milliyet gazetesi Washington temsilcisi Pınar Ersoy, ABD Başkanı Obama ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Obama, hazırlanan 11 sorudan yedi tanesine cevap verirken, dört soruyu cevapsız bırakması ise dikkat çekiciydi.
Aslında röportajı önemli ve anlamlı kılan şey de, verdiği cevaplardan ziyade, cevaplandırmadığı sorularda gizliydi.
Obama`nın cevapladığı sorulara yansıyan açıklamaları üzerinde durulacak kadar önemli şeyler barındırdığı asla söylenemez.

Türk halkının ne kadar sempatik olduğu, Türk hükümetiyle kimi meselelerde yaptıkları ortak çalışmalar, buna dizilen klişe medhiyeler, Pkk ile mücadelede işbirliği vs. Hepsi alt alta toplandığında çıkan sonuç,"malumun ilamı" cinsinden.

Oysa cevapsız bıraktığı dört sorudan özellikle ilk üçü, aslında Türkiye`ye mesaj göndermek anlamında hayli önem taşıyordu.

Bunlar, Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrini etkilediği kadar, Amerika`nın bu konularda sıkça tekrarlanan &`;Stratejik ittifak” söylemini pas geçerek bir nevi Türkiye`ye &`;bu işlere burnunu sokamazsın” mesajını içermekteydi. Obama, bunu dile getirmedi. Ancak sessiz kalması, en az dile getirmesi kadar önemli ve mesaj yüklüydü.

Gelelim cevaplamadığı söz konusu dört soruya;

1- Ankara`nın Kuzey Irak yönetimi ile ekonomik ve politik bağları sağlamlaşırken Bağdat yönetimi ile ilişkileri gittikçe zayıflıyor. Bu yeni tablo ve Kürt petrolünün dünyaya Türkiye üzerinden dağıtılması üzerine düşünceleriniz neler?

2- Türkiye ve ABD`nin, İsrail`in kasım ayında Gazze`ye düzenlediği Savunma Sütunu Operasyonu konusunda temel görüş ayrılıkları vardı. Başbakan Erdoğan İsrail`i terör devleti olmakla suçlarken siz operasyonu nefsi müdafaa olarak savundunuz. Bu fikir ayrılığı Türk-ABD ilişkilerinde hasara neden oldu mu?

3- Başbakan Erdoğan bir TV röportajında, Türkiye`nin AB`ye alternatif olarak Şanghay Beşlisi`ne katılmayı değerlendirdiğini söyledi. Bu Türkiye için, özellikle ABD ile ilişkileri açısından bakıldığında gerçekleştirilebilir bir seçenek mi?

4- 1915 olaylarının 100`üncü yıldönümü yaklaşıyor. Ermeni Soykırımı`nı tanıyan bir kararı desteklemeyi ya da 2008 seçim kampanyanızda söz verdiğiniz gibi soykırımı tanımayı planlıyor musunuz?

Dördüncü sorunun cevabını, ilk üç soruda yer alan meselelerle bağlantılı olarak şekilleneceğinden bir kenara bırakılabilir.

Birinci soru; Türkiye`nin Irak politikası ve bağlantılı olarak Kürdistan yönetimi ile geliştirdiği ilişkilerden Amerika`nın rahatsız olduğu zaten sır değildi. Obama`nın bu soruya ketum kalması, ABD rahatsızlığının teyidi oldu.
Türkiye`nin Bağdat merkezi yönetimi ile gerginleşen ilişkileri, Kürt bölgesine daha fazla yönelmesine sebep oldu. Ya da tersinden söylersek, Kürt yönetimiyle ilişkiler geliştikçe merkezi yönetimle ilişkilerin daha fazla gerginleşmesine sebep oldu.

Kürt yönetimiyle ilişkilerin geliştirilmesinde iki önemli nedenin etkisi büyük. Bir tanesi, Kürt meselesini aşmak adına yaptığı bir hamle iken, diğeri de Kürt bölgesindeki petrollerden daha fazla yararlanma politikasıdır.

Petrol konusu ise, ABD`nin hassas olduğu başlıca konu. Aynı bölgede ABD-Avrupa petrol şirketleri de faaliyet gösterirken Türkiye`nin petrol ilgisinin kabullenilmemesi, buraları kendi ilgi alanları olarak görme arzularının sonucudur. Dolayısıyla bu bölgedeki petrol işletmeciliği üzerine bir tür ipotek koyan ABD ve Batı, Türkiye`nin petrol ilgisini kendi iç meselelerine müdahale olarak değerlendirme arzularının sonucudur.

İkinci soru ise isral`le ilgili. Bölgede Türkiye`nin de rağbet ettiği tüm ABD politikalarının belkemiği, israil`in güvenlik endişeleri üzerine kuruludur. Obama bu yöndeki soruyu cevapsız bırakmakla, aslında israil`in güvenlik endişelerini dikkate almayan her türlü söylem ve politik girişimlerin karşısında durduğunu göstermiştir.

Üçüncü soru da Başbakan`ın son zamanlarda sıklıkla vurguladığı gibi Şhanghay İşbirliği Örgütü`ne katılım arzusuyla ilgilidir. Obama, bu soruya da ketum kalmakla aslında bu tür çıkışların şakasının bile hoş karşılanmayacağını sessiz de olsa açıklamış olmaktaydı.

Obama`nın tepkilerini farklı vesilelerle ortaya koyacağının ilk işaretini daha önce Beyzboll sopalı fotoğraf servis ederek göstermişti. Bu kez ise "Ketum kalma" yöntemini kullanması dikkatlerden kaçmadı.

Son olarak şunu da vurgulamak gerekir ki, Ricciardone`nin &`;Türkiye`nin iç işlerine karışması” olarak değerlendirilen eleştirel açıklamaları, acaba Obama`nın da rahatsızlık duyduğu mezkur meseleler üzerinden Türkiye`ye bir uyarı niteliğinde miydi?
"Sen benim ilgi alanlarıma farklı yaklaşırsan, ben de iç işlerine böyle karışırım" misali.

Hasan İmad / doğruhaber

Bu haberler de ilginizi çekebilir